27 Eylül 2023 05:26

Göçmen karşıtlığından beslenen particiler

Papa Franciscus, Fransa'nın Marsilya kentindeki Velodrome Stadı'nda düzenlenen ayini yönetti.

Fotoğraf: Mohamad Salaheldin Abdelg Alsayed/AA

Paylaş

Geçtiğimiz günlerde Papa Fransa’nın Marsilya kentinde ziyaretlerde bulundu. Bu ziyaret sırasında dini liderin önemli gündemlerinden biri de göç meselesiydi. Fransız medyasının da sık sık vurguladığı üzere, Papa'nın ziyareti dini olduğu kadar politik bir ziyaretti. Ziyaretin politik boyutu özellikle göç meselesiyle ilgili verdiği önemli mesajlarda açığa çıktı. Fransa’daki Katoliklerin yoğun göç dalgaları nedeniyle ülkelerinde kendilerini azınlık gibi hissettiklerini sık sık dile getirmeleri üzerine, Papa da meseleye dahil olmuş oldu. Fransızların bir bölümü göç yüzünden kendilerini Ortadoğu’daki Hristiyan azınlıkların durumuna düşmüş gibi hissediyorlarmış. Kendi ülkesinde azınlık durumuna düşmek, soyunun geleceğinden kaygı duymak dünyadaki bütün göçmen karşıtlarının ortak söylemi. Söylem size de tanıdık gelmiştir. Türkiye’de de hemen her gün bu tür sözler duyuyoruz. Bu söylem ortaklığı nedeniyle dünyanın bütün göçmen karşıtları birleşebilir herhalde! Ancak sorun şu ki, onlar birbirlerini de istemiyorlar!

Bu yazdığım satırlardan hareketle hemen Papa'nın da göçmen karşıtlığını körükleyen “fetvalar” verdiğini düşünmüş olabilirsiniz, ama yanılıyorsunuz. Tam tersine Papa göçmen karşıtlığını törpülemeye yönelik, insana insan olduğunu hatırlatma gereği duyan konuşmalar yaptı. Marsilya’da, denizde hayatını kaybeden mürettebat ve göçmenler anısına dikilen heykelin önünden, “Akdeniz’i kana bulayan, kayıtsızlık fanatizminin yol açtığı batık tekne trajedilerine artık tanıklık edemeyiz. Böyle bir dram karşısında kelimeler kifayetsiz” diye seslendi. Tüm dünyanın gözü Marsilya’dayken, herkesin görmezden geldiği ya da kanıksadığı bu insanlık dramına dikkat çekmiş oldu. Bence tarihi bir adım. Hele de yabancı düşmanlığının ve ırkçılığın bu kadar ivme kazandığı bir dönemde.

Papa'nın bu tarihi çıkışı ve göç meselesi üzerine düşünürken, Fransa’da Marine Le Pen ve Eric Zemmour’u, Türkiye’de de göçmen karşıtlığının iki temel “neferi (!)”, Meral Akşener ve Ümit Özdağ’ı hatırlamamak ne mümkün?! Hatırlamakla kalmadım ve bir an, “Meral Akşener bir Marine Le Pen, Ümit Özdağ da bir Eric Zemmour mu?” diye düşünmeye başladım. Bu karşılaştırmanın söz konusu particilerin siyasi yol haritaları ile bir ilgisi yok. Karşılaştırma daha çok siyasi yelpazede işgal ettikleri konumla ve siyaset sahnesinde oynadıkları rolle ilişkili. Fransız siyasetinde ve seçmen nezdinde giderek “aşırı” olmaktan çıkıp normalleşen Le Pen ve değiştiği her fırsatta söylenen Akşener’e karşılık, “skandallaştırma (ya da şov) siyaseti” izleyen Zemmour ve Özdağ. İlk bakışta sistem içindeki rolleri ne kadar da benziyor. Muhakememizi ilerletip biraz daha derinden bakınca da bu kadar benziyorlar mı? Biraz düşünelim.

Fransa’da Marine Le Pen bugünlere adım adım geldi. Partisi de kendisi de Fransız seçmenin önemli bir bölümünün kabusu iken, bir seçimden diğerine normalleştiler, kanıksandılar. Bu normalleşmede, Le Pen’in hırçın tavırlarını büyük ölçüde terk etmesinin etkisi oldu. O bugün artık “beyaz Fransızların” bakınca kendilerini gördükleri bir partici. Üstelik de iktidara hiç olmadığı kadar yakın. Ülkedeki göçmen karşıtlığı bu seyirde devam ederse, izleyen seçimlerde partisinin parlamentoda birinci parti olması, hatta kendisinin de cumhurbaşkanı seçilmesi çok uzak ihtimal değil. Marine Le Pen yıllardır sabırla ve sebatla bu yolda ilerliyor, kırıp dökmeden, masaları devirmeden, hatipliğini en büyük silahı yaparak. Fransızlık vurgusunu ve göçmen karşıtlığını siyasetinin merkezine alarak.

Marine Le Pen ile Meral Akşener iki noktada ortaklaşıyor. En başta siyasi söylemleri ortak. Ulus kimliğine yaptıkları vurgu, milliyetçilikleri ve göçmen karşıtlıkları benzer tonda. Siyaset sahnesinde yıllar içinde yerlerini sağlamlaştırmaları, seçmen gözünde olağanlaşmaları da benzer seyirde. Meral Akşener “anaç” tavırlarıyla dikkat çekiyor. Bu iki boyutlu, bazen şefkatli ve koruyup kollayan, bazen de sopasını eline alıp cezalandıran bir Meral annelik/ablalık bu. Marine Le Pen ise böyle bir anaç tavra soyunmuyor, o dava kadını.

İki farklı ülkede iki farklı kadın siyasetçi seçmendeki algılarını normalleştirme adımlarını atadursunlar, aynı iki ülkede, iki erkek siyasetçi de siyaset sahnesindeki şovlarıyla göçmen karşıtlığını köpürtüyorlar. Oy oranları kayda değer olmasa da şovlarıyla gündemdeler, medya her söyledikleri ile ilgileniyor, onları gündem yapıyor. Ve inanması zor olsa da söyledikleri “beyazlarda” karşılık buluyor! Zemmour’un arkasından kim gider dediğimde bir meslektaşım “Güney Fransa’daki çocukluk arkadaşlarımın çoğu Zemmour diyor da başka bir şey demiyor” diye yanıt vermişti. Hayretler içinde bakakalmıştım.

Her siyasetçinin ayrı yol yürüyüşü var. Kimi şovlarla kimi laf ebeliğiyle kimi de sessiz ve derinden yürüyor. Mesele, kimin yol yürürken kimleri nasıl peşinden sürüklediğini anlamakta. Mücadele asıl ondan sonra başlıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa