26 Eylül 2023 04:56

Dağlık Karabağ milli davamız mı?

Dağlık Karabağ'da askeri araçlar, sağda arkası dönük iki asker

Dağlık Karabağ (Arşiv) | Fotoğraf: DHA

Paylaş

‘Kart-kurt’ hikayelerinin anlatıldığı, ‘Kürt’ sözcüğünün kullanılmasının dahi yasaklandığı 12 Eylül faşist darbesinin üzerinden çok geçmeden PKK’nin Eruh ve Şemdinli baskınları ile yeni bir çatışma süreci başlamıştı. Ancak bu çatışmaların Kürt sorunundan kaynaklandığının üstünü örtmek isteyen ülke egemenleri, uzunca bir süre “Ermeni dölü sünnetsiz teröristler” propagandasını yapmışlardı. Okul kitaplarından cami ve kışlaya kadar Ermeni düşmanlığı toplumun hafızasında canlı tutulduğu için “Ermeni dölü/uşağı” söylemi, Kürt ulusal sorununun dış güçler tarafından kışkırtılan bir “terör sorunu” olarak gösterilmesi bakımından uygun bir argüman oluşturuyordu.

Son günlerde Dağlık Karabağ’da yaşanan çatışmalar ve Azeri ordusunun kontrolü sağlamasından sonra burada yaşayan 120 bin Ermeni ‘zorunlu göç’ tehdidiyle karşı karşıya bulunuyor. İktidar borazanı ve milliyetçi medya organları bu “milli zafer”e hep birlikte sevinmemizi istiyor.

Peki, on binlerce insanın yaşadıkları topraklardan sürülmesine, kendi topraklarını terk etmek zorunda bırakılmasına gerçekten sevinmeli miyiz?

Dahası, “milli davamız” olduğu propaganda edilen Dağlık Karabağ’da yaşananlar aslında kimlerin çıkarına hizmet ediyor?

Bugün sürdürülen tartışmaları anlamak için öncelikle sorunun tarihsel arka planına dair bir-iki noktaya dikkat çekmek gerekiyor.

Öncelikle II. Abdülhamid’in 1890-91’de görünür hedefi olası Rus işgalini engellemek olsa da arka planında o dönem yükselişe geçen Ermeni milliyetçi hareketlerinin bastırılması ve Kürtlerde de ulusal uyanışın önüne geçilmesi olan Kürt aşiretlerden oluşturduğu Hamidiye Alaylarını hatırlatmak gerekiyor. Ancak II. Abdülhamid’in ‘ümmetçi’ politikası başarısızlığa uğrayınca iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ‘Türkçü’ bir politika benimsemiş ve bu temelde Türk-Müslüman burjuvazinin desteklenmesine yönelik özel bir politika (1913 Teşviki Sanayi Kanunu) uygulamıştı. 1915’teki ‘tehcir’ (zorunlu göç) ise Ermeni sorununun etnik temizlik üzerinden çözülmesi ve Ermeni mallarına zorla el konularak Türk burjuvazisine yeni birikim alanı yaratılması politikası olarak uygulamaya konulmuştu.

Öte yandan Kurtuluş Savaşı sürecinde etkin bir rol oynayan Kürtlerin ulusal varlıkları ve talepleri cumhuriyetin ilanından sonra yine Türk burjuvazisinin çıkarları temelinde yok sayılmış, ulus-devlet inşasına yönelik bir politika benimsenmişti.

O yüzden Türkiye egemen sınıfları her fırsatta bu iki sorun arasında bağlantı kurarak milliyetçi hassasiyetler üzerinden Türk halkını kendi politikalarına kazanmaya çalışıyorlar.

Güncel tartışmalar bağlamında hatırlanması gereken ilk şey, SSCB’nin yıkılmasından sonra Özal’ın “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyası” söylemiydi. Özal’ın bu söylemi Türk burjuvazisinin yayılmacı emellerini ortaya koyuyor; Orta Asya’nın maden ve Hazar havzasının enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olma hayalini ifade ediyordu. Ancak bu hayal gerçekleşmemiş, ABD ve Batılı emperyalistlerin etkinlik kurdukları sınırlı alanlar ötesinde Türki devletlere ‘ağabeylik’ yine Rusya’ya kalmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan dünkü Nahçıvan ziyaretinde Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ile Iğdır-Nahçıvan Doğalgaz Boru Hattı’nın temel ve Nahçıvan Askeri Sınai Kompleksinin açılışını gerçekleştirdi. Erdoğan iktidarının Dağlık Karabağ savaşlarında Azerbaycan’a verdiği desteğin ve “iki ülke arasındaki kardeşliğin” ekonomik bir temeli olduğuna, özellikle Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi (SOCAR) etrafında ciddi bir ekonomik ilişkiler ağı olduğuna da şüphe yok.

Ancak 2020’deki Dağlık Karabağ savaşından bu yana Azerbaycan’ın kazandığı “başarı”ların arkasında Rusya’nın Güney Kafkasya’daki çıkarlarının belirleyici bir rolü bulunuyor. Ermenistan’ın Rusya liderliğinde kurulan ‘Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütüne üye olmasına rağmen Paşinyan yönetiminin bir süredir Batılı emperyalistlerle ilişkileri geliştirmeye yönelik politikaları, Putin yönetimini ciddi biçimde rahatsız ediyor. Bu nedenle Azerbaycan’ın, Türkiye’nin desteğiyle de elde ettiği “zafer”in sınırları, Rusya’nın bölgedeki politik ve ekonomik çıkarları tarafından belirleniyor. Bugün Türkiye egemenlerinin Azerbaycan ve Türki devletlere açılacak kapı olarak umut bağladıkları Zenzegur (Nahçıvan) Koridoru’nun Rusya’nın kontrolünde olması, bu konuda çok şey anlatıyor.

Demek ki zamanında Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı özerk bir bölge olan ve nüfusunun çoğunluğu Ermenilerden oluşan Dağlık Karabağ’da bugün yaşananlar, emperyalistlerin ve bölgedeki gericiliklerin arasında bölgede devam eden egemenlik ve paylaşım mücadelesinin bir sonucu olarak cereyan ediyor. Emperyalistlerce kışkırtılan ve iki tarafın egemenleri (Azeri ve Ermeni) tarafından gerçekleştirilen saldırı ve katliamların gerçek kaybedeni ise yine Ermeni ve Azeri halkları oluyor. Çünkü emperyalistlerin ve iş birlikçi gericiliklerin çıkarlarına hizmet eden “davalar”, halkların davaları olamaz.

Bu yüzden ister tarihsel arka planıyla ve isterse güncel cereyanlarıyla olsun, bize “milli dava” olarak sunulan gerilim ve çatışmaların arka planındaki çıkarları görmeden olup biteni doğru anlamak ve halklar arasında barışı ve demokratik bir geleceği savunmak da olanaklı değildir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa