25 Eylül 2023 04:25

'Voleybol Ülkesi' miyiz?

A Milli Kadın Voleybol Takımı

Fotoğraf: Türkiye Voleybol Federasyonu

Paylaş

Dünya 1 numarası Kadınlar A Milli Voleybol Takımı, Milletler Ligi ve Avrupa Kupası şampiyonu olduğu muhteşem yazı, mevsimin son gününde Japonya’yı da mağlup ederek olimpiyat vizesiyle taçlandırdı. Üst üste 21. galibiyetini elde eden (Bu yazı yazıldığı sırada Belçika maçı oynanmamıştı) voleybolcular, koç Daniele Santarelli öncülüğünde Paris’e favori olarak gidecek ve ilk olimpiyat şampiyonluğunu ya da madalyasını kazanmak için mücadele edecek. 1980’de Cengiz Göllü yönetimindeki Eczacıbaşı’nın oynadığı finalle başlayan 1999’da Eczacıbaşı’nın o dönemdeki adıyla Kupa Galipleri Kupası şampiyonluğu, Vakıfbank’ın 1998 ve 1999’daki Şampiyonlar Ligi ikinciliğiyle ivmelenen kadın voleybolcuların zirve serüveni 2003 Avrupa Kupası’yla daha kitlesel bir sahiplenişe, teveccühe tanıklık ediyor. Bu dönemde “Filenin Sultanları” olarak anılmaya başlayan ulusal takım, kamu kuruluşları, müessese ve kulüp takımlarından mürekkep ligin, Avrupa’nın en yüksek bütçelileri arasına girmesiyle başarılarını sistematikleştirdi. Öyle bir aşamaya geldik ki artık “voleybol ülkesi” sloganı dillerde. Zorlu Holding’in markası Vestel’in kusursuz bir zamanlamayla, yükselen voleybol dalgasından maksimum faydayı sağlamasına vesile olan sloganın en az milli takım kadar başarılı olduğu ortada. Ancak Zorlu Holding’in herhangi bir sosyal mücadelenin, kamu yararının savunucusu, öncüsü olduğu iddiası ne kadar gerçekse “voleybol ülkesi” olduğumuz iddiası da o kadar gerçek.

Her şeyden önce Türkiye herhangi bir “sporun ülkesi” olarak anılabilecek bir spor kültürüne sahip değil. Bir ülkenin spor kültürü yaygın kanının aksine belirli bir spor dalında elde edilen uluslararası başarıyla ölçülmez, ölçülmemelidir. Çünkü profesyonel rekabetin, çoğu maddi güçle şekillenen bambaşka parametreleri vardır. Örneğin futbol gibi küresel bir fenomende değil belki ama diğer dallarda yeterince para harcarsanız bir anda dünyanın en iyi ligine sahip olabilirsiniz. Fakat en iyi profesyonellere, en iyi yıldızlara sahip olmak o sporu tabana yaydığınız anlamına gelmez. Bir sporu halklaştırmak her şeyden önce pasif izleyiciler olmaktan çıkıp amatör de olsa aktif oyunculara dönüşen insanları gerektirir. Vestel, “voleybol ülkesi” reklamlarında futbolun dahi artık kısıtlı şekilde sahip olduğu “sokak oyunu” niteliğine gönderme yapıyor ama maalesef Zorlu Holding gibilerin ekonomiyi, kültürü, sosyal yaşamı zapturapt altında tuttuğu Türkiye’de emekçiler için spor yapılabilecek alan da zaman da çok kısıtlı. Hal böyleyken holdinglerin ya da dev devlet teşekküllerinin spora gösterdiği bu ilgi “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dedirtecek kadar göz yaşartıyor. Neticede “Sporla aklanma” sadece devletlere has uluslararası bir taktik değil aynı zamanda ulusal çapta da hem sermaye hem devlet aktörleri tarafından kullanılan bir silah.

1930’larda futbol çoktan halka yayılmışken rejim içerisindeki pek çok önemli figür, onu “sakıncalı” addediyordu. Özellikle Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinde yaşanan kavgalar futbolun kitleler için faydasız, dejenere edici yanlarının kanıtı gibi görülüyor, onun yerine halkın hiç de ilgisini çekmeyen sporlar öne çıkarılmaya çalışılıyordu. Bu çabalar kısa sürede hezimete uğradı, siyaset de yeniden futbolu kendince dizayn edecek önlemleri almaya girişti. Son tartışmalarda da voleybolcuların başarıları üzerinden anlamsız karşılaştırmalara giriliyor, milli futbolcuların defoları öne çıkarılarak çarpık bir “kaynak aktarımı” tartışması yürütülüyor. Voleybola, özellikle de kadın voleyboluna, ayrılan kaynaklar genişletilsin elbette, işe de futbolun devlerine yapılan trilyonluk kıyaklardan başlansın. Ancak bu talebi, bir holdingin* samimiyetsiz sloganının arkasına takılarak, “futbol düşmanlığı” içerikli bir söylemle yapmanın meselenin özüne bir faydası olmadığını da görelim. Herhangi bir sporun ülkesi olmak istiyorsak, -Vestel’in reklamlarında kışkırttığı gibi- mücadeleyi başka bir spora karşı değil tüm bu sporlara aktif katılımımızı engelleyen koşulları yaratanlara karşı verelim.

*Sadece Evrensel’in arşivinde kısa bir tarama dahi, Zorlu Holding bünyesindeki şirketlerin çalışanlarına ne kadar sıkışık bir hayatı reva gördüğünü ortaya koymaya yeter. İşe girdikten sonra 16 saati bulan mesailer yüzünden kendime zaman ayıramaz, çocuklarımla ilgilenemez oldumdiyen kadın tekstil işçisine “voleybol ülkesi”nde yer var mı mesela?

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa