Ankara saldırısı ve Fidan’ın ‘meşru hedefler’i!
Fotoğraf: AA
Geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanlığının Emniyet Genel Müdürlüğü giriş kapısı önünde gerçekleştirilen ve PKK tarafından üstlenilen bombalı saldırıdan sonra iktidar cephesinden yapılan açıklamalar, iktidarın saldırıyla ilgili soru işaretlerini aydınlatmayı değil, bu soru işaretlerini ülke içinde ve sınır ötesindeki politik hedefleri için kullanmayı amaçladığını gösteriyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, son saldırıyla ilgili açıklamasında geçen yıl Mersin’de polisevine yapılan saldırıdan sonra dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yaptığı açıklamayı hatırlatırcasına saldırının adresi olarak Suriye’yi işaret ediyor. Fidan, saldırıyı gerçekleştirenlerin Suriye’den geldiklerini ve Suriye’de eğitim gördüklerini söyledikten sonra “Irak ve Suriye’de PKK ve YPG’ye ait olan bütün altyapı üstyapı tesisleri, enerji tesisleri bundan sonra güvenlik güçlerimizin, silahlı kuvvetlerimizin, istihbarat unsurlarımızın topyekun meşru hedefidir. Üçüncü tarafların PKK/YPG’li tesislerden ve şahıslardan uzak durmasını tavsiye ediyorum” açıklamasını yapıyor.
Son saldırının nasıl gerçekleştirildiği konusunda birçok soru işareti bulunuyor ki iktidarın medyadaki sözcülerinden Abdülkadir Selvi dünkü yazısında saldırıyı gerçekleştirenlerin nasıl geldiklerinden patlayıcıları hangi kanaldan getirttiklerine ve gasbedilen aracın plaka kaydının yapılıp yapılmamasına kadar bu soru işaretlerini 6 başlıkta toplamıştı. Ancak Fidan’ın açıklamasında söyledikleri, bu sorulara yanıt vermek yerine son saldırının Suriye ve Irak’a yönelik gerçekleştirilen ve uluslararası hukuk bakımından her defasında tartışma yaratan operasyonlara dayanak haline getirilmesi çabasını açıkça ortaya koyuyor.
Nitekim Ankara’daki saldırıdan sonra Türk savaş uçakları Irak Kürdistan Bölgesi sınırları içinde Süleymaniye ve Duhak kırsalını da kapsayan hava operasyonları gerçekleştirmiş ve Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid, Irak’ın egemenlik haklarını ihlal ettiği ve sivil ölümlerine yol açtığını söyleyerek bu operasyonları kınamıştı.
Geçtiğimiz ay da Türkiye’nin Süleymaniye’deki Erbet Havaalanına yönelik SİHA saldırısında Kürdistan Yurtseverler Birliğinden (KYB/YNK) 3 Peşmerge yaşamını yitirmiş, Türkiye Dışişleri Bakanlığı saldırıya hedef olanların “YPG ile talim yaptıkları” açıklamasını yapmıştı. Fidan’ın son açıklamasındaki “Üçüncü tarafların PKK/YPG’li tesis ve şahıslardan uzak durması” tavsiyesi, benzer saldırıların devam edeceğini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda sivil ya da askeri ayrımı yapmadan bundan sonra ‘tehdit’ olarak görülen her kişi ya da kurumun hedef alınacağı mesajını da veriyor.
Bu arada Erdoğan yönetimi ile Irak’taki Sudani hükümeti arasında önceki hükümetlere nazaran daha iyi ilişkiler bulunduğunu da söylemek gerekiyor. Son operasyonlardan sonra Irak Savunma Bakanı Abbasi de “operasyonlar ve sınır güvenliği” konusunda Milli Savunma Bakanı Güler ile görüşme yapmak üzere dün Ankara’ya gelmişti. Geçtiğimiz ağustos ayında da Dışişleri Bakanı Fidan Irak merkezi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile görüşmeler yapmak üzere Irak’a bir ziyaret gerçekleştirmişti. Ancak buna rağmen geçtiğimiz günlerde İranlı Kürt partilerin kamplarının boşaltılması ve sınıra ‘sınır muhafızları’nın yerleştirilmesi konusunda İran’la anlaşma yapan Irak hükümetinin PKK kampları konusunda Türkiye ile benzer bir anlaşma yapması ya da böylesi bir anlaşmayı uygulaması kolay görünmüyor. Kaldı ki PKK bugün Kandil’deki kampların ötesinde Irak’ta Süleymaniye ve Kerkük’ten Şengal’e (Sincar) kadar geniş alanlarda etkin pozisyonda bulunuyor. Bu nedenle PKK’nin Irak’ta güç kazanmasını kendisi için bir tehdit olarak gören KDP ve Barzani yönetimi de Türkiye’nin PKK’yi etkisizleştirmeye yönelik operasyonlarına destek veriyor.
Öte yandan SDG Komutanı Mazlum Kobani’nin “Ankara saldırısını gerçekleştirenlerin kendi bölgelerinden gitmediği ve Türkiye’nin iç çatışmalarına taraf olmadıkları” açıklamasını yapmasına rağmen Dışişleri Bakanı Fidan’ın neden son saldırıyı gerçekleştirenlerin Suriye’den geldikleri ve Suriye’de eğitim gördüklerini söylediğini tahmin etmek zor değil. Bilindiği gibi Erdoğan iktidarı uzunca bir süredir Rojava’ya yönelik yeni bir operasyon için fırsat kolluyor ancak bölgedeki dengeler nedeniyle bunu bir türlü gerçekleştiremiyor. Dolayısıyla Fidan’ın son açıklamaları Rojava’ya yönelik operasyon için yeni bir arayışa girildiğini/girileceğini haber veriyor.
Peki, Kobani ve Rojava’daki Kürt güçleri her defasında güvenlik sorunlarının çözümü konusunda Ankara ile görüşmeler yapmaya hazır olduklarını söylemelerine rağmen Erdoğan iktidarı neden operasyonda ısrar ediyor?
Bu sorunun yanıtını anlamak bakımından öncelikle son Ankara saldırısından sonra İstanbul başta birçok kentte HDP üye ve yöneticilerine yönelik gözaltı operasyonlarına işaret etmek gerekiyor.
Abdülkadir Selvi, istihbarat kaynaklarına dayandırdığı söz konusu yazısında saldırıyı gerçekleştirenlerin “Hazırlıklarının dışarıya sızmaması için, içerideki terör unsurlarıyla irtibat kurmamaya özen gösterdikleri”ni söylüyor. Ancak buna rağmen saldırının hemen ardından sanki saldırıyla ilişkileri varmış gibi aralarında HDP yöneticilerinin yer aldığı yüzden fazla insan gözaltına alınıyor.
Eğer iktidarın Kürt sorununu demokratik siyaset zemininde ve barışçıl yöntemlerle çözmek gibi bir derdi olsaydı, yapması gereken ilk şey HDP başta meşru temsilcileri muhatap almak olurdu. Oysa iktidar, HDP’yi bir “terör odağı” gibi “hedef” olarak gösteriyor ve dahası bu algıyı güçlendirmek için son saldırıdan sonra birçok kentte siyasi operasyonlar düzenliyor.
Çünkü iktidar Kürt sorununu çözmeyi değil, bu sorunu içerideki ve sınırların ötesindeki siyasi hedefleri için araçsallaştırmak istiyor.
Birinci olarak iktidar, HDP ve demokrasi güçlerine yönelik siyasi operasyonları, kurduğu baskı rejimini devam ettirip muhalefeti sindirmenin aracı olarak kullanmaya çalışıyor. Her ne kadar ifadesini alan savcılık tarafından serbest bırakılmış olsa da Ayşenur Arslan’ın sadece Ankara saldırısıyla ilgili soru işaretlerini gündeme getirdiği için linç kampanyasıyla karşı karşıya kalması ve Halk TV’deki programına son verilmesi bu sindirme politikasının çarpıcı bir örneğini oluşturuyor.
İkinci olarak, Kürt sorunundan kaynaklı Irak ve Suriye’ye yapılan operasyonlar Türkiye’yi daha geniş alanlarda bu sorunla yüz yüze getirip çözümsüzlüğü derinleştirdiği halde iktidar bu politikada ısrar ediyor. Çünkü Kürt sorunundan kaynaklı operasyonları, bölgede yayılmacı emellerin bir dayanağı olarak kullanmak; böylece emperyalistler arasındaki paylaşım mücadelesinde aktif pozisyon alıp bu mücadeleden pay kapmak istiyor.
Dolayısıyla “terörizm tehdidi” üzerinden Türkiye toplumunu bir ‘korku tüneline’ sokup kendi politikalarına meşruiyet yaratmaya çalışan iktidar, aslında bu tehdidin gerçek müsebbibi konumunda bulunuyor. İçerideki baskı rejimine karşı demokrasiyi ve bölgedeki savaşçı politikalara barışı savunan güçlerin bu gerçeği görerek tutum alması gerekiyor.
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar 03 Aralık 2024 06:55
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34