Devlet şiddeti altında kayıpların izini sürmek (2)
Görsel: Film afişleri
Geçen hafta başladığımız “Devlet şiddeti altında kayıpların izini sürmek” başlıklı yazımızı kaldığımız yerden sürdürelim.
TAYFUN PİRSELİMOĞLU VE HİÇBİRYERDE
Sinema kariyerine senarist olarak başlayan Tayfun Pirselimoğlu yönetmen olarak ilk kısa filmi “Dayım’ı 1999’da Il Silenzio e d’Oro’yu (Sükût Altındır) 2002’de çeker. İlk uzun metrajlı filmi Türkiye-Almanya ortak yapımı “Hiçbiryerde”yi de 2002 yılında yazıp yönetir Hiçbiryerde’den sonra yönetmen, senarist ve yapımcılığını üstlendiği ‘vicdan ve ölüm’ temalı üçlemesi olan, “Rıza” (2007), “Pus” (2009 Türkiye-Yunanistan ortak yapımı) ve “Saç” (2010 Türkiye-Yunanistan ortak yapımı) filmleriyle Berlinale Forum, Locarno, İstanbul Film Festivali gibi birçok festival tarafından seçilmiş ve ödüller alır. “Ben O Değilim” (2013), “Yol Kenarı” (2017) ve “Kerr” (2021) filmleriyle birçok ulusal ve uluslararası festival tarafından ödüle layık görülmüştür. Son filmi “Kerr” 95. Akademi Ödülleri En İyi Uluslararası Film dalında Türkiye’den aday gösterilmiştir.
Çok yönlü sinemacılarımızdan sinema çalışmalarının yanı sıra edebiyat çalışmalarına da önem veren Tayfun Pirselimoğlu’nun, yayımlanmış altı romanı ve üç hikaye kitabı bulunuyor.
İlk gösterimi, 26 Nisan 2002’de 21. Uluslararası İstanbul Film Festivalinde yapılan “Hiçbiryerde” filminde kaybolan oğlunu arayan Şükran’ın koşuşturması, hikayesi anlatılır. Haydarpaşa Garı’nın gişesinde çalışan Şükran ölen kocasının siyasi geçmişinden dolayı çok zor zamanlar geçirmiş olan Şükran, oğlu Veysel’i siyasi olaylardan uzak tutarak korumaya çalışmıştır. Ancak, bir gün Veysel kaybolur. Şükran, oğlunun doğal nedenlerden kaybolduğunu düşünerek yetkili makamlara başvurur fakat aramalarından sonuç alamaz, çabaları da sonuçsuz kalır.
Yetkili makamlar da ona yardım etmez. Veysel adında hiç kimsenin tutuklanmadığını söyleyip, bilinmeyen cesetleri tanımasını isterler. Bunların arasında bir tanesi tanınmayacak haldedir ve Şükran onun Veysel olmadığından emindir ama oğlunun nişanlısı Şule onun Veysel olduğu konusunda diretir. Veysel’in hiçbir politik olaya karışmadığından emin olduğu için Şükran, Veysel’in hayatta olduğu ve bir gün mutlaka ortaya çıkacağı konusunda ısrar eder. Şükran umutsuzca her yerde oğlunu aramaya başlar. Şule’nin, kendisini oğlunun öldürüldüğüne inandırmaya çalışması da onu ikna etmez. Aramalarına devam eden Şükran, konuştuğu kişilerin verdiği bilgiler doğrultusunda oğlunun Mardin’de olduğuna inanarak oğlunu aramaya bu şehre gider.
Başrolünde Zuhal Olcay’ın yer aldığı filmin oyuncu kadrosunda Parkan Özturan, Devin Özgür Çınar, Michael Mendl, Ruhi Sarı, Meral Okay, Cezmi Baskın, Şehsuvar Aktaş, Selçuk Uluergüven, Erdinç Dinçer, Sermiyan Midyat, Bülent İnal gibi isimler var.
ÖZCAN ALPER VE GELECEK UZUN SÜRER
Özcan Alper ilk filmi “Sonbahar”la sinemamıza bir başyapıt kazandırmıştı. Sonbahar filminde Yusuf 1997 yılında 22 yaşında üniversite öğrencisi iken girdiği cezaevinden, 10 yıl sonra sağlık nedenleriyle tahliye edilir. Yusuf’ u, cezaevinden çıkıp geldiği Doğu Karadeniz’deki köyünde bir tek yaşlı ve hasta annesi karşılar. O cezaevinde iken babası ölmüş, ablası ise evlenip büyük bir kente taşınmıştır. Ekonomik nedenlerle sadece yaşlıların kaldığı bu dağ köyünde Yusuf bir tek çocukluk arkadaşı Mikail ile görüşmektedir. Yusuf, Mikail ile gittiği bir meyhanede fahişelik yapan genç ve güzel Gürcü kızı Eka ile karşılaşır. Farklı dünyalardan gelen bu iki insanın birlikteliği için ne zaman ne de koşullar uygundur. Yine de Yusuf için aşk son bir kez hayata tutunma ve kendi yalnızlığından sıyrılma çabasına dönüşür. Eka içinse Yusuf bu dünyadan çok uzakta, hatta şimdiki zamanda yaşamayan, Rus romanlarından kaçmış bir karakterdir. 1990 sonrasını arka planına alarak bir dönemin ironisini, acımasızlığını ve gerçekliğini ele alan filmde, yakın tarih hem belgeleniyor hem de eleştirel bir süzgeçten geçiriliyordu.
Özcan Alper, ikinci filmi “Gelecek Uzun Sürer”de, biraz deneysel, biraz belgesel bir kurmaca filmle çıkmıştı seyirci karşısına.
Müzik araştırmaları yapan Sumru, ağıtlar üzerine yaptığı tez çalışması için, birkaç aylığına İstanbul’dan ülkenin güneydoğusuna doğru bir yolculuğa çıkar. Kısa süreceğini sandığı yolculuk, Sumru’nun hayatının en uzun yolculuğuna dönüşür. Bu yalnız yolculuğa Diyarbakır’da tek başına kalmış eski bir kilisenin bekçisi olan Antranik amca, Diyarbakır sokaklarında korsan DVD satan Ahmet ve bölgede sürmekte olan ‘adı konulmamış savaşa’ tanıklık eden pek çok karakter eşlik eder. Tanıştığı insanların acıları Sumru’nun sakladığı acılarını da ortaya çıkarır, ertelediği acısıyla da yüzleşir. Diyarbakır’dan Hakkâri’de bulunan boşaltılmış bir dağ köyüne doğru yola çıkarken bu tehlikeli yolculuğa anlam veremeyen Ahmet’in “Neden bu köy, orada ne var?” sorularını yanıtsız bırakır. Yıllar önce inandığı gelecek uğruna kendisini bırakıp dağa çıkan ve bir daha haber alamadığı kayıp sevgilisinin izini sürüyordur Sumru. Sonunda o dağ köyünün mezarlığında rastlar ona.
KÜF VE ALİ AYDIN
İstanbul doğumlu Genç Yönetmen Ali Aydın, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Yönetiminde okuduktan sonra dizi ve film setlerinde asistan olarak çalışır. Ali Aydın ilk uzun metrajlı filmi Küf’ü 2012 yılında çeker. “Siyasi kayıp ve faili meçhul hikayesinin anlatıldığı Küf, Hülya Avşar başkanlığındaki jüri tarafından görmezden gelinir fakat Ali Aydın filmiyle Venedik Film Festivali’nde “Geleceğin Aslanı Ödülü”nü alır.
Demir yolları işletmesinde çalışan Yol Bekçisi Basri yalnız bir hayat sürmektedir. Hayattaki tek varlığı olan oğlu Seyfi bundan 18 yıl önce üniversite öğrencisiyken gözaltına alınmış ve o günden sonra ortadan kaybolmuştur. Kendisinden ne bir haber alınabilmiştir ne de yetkili kurumlar herhangi bir bilgi vermiştir.
Tek düşüncesi kayıp oğlunu bulmak olan Basri her gün raylar boyunca kilometrelerce yol yürür. 18 yıl önce oğlu İstanbul’da üniversitede okurken, hükümet karşıtı eylemlere katılmaktan tutuklanmış, sonrasındaysa gizemli bir şekilde ortadan kaybolmuştur. Seyfi ortadan kaybolduktan 6 yıl sonra Basri’nin karısı da vefat etmiştir. Kayıplarından sonra gitgide içine kapanan ve toplumdan uzaklaşan Basri, Seyfi’nin geri döneceğine dair umudunu hiç yitirmez ve 18 yıl boyunca oğlunun bulunması için dilekçeler yazar...
- Düşen yapraklar (1) 27 Mart 2024 04:15
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (2) 13 Mart 2024 04:20
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (1) 06 Mart 2024 04:15
- Bilal İnci: Zalim, gaddar, acımasız kötü adam 28 Şubat 2024 04:20
- Geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi: İsmail Dümbüllü 21 Şubat 2024 04:00
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (3) 14 Şubat 2024 04:15
- Atatürk, “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” filmi ve Münir Hayri Egeli (2) 09 Şubat 2024 04:20
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (1) 04 Şubat 2024 04:35
- Jönlükten kötü adamlığa bir sinema sevdalısı: Hüseyin Peyda 28 Ocak 2024 04:33
- Şerafettin Kaya: Ben İyi Biri Olmadan Önce 21 Ocak 2024 05:10
- Yeşilçam’ın Çınarları (6): Vedat Örfi Bengü: ‘Mısır’da sinemayı kuran Türk’ 14 Ocak 2024 04:43
- Yeşilçam’ın Çınarları (4): Aziz Basmacı, Vahi Öz 07 Ocak 2024 04:04