30 Eylül 2023 04:17

'Zamanın Ruhu' söyle bize: Sputnik’ten Sabah’a; grev kırıcıları ne yana düşer, bizim eski Beko İşçisi Kamber ne yana?..

TGS Ankara Şubesi üyeleri

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş
Her kritik eşik, tüm zorlu dönemeçler gibi grevler de arkasında irili ufaklı haysiyet mezarlığı ve zamanın dindiremediği iç sızıları ile bitmeyen hesaplaşma, yüzleşme yükü bırakabilir… Geçmişini nerede arayacağını ve bulduğunda hoşnut kalacağını bilenler, anın körleştirici kısa vadeciliğinden kendini koruyanlar olur…
Kaybedilen insanlığın aziz hatırasına…


‘Zamanın ruhu’…
Başlıktaki tını aldatmasın…
Ruh çağırmıyoruz…
Uzaklarda aramaya hacet kalmayabilir…
Şah damarı kadar yakın olabilir bana sana bize size….
Azade saymayalım hiçbirimiz; şu ya da bu nispette…
Hepimiz de… Âlâ öyle olsun, tahdit koyalım, çoğumuzun ruhuna sinmiş olabilir, zamanın ruhu…
Bırakın narsistik kibri, kestirip atmayın…
Yoklayın kendinizi, bilhassa kritik an ve eşiklerde, rastlayabilirsiniz, ayak izine rastlayabilirsiniz…
Zamanın ruhu zamanın ruhu!
Nedir bu yahu?!
Geleceğiz oraya da…
Durun, ben size bir arkadaşımdan dinlediğim bizim Muşlu Kamber’i anlatayım…
1990’ların başları…
Geçmiş zaman; ‘91’di galiba…
‘80’lerin ikinci yarısında esmeye başlayan grev rüzgârı, cüreti mayalandıra mayalandıra mahsulünü veriyordu…
İşçiler sokağa çıkıyor, grev hayaleti dolaşıyordu işçi muhitlerinde…
Beko fabrikasında da…
Hiç değilse yakın tarihinde bir ilk olmuş…
Türk Metal üyesi Beko işçileri kısa metrajlı yürüyüşle de olsa sokağa çıkmış…
Greve hazırlanıyordu…
Hazırlığın bir parçasını elbette tereddütlü, greve gönülsüz işçileri ikna çabası oluşturur…
Kim der ki gün gelecek bir gün tersine ikna için uğraşacak öncü işçiler; ama olmuş…
Bizim Kamber’i greve çıkmaması için çok dil dökmüşlerse de ııı; nuh demiş de…
“Bizim” diyorum ama dedim ya arkadaşımdan dinledim, hikâyesini…
“Bir de sen konuş şununla” demişler, arkadaşıma…
Mesele şu imiş:
Kamber’in kundaktaki çocuğunun kalbi delik ve tabiatıyla özen istiyor, sıkı doktor kontrolü istiyor… İstiyor da istiyor yani…
Servisten inince mahallede kahveye çökmüşler…
Arkadaşım başlamış dil dökmeye:

- Çocuk bu haldeyken senin greve çıkman doğru olmaz, çocuğun hayatını riske edemeyiz; buna müsaade edilemez… Zaten komite sana bunu anlatmış… Grevin ne olacağı, nasıl seyredeceği belli değil, ihtiyaçlarını karşılayamayabiliriz, riske etmeyelim bebeğin hayatını… şu bu…

Yok… Tam ikna oldu hissine kapılıyorlar, Kamber yine en başa dönüyor:

- Ben arkadaşların grev nöbeti tuttuğu kapıdan nasıl içeri girip de çalışırım?!.. Nasıl onların yüzüne bakarım?!.. Büyüyünce o çocuğun yüzüne nasıl bakarım…

Uzatmayayım ama merakta da koymayayım sonucu merak eden okuru:
Beko greve çıkamamış…
Leb deyip, leblebi dedirtilemeyen bizim Kamber’i size anlattıran, Sputnik Radyo grevi oldu…
Ama doğrusu daha önce 2009’daki Sabah grevinde de hatırlamak zorunda kalmıştım…
“Kiram var”dan, “Türk İş’e bağlı sendika (TGS) ile olmaz”a… uzanan yelpazedeki kıvırtmaca mazeretleri dinledikçe, bizim Türk Metal ile de olsa greve çıkmayı kafaya koymuş Kamber’i hatırlardım…
En çok da “öncü”lük beklenenlerin yaşattığı ızdıraplarda…  
Neticede her savaş gibi işçi sınıfının ‘grev’ muharebesi de arkasında büyük ya da küçük, ama çoğunlukla bir tür karakter mezarlığı bırakıyor…
Şimdilerde Sputnik Radyo’nun grev kırıcıları yazık ki kazma sallıyor o mezarlıkta…
Umarım kazmayı bırakıp, sendikanın çağrısına uyarlar…
Kapıdaki grev gözcülerine gözükmemek için arka kapıdan çıkanlar, daha dün aynı masayı paylaştıkları arkadaşlarının çağrılarına kulak verip hatalarından dönme basireti gösterir, grev önlüklerini giyerler

BÜTÜN GREV KIRICILARI TOPLAŞIN TEMAŞA VAR…
FİLM SEYREDİP KATHARSİSE ULAŞIN… ARININ…

Sputnik’te yoksa, önerimiz olsun…
Bizim Sabah grevinin tüm etkinlikleri kayıt altına alınmıştı…
Sabah’tan değildi…
Kamerasını kapıp gelmişti bir arkadaş… 
Bir nevi görüntülü günlük tutmayı üstlenmişti…
Yetmemiş; daha sonra o yılki İşçi Filmleri Festivali’nin de teması olacak temanın da isim/fikir babalığını yapmıştı:
Seyretme!
Seyretme katıl; mesajı buydu…
Gazetecilere:
Greve katıl…
Halka:
Haber alma hakkına sahip çıkmak için dayanışmaya katıl… (Daha sonra başlatılacak olan “Sabah okumuyor, ATV izlemiyorum” kampanyasına katıl... Filan… Bir ara anlatmalıyız size bu kampanyayı ve maalesef başına gelenleriyle akıbetini…)
Velhasıl:
Seyretme… diyordu, Sabah grevinin bir bakıma dışa dönük yüzü…
Ben ise şimdi Sputnik’çilere seyredelim diyorum…
Neden?
‘Zamanın ruhu’na merhaba diyelim…
Farz edelim…
Ama sadece farz edelim…
Zamandan münezzeh, sıradan bir günde…
Ya da hayır hayır, şimdilerde, tam da bugünlerde… 
İşçi Filmleri Festivali, “Grev ve Direniş Çemberinde İnsaniyet Testi” temalı film gösterimleri düzenlese…
Açılışa da -teamüldür ya- sinema yazarları…
Elbette “solcu gazeteci” deyince akla gelebilecek isimler de dahil…
Gazeteciler çağrılsa…
Farzı muhal kesesi elimizde nasıl olsa; hovardaca saçıp dökmeye devam:
Çağrı alıp davete icap edenler arasında Sputnik Radyo’dan Ceyda Karan…
Ve programcı meslektaşları Erdal Kaplanseren, Mahir Boztepe… filan…
Ha tabii (Aynı zamanda Radyo’nun yöneticilerinden olan) Fethi Yılmaz da yer alsa…
Salonda, (Grev sırasında sendikadan istifa edenlerden) Enver Aysever’le karşılaşıp selamlaşan onlar da…
Grevi satıp arka kapıdan işe devam edenler ile…
Grev kırıcıların siperini tahkim etmek üzere yeni işe alınmış gazeteciler de yer alsa…
Hep beraber mesela, Çark’ı [1] izlesek…

‘ÇARK’IN KISSASI ‘EKSEN’ OLUR MU?

Çark?
12 Eylül sonrasında (1987) memleket dahilinde çekilen ilk işçi filmi…
Cam atölyesinden tersaneye, Kazlıçeşme’nin deri işçilerine, sınıfın hallerini kurcalıyor…
Filmi anlatacak değilim…
Lakin esas mevzumuza bağlanabilmek için bir bölüme zum yapacağım:
Rauf Usta (Tarık Akan) ve üç arkadaşı, patronun, “Siz kalın, diğerlerini atmak zorundayım” teklifini kabul etmeyince işlerinden olurlar…
Borç diz boyu; evde çoluk çocuk ekmek bekler…
İş olmayınca “eş” de tehlikeye girer kimi için; terk edilme tehlikesi çan çalar… Derken…
Sonunda iş bulunur…
Onlar en halisinden cam ustası ama iş seçecek durumda değiller; tersanede alırlar soluğu…
Kamyondan kasasından inerler, imza mimza faslı derken, işe koşulurlar… da…
Meğer grevde olan bir tersanede işe başlamışlar; grev gözcülerinin haber ettiği grevciler ‘dalınca’ anlarlar, grev kırıcısı olarak işe alındıklarını:

- “Arkadaşlar, biz grevdeyiz… kanunen yasak grevdeki işçinin yerine işçi almak ama patron sizi bizim yerimize işe alarak grevi başarısız kılmak istiyor…
Biz ekmeğimizin peşindeyiz, çoluk çocuk ekmek bekliyor… Ekmeğimizle oynamayın, patronların tezgahına gelmeyin… Bugün bize yarın size… gelin ihanetten vazgeçin…”

İşçilerin ajitasyonu karşılığını bulur bizimkilerde; kafaları karışır…
Kısa bir istişare ve…
“Biz haysiyetli insanlarız; kimsenin ekmeğiyle oynamayız, grev kırıcı olacağımıza…” tutumunda birleşerek, patronun tezgâhını bozarlar, eve işsiz dönmeyi göze alarak… 
Şimdiii…
Tam bu sahnelerde, o ajitasyon anında salonda alkışlar ve yuhalamalar birbirine karışsa…
Ceyda Karan ile programcı grev kırıcı “ortakları” Erdal Kaplanseren, Mahir Boztepe, Fethi Yılmaz ne yapar?
Ya Sputnik’e grev kırıcı olarak işe alınanlar?
Grev kırıcı patrondan yana mı olurlar, grev kırıcıları ikna etmeye çalışan grevcilerin konuşmasını alkışa mı katılır?..
Akıl ve gönüllerinin nabzı kimden yana atar?
Ceyda Karan, dayanamayıp ayağa fırlamamış, “Oyuna geliyorlar oyuna… Aziz Nesin’in Büyük Grevini okumalı” diye taarruza geçmemişse şayet…
Salon çıkışında kendisine yaklaşan Evrensel muhabiri sorsa:

- “Filmi nasıl buldunuz?.. Rauf Usta ve arkadaşlarının yerinde siz olsaydınız tavrınız ne olurdu?.. Grev kırıcı olmaya devam mı ederdiniz, yoksa onlar gibi grevci işçilerin çağrısına uyarak grev kırıcılığından vaz mı geçerdiniz?..”

Ceyda Karan ya da Fethi Yılmaz…
Ya da Mahir Boztepeler ne cevap verirdi?...
‘Farz edelim’ seansımıza devam etsek ve…

- Ne münasebet… Sorunuzu hakaret, cevap vermeyi zul sayarım… Bırakın benim gibi sosyalist, komünist bir kimlik taşımayı, en geniş anlamıyla bir solcunun nasıl tavır alacağı belli değil mi? Sormamış olun; tabii ki grev kırıcı olmazdım!!! Tarık Akan’dan (Rauf Usta) evvel ben atılırdım öne, tabii önce patronun gözüne indirmeden de gitmezdim arkadaşım!..

Muhabir arkadaş “Madem öyle” diyerek, soruyu gediğine oturtsa:

- Peki bu halde neden aynı tavrı Sputnik’te göstermiyorsunuz? Sputnik’te grev kırıcı ama Çark’ta, işçi filminde direnenden, işçiden, grevden yana olmayı nasıl açıklıyorsunuz? Siz hangi Ceyda Karan, Mahir Boztepe, Erdal Kaplanseren, Fethi Yılmaz’sınız? Hangi karakter sizi temsil ediyor?

Siz bu “farz edelim” sahnesinin nereye varacağını merak ederken, ben de kendi merakımın peşine düşeyim…
Farz edelim ki….
İşçi Filmleri Festivali aynı daveti Hafıza Merkezi’nden Murat Çelikkana da iletsin…
Çelikkan da “Şöyle bir görünüp çıkarız” diyerek beraberinde Levent Tayla’yı da götürse…
Ve yan yana izleseler filmi; yukarıda anlattığımız sahnede onların tepkisi ne olurdu?
Dahası bizim muhabir, Ceyda Karan’lara sorduğu aynı soruyu Murat Çelikkan ve Levent Tayla’ya sorsa…
2009’daki Sabah grevinin grev kırıcıları olarak, “Siz hangi tarafta olurdunuz” diye sual etse….
Hatta Levent Tayla’nın Sabah grevi sırasında dergiler genel yayın yönetmeni olarak, gazetecileri sendikadan istifaya zorladığını, bunun için grevci Ender Ergün’le mahkemelik olduğunu hatırlayıp sorsaydı?
Levent Bey, kendinizi Kazılıçeşme’de sürekli işçileri kontrol eden, “ortalığı karıştırmayın” diye fırça çeken o iki gözcü işçi çavuşlarına benzettiniz mi? Onlarda Sabah grevi sürecinde grev kırıcılığı dayatan Levent Tayla’yı gördünüz mü?
Levent Tayla…
Murat Çelikkan…

Ne derlerdi acaba?
Neyse, Sputnik’e dönelim… diyeceğim ama…
Grev kırıcılığı da ortak ruh haline, benzer karakterlere ve bunları temsil eden tepki ve reflekslere sahip değil mi?..
Mesela hem 2009’daki Sabah grev kırıcıları…
Hem halihazırdaki Sputnik’teki muadilleri “bizim” farzı muhallerimizi yanlış bulabilirler…
‘Çark’ düz/mavi yakalı işçileri anlatıyor…
Halbuki bizim/gazetecilerin “eksen”i farklı, sapla samanı karıştırıyorsunuz, itirazında bulunabilirler…
Gerçi sapla samanı karıştırıp…

KOCAMAN BİR AYIBI DAHA HANELERİNE YAZARAK, AZİZ NESİN’İN BÜYÜK GREV’İNE SARILMIŞLAR…

Ama yine de ‘Çark’lardaki hikâyenin kendilerini temsil edemeyeceğini savunabilirler…
Dahi, ‘indirgemecilik’ yapıyorsunuz ithamında bulunabilirler…
Kırmayız biz de…
Farz edelim pergelimizin sabit ayağını Sputnik’e, Sputnik grev kırıcılarının masasına yerleştirdik…
Diğer ucunu ABD’ye uzatalım…
Soralım:

HOLLYWOOD’DA OLSANIZ, SENARİSTLERİN GREVİNE KATILIR MIYDINIZ?..

Sabah grev kırıcılarını temsilen Murat Çelikkan ile Levent Tayla da cevaplayabilir…
Hani ön anlaşmayla henüz sonuçlanan (Bunun haberini yazdılarsa, ne hissetmişlerdir acaba Sputnik grev kırıcıları?) Hollywood grevinden söz ediyorum…
Derken, bak bunu da önerebiliriz:
Trumbo [2] …   
İster misiniz bunun üzerine Sputnik Grev Komitesi, tüm grev kırıcılarıne postasına/WhatsApp’ına filan dünyanın grev/işçi direnişi temalı filmlerinden seçki yapıp yollasınlar…
Önerim olsun arkadaşlara; yaparlarsa böyle bir “arkadaşlık” Trumbo’yu ihmal etmesinler, ben olsam başlara yazardım…
Bana da sorunca İşçi Filmlerinden Önder önerdi, Trumbo’yu…
1940’ların ABD’sinde…
Soğuk Savaş stratejinin operasyonu, antikomünist “cadı avı” kuşatmasının Hollywood hallerine kamera tutuyor…
Spartaküs’ün senaristlerinden Dalton Trumbo’nun yaşadıkları ekseninde, Hollywood Onlusunun yaşadığı badireyi anlatıyor…
Çark’taki Rauf Usta’yı pek uzak saydınız diyelim…
Dumanı tüten son Hollywood’daki senaristlerin grevinde peki nerede olurdunuz?
Ya da Soğuk Savaş ABD’sinde McCarthycilik karşısında tavrınız?
“Kara liste”deki “Hollywood Onlusu” gibi direnişin (Kuşatmaya karşı teslim olamamak da bir grevdir) mi, yoksa türlü mazeretlere sığınarak beyaz bayrak çekenlerin mi yanında dururdunuz?...

PEKİ ŞİMDİ NEDEN SPUTNİK’TE GREV KIRICISI OLUYORSUNUZ?..

Bu tercihinizle, “Gene o zibidinin yanından mı geliyorsun” çemkirmesiyle evde kızının üstüne yürüyen ama az sonra izlediği dizide, sevdiği delikanlıyla birlikte olmasına engel olan babaya saydıran adam haline düşmüyor musunuz?..
Bu yaman çelişki de -ahirden miras olarak- zamanın ruhuna dahil…
Ama hepsi bu değil… ise…      
Öyleyse zamanın ruhu nedir?..
Neoliberal kapitalizmin şekillendirdiği kişiliklerle gündelik hayata taşınan ve onu belirleyen davranış tarz ve hallerinin ruhu… desem… Çok mu soyut kaçar…
Olabilir ama fakat öyledir ve …
Uzun tartışma icap ettirir…
Bol çeşnilidir…  
Postmodernizmin mührü barizdir mesela:
“Tutarlılık” arama çağrısı yapar, tutarsızlığa övgü düzer…
Tutarlılık, totalitarizme uzanan otoriter salıncak sayılır…
Nidası: Tutarsızlığa özgürlük!..
Farzı muhal, mevzumuza bağlasın:
Zamanın ruhu…

GREV KIRICIYA GREV NAMINA ÖDÜL VERİR…

Hem de Metin Göktepe Ödülü’nü…
Şaka değil, aynıyla vaki!..
Anlatayım:
2009’da Sabah’ta köşe yazarıydı, Umur Talu…
“Sabah Onlusu”…
Express dergisinin o sırada yaptığı benzetmeyle “Güzel Onlu” soğuk bir şubat sabahı grev önlüklerini giyerken Sabah gazetesinin önünde…
Umur Talu, muhtemelen o günkü yazısını tasarlıyordu, içeride kahvesini yudumlarken…
Ve bu, grev boyunca, aylarca değişmedi hiç; Umur Talu yazmaya devam etti…
Grev gözcüleri, gözcülük etti Umur Talu’nun da çalışmasına…
Yine böyle bir gün Umur Talu ile birlikte ödül aldıklarını öğrendiler…
Sabah grevcileri Metin Göktepe Dayanışma Ödülü’ne layık görüldü…
Umur Talu Metin Göktepe 2009 Onur Ödülü’ne...

Neden?
Sıkı durun:
Sabah grevini yazdığı için…
Evet evet…
Sabah grevine katılmayan, grev kırıcı olan Sabah Yazarı Umur Talu, Sabah grevine dikkat çeken yazısı nedeniyle ödüllendirildi…
Hem de geleneksel kıymetli Metin Göktepe Ödülü ile…
Zamanın ruhu, dedik ya, tutarlılık aramaz…
Aramadı, grevcilerle grev kırıcısına aynı programda, aynı salonda, TGC’de ödül verdi…
Oradaydık…
Şahitlik ettik, dinledik konuşmaları…
Dilinde özgürlük ve isyanken, pratikte konformizmin uysal kölesi olmaktı zamanın ruhu…
Amma velakin….
Zamanının ruhu, tutarsızlığa övgü değildi sadece...
Ben merkezliydi…
Tarihsizlikti…
Unutkanlıktı …

Hesap sor(a)mazdı da tabiatıyla…
Dedim ya, ödül töreninde cümleten ordaydık…
Ama fakat hakkını teslim edelim:
Umur Talu unutmamıştı, dahası yaşanan yaman çelişkinin, olan biten tuhaflığın farkındaydı…
Mahcuptu…
Nitekim…
“Utanıyorum” demişti, alırken ödülü:
“Aslında utanıyorum ödülü alırken”… [3]
Ama vermişlerdi… Canları sağ olsun…
Ama almıştı… Canı sağ olsun…
Son seçimde de TİP, İstanbul’dan milletvekili adayı yaptı, Umur Talu’yu…
Dedik ya tarihsizdir… köpüktür… unutkandır, zamanın ruhu…
Zamanın ruhu önüne katmış her şeyi süpürüp götürüyor- du…
Hâlâ diyor, Sputnik’te yaşananlar…
“Eksen” kayarken yalın soru ortada duruyor:

HANGİ/KİMİN ‘EKSEN’İ BELİRLİYOR DURUŞUNUZUN KOORDİNATLARINI?

Meslektaşımız John Reed’in Dünyayı Sarsan On Gün’de bozguncu Es-erci’lerin (SR/Sosyalist Devrimciler) ile tartışan o Bolşevik erin sorduğu yalınlıkta hem de..
Ne diyordu asker yoldaş:
İki sınıf var şimdi. Burjuvazi ve proletarya; sen hangisinden yanasın?..
Hayatın, son tahlil manasına gelen ‘savaş’ların sorusu bu kadar sade ve direktir…
Grev de bir sınıf savaşıdır ve saflar ak ile kara gibi ayrıdır ve şimdi tarih, Sputnik Radyo’da soruyor:
Hangisinden yanasınız; proletaryadan /grevciden mi?
Burjuvaziden/Patrondan yana grev kırıcı mı?...
Hangisi…
Henüz vakit varken…
Çıkın o haysiyet mezarlığından…
Tarihin grev kırıcısı önlüğünü yırtın atın…
Bizim gibi siz de…
Grev gözcüsü önlüğünü layık görün kendinize…
Hadi arkadaşlar…
Şimdi… Hemen…
Lütfen…

 -------------

 [1] Çark, senaryosunu Bekir Yıldız ve Haşmet Zeybek’in yazdığı, yönetmenliğini ise Muzaffer Hiçdurmaz‘ın üstlendiği, 1987 çıkışlı film. Filme can verenler arsında Tarık Akan, Müge Akyamaç, Cezmi Baskın, İhsan Yüce ve Kenan Bal, Savaş Yurttaş da yer aldı.

[2] Trumbo, Jay Roach’un yönettiği, John McNamara’nın yazdığı Amerikan yapımı biyografik drama filmi. Filmde Bryan Cranston, Diane Lane, Helen Mirren, Louis C.K., Elle Fanning, John Goodman ve Michael Stuhlbarg oynuyor. (Vikipedi)

[3] 13 Nisan 2009, “BU ÖDÜLÜ ALMAKTAN ASLINDA UTANIYORUM!” METİN GÖKTEPE ONUR ÖDÜLÜ UMUR TALU’NUN!.. SABAH BU ÖDÜLÜ NASIL DUYURDU? (medyaradar.com)

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa