Şili’de çalınan bebekler

Alejandro'nun annesinin onu evlatlık vermek istemediğini öğrenmesi yıllar aldı. (Fotoğraf: Alejandro Quezada arşivi)
Geçtiğimiz 11 Eylül, Şili’de Salvador Allende hükümetinin askeri darbeyle devrilmesinin 50. yıl dönümüydü. Allende’yi deviren ve faşist bir rejim kuranların başında General Pinochet vardı. 11 Eylül 1973 ardından kurulan faşist rejim şiddetin her türünü bütün ülkeye yayarak bir korku rejimi yarattı ve Şili acılara boğuldu. Faşist rejimin ilk hedefi sosyalistlerdi. Ama tıpkı diğer faşist rejimler gibi hedeftekiler çoğaltıldı; halka hep büyütüldü. Öyle ki, bebekler bile hedef seçildi ve annelerinden çalındı.
Alejandro Quezada işte o çalınan bebeklerden. 1979 yılında, doğduktan birkaç hafta sonra annesinden alınarak Hollanda’ya gönderildi. Onu evlat edinen ve büyüten Hollandalı çift gerçeklerden habersizdi. Çiçek Çocukları kuşağının iyi niyetli ama saf örnekleri olarak yoksul ülkelerdeki insanlara yardım etmek istiyorlardı. Onlara Alejandro’nun annesinin yoksul olduğu ve bebeğini büyütemeyeceği için kendi isteğiyle evlatlık verdiği söylenmişti.
Faşist rejim üst sınıfları arı ve üstün; yoksulları, yerli halkları, evli olmayan anneleri aşağı ve kirli olarak görüyordu. Onları azaltmanın bir yolu, yoksul annelerin bebeklerini ellerinden almak ve ülke dışına göndermekti. Bunu yapmanın en kurnaz yolu, dünya çapında bağlantıları olan dini kuruluşları ve evlat edinme ajanslarını kullanmaktı. Böylece bu kampanya bir suç olmaktan çıkarılıp, bir hayır işi gibi gösterilecekti. Annelerinden alınan bebekler bu yolla ABD, İsveç, Almanya gibi ülkelere gönderildi.
Ülke içerisinde ise devreye profesyoneller (sosyal çalışmacılar, hekimler, vb.) ve rahibeler sokuldu. Bir kamu görevlisi bebeği alınacak anneyi ziyaret ediyor; ona bebeği yetiştiremeyecek kadar yoksul olduğunu söylüyor, ya da onu zaten çok çocuğu olduğuna ve yeni bir bebekle baş edemeyeceğine inandırıyordu. Evli olmayan ve yaşı küçük olan anneler daha savunmasız oldukları için özellikle hedef alınıyordu. Kimi annelere ne anlama geldiğini bilmedikleri belgeler imzalatıldı. Kimilerine ise bebeklerinin öldüğü söylendi.
Alejandro’nun annesi doğum yaptığında 14 yaşındaydı; kırsal bir bölgede yaşıyordu. Sağlık kontrolü için yakındaki bir hastaneye götürdüğü oğlu hasta olduğu gerekçesiyle elinden alındı. Daha sonra ona oğlunun öldüğü ve cesedinin ortadan kaldırıldığı söylendi.
Alejandro, öz annesinin kimliğini ve ona yaşatılanları büyük bir çaba sonucu öğrendi. 17 yaşına geldiğinde Şili’ye gitti ve evlat edinilmesini sağlayan Hollandalı rahibeyi buldu. Bu rahibe aracılığıyla öz annesiyle tanışabildi. Annesine benziyordu ama iki yabancı gibiydiler çünkü annesinin dilini bilmiyordu. Diğer yandan rahibe görüşmelerin uzun sürmesine izin vermiyordu. Alejandro annesiyle konuşabilmek için İspanyolca öğrendi ve tüm gerçekleri ancak 30 yaşına geldiğinde öğrenebildi.
Alejandro’nun evlat edinilmesi işlemlerini yapan ve çok sayıda çocuğun evlat edinilmesini sağlayan rahibe ise şu anda Hollanda’da yaşıyor. Yaptıklarının yanlış olduğunu hiçbir zaman kabul etmedi. Alejandro ve diğer çocuklar için daha iyi hayatlar yarattığına inanıyor.
Bebeklerin çalınması Şili’de faşist rejim tarafından gerçekleştirilen insanlık suçlarının bir parçası. Bebeklerin ve çocukların çalınması komşu ülke Arjantin’de yine faşist rejim tarafından uygulandı. Şili, Arjantin ve Güney Amerika’daki diğer faşist rejimlerin birbirleriyle bağlantılı oldukları artık biliniyor. Yeterince üzerinde durulmayan ise bütün bunların Türkiye ile bağlantısı. 11 Eylül 1973 ile 12 Eylül 1980 arasında gayet açık bir ilişki var. Faşist rejimlerin din sevgisi de, “kutsal aile” dayatması da rastlantı değil. Milleti yüceltip insanlara düşman olmak, aileyi kutsallaştırıp kadınları ve çocukları hedef seçmek de. Bunlar faşizmin birer parçası. Üzerine “yerli ve milli” yazılsa da faşizm gayet tanıdık. Faşizm nerede olursa olsun, her zaman insanlığın yüz karasıdır.
Evrensel'i Takip Et