24 Eylül 2023 06:32

Vebal*

Fotoğraf: Pixabay

PAZAR
Paylaş

Kişi, kendinden bilir işi diye bir sözümüz var. Kendimden bildiğimi anlatıyorum gördüğüm herkese, bakıyorum iş cidden de öyle, onlar da öyle.

Kırgın ve kızgınım, herkes gibi.

Belirsizlik artık fiziki bir hal aldı, beton gri duvar gibi üzerimize üzerimize geliyor. Kapısı, çıkışı yok gibi insanın nefesini kesiyor.

Geleceksizliği artık araştırma ve anket sonuçlarında aramaya gerek kalmadı, gelecek dediğimiz yarına indirgendi, yarın dahi olmayabilir.

Ekonomik buhran öyle bir bastı ki hızlı fakirleşme vurgun etkisi yaratıyor, felç olmuş gibiyiz.

İlmek ilmek ördüğümüz hayatımızdan çekilip bir başkasının hayatına fırlatılmış ve şok içinde kalmış gibi.

Bundan sonra nerede ve nasıl yaşanacak, daha hangi dallarımız kırılacak belirsiz ve bu korkunç bir tedirginlik hali.

Delice bir göç dalgası var; merkezi semtlerden kenar mahallelere, kentlerden köylere, ülkeden dünyanın her yerine. Öyle hayal edilmiş, planlanmış değil mecbur kalınmış göçlerle hepimiz bir sürgün hüznünde, kendi yurdunda mülteci olmanın kederinde.

Herkes birbirine ve en çok da siyasi muhalefete kırgın, kızgın.

Şimdi yenilginin kara kutuları açıldıkça, herkes bir başka sorumluyu işaret ettikçe, Truman Show’da göğün bir cam tavan olduğunu anlar gibi kafamızı vuruyoruz oradan oraya.

Biz kimsenin derdi değilmişiz, kimse bizim kadar da dert etmiyormuş meğer memleketi. Seçim sürecinde her kesimden onca insan kendi kendine bir araya gelip çarşı pazar gezdi, bir kişiyi olsun ikna edebilmek için kendi sabrının dibini sıyırdı, sandık görevi aldı, tehdit aldı, risk aldı, şiddete maruz kaldı.

Seçim tüm hayalleri ve umutları yıkarken, “Boş ver, sen en azından elinden geleni ve doğru olanı yaptın” diyecek bir kişi çıkmadı. Siyasilerin hepsi kendi derdine düştü, Meclise girenlerin teşekkürü-tebriği tuz biber ekti, alan aldı, satan sattı, yaz geldi, sıcak kavurdu, Meclis tatile çıktı. Biz keriz gibi kaldık ortada, seçimde kendini paralayan yüzde 48’e şöyle tatmin edici şekilde “emeğinize sağlık” bile diyen olmadı. 

İletişim işinin 101’idir. Bir eleştiri, yorum, iyileştirme ya da ekstra iş isteneceğinde, önce eldeki için teşekkür edilir, övülür, takdir sunulur. İnsan kaynakları departmanları sizi işten çıkarırken bile “Öncelikle emeklerin için teşekkür ederiz” diye başlar söze. Yönetici eğitimlerinde ilk bu öğretilir: Takdir. 

Yöneticiler zaten genelde eğitimlerin gerisini dinlemez, sonra da iletişime “Öncelikle ellerine, fikrine sağlık ama bu iş hiç olmadı” diye devam ederler.

“Ama” kelimesi kendinden önceki cümleyi boşa düşürür. “Ama” yerine bir başka alternatif var, o da “ancak”

“Ancak” kelimesi cümleye şık yerleştirildiğinde çözüm gereğini işaret eden bir oka dönüşür:

“Öncelikle emeğine, güvenine, sabrına sağlık ancak senin de inancınla, gücünle bu işin şu şekilde daha iyi yapılabileceğine inanıyorum.”

Kendimden bildiğim kısmı yine; birileri çıkıp kapalı kapılar ardında konuşulanları, bizim duyamadıklarımızı anlatmak ve kendini aklamak adına “O öyle dedi, bu böyle dedi, aslında ben dedimdi” dedikçe pikeyi çekip başımın üzerine kadar, derin bir uykuya dalıp sonu ne olacaksa ancak o anda uyanmak ister gibiyim.

Hepimize “Kim için, ne için?​” diye sordurmayı başardılar. Emeklerimiz çöp mü oldu?

Herkes kendi kazdığı çukura düşene kadar bu boğucu boşlukta salınmak gelebilir içimizden ama (Bilerek ve kasti olarak ‘ama’ kullanıyorum) daha büyük tehlike kapıda olduğu için buna vakit yok.

Meclis açıldığında medeni kanun ve anayasa değişikliği masaya gelecek.

AKP genel kurul görüşmelerini sonlandırıp teklifin ait olduğu komisyondan geçtiği haliyle kabul ya da reddini masaya getirecek, hemen ekimde yapacak bunu.

Medeni Kanun’da; insan haklarına aykırı ayrımcılık kışkırtan kampanyalarla şişirip LGBTİ+ karşıtı göstererek, evliliğin bir kadın ve bir erkek arasında gerçekleşir hükmünü “Kadın ve erkek arasında gerçekleşir” diye değiştirip erkeklerin çoklu evliliğinin önünü açacaklar.

Zaten süresiz ve koşulsuz olmayan nafakayı yine kampanyalarla besleyerek kaldıracak, boşanmayı imkansızlaştıracak, kadın için bir kölelik düzeni getirecekler.

Bunları bir topluluğun talebi gibi lanse edip, içine diğer toplulukların karşı çıkamayacağı kimi maddeler ekleyip, karşıtlığı bunun üzerinden eleştirecekler. Hep yaptıkları gibi, hatırlarsanız “Referanduma hayır diyorsan askeri vesayeti savunmuş olursun”daki gibi. Tüm torba yasalarda yaptıkları gibi. 

Bir diğer konuya gelelim; bu sıralar herkes 6-7 Eylül olaylarının yakıcılığı ile başlayan “Kulüp” dizisinden bahsediyor malum. “Atamızın evine bomba konuldu” provokasyonunun geldiği noktayı yeniden ve dehşetle anıyor, lanetliyoruz.

Öte yandan Atatürk’e hakaret sebebiyle 17 yaşında bir çocuk tutuklandı, sosyal medyaya her gün yeni bir “Atatürk’e hakaret eden x” görseli, videosu, haberi düşüyor.

Sağ duyulu insanlar hukukun üstünlüğünü izah etmeye çalışırken AKP’nin adalet büken “mübah” kavramının birçok kesime sirayet ettiğini de görüyoruz. “Ne ceza verilirse verilsin, adil ve hukuki olması umurum değil, benim kutsalıma laf etmeyecekti, kırmızı çizgime basmayacaktı, ona mübah” hissi her kesimde boy vermiş. İntikam ateşi, rövanş hırsı adalete olan açlığa baskın geliyor.

“İki tane ayyaşın yaptığı yasa muteber oluyor da dinin emrettiği bir yasa sizin için neden reddedilmesi gerekiyor” cümlesini kuran, son yıllarda hiçbir 23 Nisan’da Meclise uğramayan, Anıtkabir’de kendi ismiyle slogan attırılan tek adamın rejimi bir anda Kemalistlerden öte Atatürkçü kesiliyor ve orantısız cezalarla gündeme oturuyor. 

Bu ortam sizce Kemalistlerin reddedemeyeceği ancak birçok hakkın ihlali anlamına gelecek yeni bir düzenlemenin yoklaması, “teaser”ı değil mi?

Bir başka konu; Anayasa’daki yurttaşlık kavramına dair madde değişikliğinde Kürtler üzerinden izahatını yapıp aslında gayrimenkul üzerinden vatandaşlık satışına dair bir açılım yapacak olamazlar mı?

Ne yapacaklar biliyor musunuz? Anayasa değişikliğini böyle madde madde tartıştıracaklar, belirli mevzularda yan yana durmuş kesimleri karşı karşıya getirecekler. Kim, neyi savunduğuna şaşacak.

Her Müslüman şeriat ister deyip şeri kelimesi üzerinden iman testine tabi tutacaklar dindar kesimi. 

Dindar kesim radikalleşmekle sınanacak. Ancak şeriat tartışması seküler kesimi bileyeceği ve keskinleştireceği için normlar içinde kalmak isteyen kendi halinde inançlı kesim boşluğa düşecek, laiklik tarafına bu keskinlik yüzünden geçemeyecek.

Yurttaşlık kavramı tartışması Kürtler ve milliyetçiler arası sert tartışmalara sebep olacak, Anayasa’nın genelinin reddine bir uzlaşı mümkün olmayacak.

Kemalistleri Atatürk’e hakaret üzerinden tartıştırıp saflarını parçalayacaklar.

Biz 22 senedir sınandığımız, iktidarın “böl, parçala, yönet” stratejisi uyarınca bir de bakacağız ki tek ses olamadan madde madde konuşula konuşula Anayasa gelmiş bile gündeme.

İşte ondan sonrası gerçek bir zifiri karanlık; molla rejimi.

Bitti, kapanış. İşte İran düştü batağa, kaç kişi sokaklara döküldü, yüzlerce idama rağmen direndi, kurtulamıyor rejimden.

Bir seçimi kaybetmiş, şahsi ikballerine teslim olmuş, hata üzerine hata yapmış, halen de yapmakta olabilirler ancak bu halk için oyunun sonunu getirmelerine karşı çıkmak zorundayız.

Bu anayasa ve medeni kanun değişikliği, her ne koşulda olursa olsun bu iktidar döneminde konuşulmamalı, rafa kalkmalı.

Ekonomik koşullar bu haldeyken halkın önceliği Anayasa değil savıyla da değil, direkt meşruiyet üzerinden masaya yatırılmalı.

Firesiz, bütünleşik bir mücadele gerekiyor reddi için. Aksi halde durum bataklık, 2028 seçimi diye bir şey yok, hak yok, hukuk yok, sizin siyasi partileriniz yok, seçmen yok, demokrasi yok, cumhuriyet yok, hatta muhafazakar kesim için kendi halinde ibadet şansı bile yok. Molla rejiminde en yürekten inançlıya ödül falan yok.

Kadınlar bunca yıldır en aktif toplumsal muhalefet olarak dört koldan mücadele ediyor. Meclisin bu döneminde, medeni kanun lafı edildiğinde bu sefer kimsenin “Kadınlar buna gerekli yanıtı verecektir” konforuyla geri çekilmeye hakkı yok. Bu değişiklik sadece kadınlara değil cumhuriyete, Meclise, geleceğe tehdit.

Anayasa değişikliğini bu dönemde yekten reddetmeden kimseye çıkış yolu yok.

O yüzden baştan başlamak gerekecek.

Bu memlekette yaşayabilmemizin tek koşulu; Meclisteki muhalefeti toplumsal muhalefet olarak zora sokmak ve bu yasa değişikliklerini engellemek.

Öyle bir duvar örmeli ki tartışması bile yapılmamalı. Ancak böyle çıkılır bu karanlıktan. Ancak böyle.

Mevcudu korumak, gericiliğin takiyesinde kıldan ince ilerici bir hamle aramanın, onu bulmak için tartışmanın kaybettireceğinden çok daha fazlasını kazandıracak.

Öyle bir korumalı ki, sanki ‘büyük taarruz’a kalkar gibi, Malazgirt kapısına dayanır gibi, Almanların Stalingrad kuşatmasını yarar gibi, Gidon Körfezi’nden emperyalizmi süpürür gibi ya da Kureyş ordusuna hendek kazar gibi, seçsin işte herkes ideolojisine en yatkın savunma imgesini.

Ekim; herkes için kader anı.

Halk tayin etsin kendi kaderini, oyların hesabını sorma zamanı geldi.

Biz de bilirdik kendi işimize gücümüze bakmayı ama oy vermiş bulunduk, ceylan derisi koltuğa oturmanın vebali çektirilecek.

Tehlikeyi konuşacağız, bağıracağız, tüm vekilleri zorlayacağız, içimize çekilmek yok artık.

*İnsanı azaba sürükleyecek ağır sorumluluk

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa