Emekçiler ayakta, fakat muhatabı yok
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/235920.jpg)
Fotoğraf: Uğur Yıldız/Evrensel
Ekonomik koşullar yaşamı zorlaştırdıkça doğal olarak kamu ve özel kesimde emekçiler direnişe geçmekte, ücret ve maaşlarına zam talebine yönelmekteler. Bugün hepimizin bildiği ve gazetelere yansıyan bu olayın bazı veçhelerini siz değerli okuyucularla tartışmaya açmak istiyorum.
Bu konuda birinci mesele, kamu ve özel kesimdeki emekçilerin geçinme zorluğu içinde olması değil, zira bu bir durumsal olgudur fakat emekçilerin haklı direnişlerine olumlu yanıt bulamamalarıdır ki bu durum bir toplumsal soruna siyasi yaklaşımdır. Kamu kesim için durum ilk bakışta bütçede para yok gerekçesi ile anlaşılır gözükmektedir. Halkımızın henüz kapitalistleşmenin katılaştırmadığı anlayış düzeyiyle bütçe kısıtı kabul edilebilir, hatta makul dahi görülebilirdi. Ne var ki parlamentoda milletvekilleri bir saat içinde olağanüstü maaşlarına olağanüstü zam yapabiliyorlarsa, kamu emekçilerine içinde bulundukları sıkıntılı yaşama koşullarına sabretmeleri önerilemez ve böyle bir öneri hak ve adalet duygusu ile bağdaşır görülemez. Kamu kesiminde mesele milletvekilleri maaşları ile de sınırlı değildir. Milletvekillerinin sağlık ve bazı masraflarının bütçeye yıkılması ve emekli maaşlarının da maaşlarına paralel şekilde artması da hakkaniyet ölçüleri ile makul görülemez.
Devlet erkanının şatafatlı yaşamları ve ileri Batı ülkelerinde dahi görülemeyen israf eğilimleri hiçbir ölçütte kabule edilir değildir. Tüm bu eğilimler, yüzyıllık cumhuriyet yönetiminde dahi henüz idrak edemediğimiz devlet yönetim anlayışının sonucu olsa gerek! Nitekim özünde halkın seçtiği siyasi hizmetkarlara hâlâ “devlet adamı” sıfatının yakıştırılması bu patolojiyi terk etmemiş olmamızın sonucu olsa gerek! Çoğu yasaların uygulama alanına makul sürede girememesi geçmişin vazgeçilemez anlayışlarının sonucu olarak kabul edilir olsa da türban şatafatı içinde topluma zerk edilmeye çalışılan kutsallıkların devlet şatafatıyla ne denli sahteleştirildiğinin resmidir.
YENİ PARANIN YÜKÜNÜ ÇEKEN BELLİ
Ekonomik kriz dönemlerinde çeşitli vergilerle veya sair yollarla kamu gelirlerinin yükseltilerek kamu çalışanlarının ekonomik durumunun düzeltilmesinin gerekli olduğu düşünülebilir. Vergi gelirlerinin yükseltilmesi devletin sınıfsal niteliği nedeniyle, genellikle gelir düşüklüğünden şikayet eden emekçilere ilave yük anlamına gelir. Şöyle ki günümüz koşullarında olduğu üzere, vergi yükü dolaylı vergilere kaydırıldığı sürece emekçiler ve emekliler vergi baskısı altına girmiş olmaktadır. Kamu gelirlerini yükseltmenin diğer yolu ise piyasaya yeni para sürmektir. Piyasaya sürülen her bir kuruş da vergilerden gelmediği sürece enflasyonist etki yapar. Enflasyonist koşullarda en fazla zararı da yine sabit gelirliler ve emekçiler çeker.
Özel kesim emekçilerine geldiğimizde, burada emek verimliliği ve kâr hırsı devreye girmektedir. Emekçiye ödenen ücret, gerçek anlamda üretimin asıl sahibi emekçinin hakkı olmakla beraber, firmalar için bir maliyet unsurudur. O nedenle, sermaye ile emek üretim faaliyetinde ortak değil, biri diğerinin öz evladı olmakla beraber, burjuva sistemi ve hukukunda zıt öğelerdir. Kriz dönemlerinde ücretin baskılanması sermaye birikimine gidecek artık değerin daralmasının sonucudur. Artık değer daraldığında, bunun içinde kâr ve ücretin payları üretim ajanlarının karşılıklı güç ilişkilerine göre şekillenir. İlginç olan şudur ki, üretimin asıl sahibi emekçi olmakla beraber, geçerli burjuva hukukuna göre sermaye sahibinin üretimde hak sahibi olarak kabul edilmesi nedeniyle paylaşımda patron başattır. Hatta patronun başatlığı devlete karşı da geçerlidir. Ondan dolayıdır ki vergi ve kamu harcamalarının yönlendirilmesi konularında devlet karşısında patron daha avantajlıdır ve vergi yükü emekçi üzerindedir.
Özel kesimde emekçilerin içine düştüğü olumsuzluğun bir sebebi de sanayinin verimsizliği ve üretimin ithal girdilerle sürdürülüyor olmasıdır. İthal girdiler genellikle yüksek seyreden döviz kuru ile maliyetleri yükseltirken, patronun en önemli manevra alanını emekçi ücreti oluşturur. İşsizliğin yoğun, yedek işçi ordusunun bolluğu karşısında emekçilerin ücret baskılamasına karşı direnci de ciddi olarak kırılır.
Bu konuda karşımıza çıkan ikinci mesele ise gerek özel gerek kamu emekçilerinin kurtarıcısı olarak görülen sendikaların emekçi hakları mücadelesinde öngörüldüğü kadar başarılı olamamalarıdır. Bunun sebepleri de sendikalarda taban ile yönetici sınıf arasındaki derin farktan, sendikaların sarı sendika alanına savrulmaları ve/veya sendika başkan ve yöneticilerinin sendikal yaşam sonrasında siyasete atılma eğilimlerine dek bir dizi nedene dayanmaktadır. Tüm bu eğilimler, sendikaların emekçi haklarını korurken, aynı zamanda sisteme zarar vermeme konusunda hassas davranma durumunda olduklarının/kaldıklarının da göstergesidir. Diğer bir deyişle, sendikaların emekçi haklarını savunmadaki yetersizlikleri, sayılan tüm sebeplerin özeti olarak, sistem içinde ve sistemin bir yapısı olmalarından kaynaklanmaktadır. Hal böyle olunca, sendikaların hak arama mücadelesindeki gücü sistemin içinde kalma endişesi ve sistemin müsaadesi ile sınırlı olmaktadır. Kısacası sendikal mücadele tabii ki meşru ve gerekli olmakla beraber, bunun sistem içi bir mücadele olduğu da hatırda tutulmalıdır.
EMEK HAREKETİ SİYASALLAŞMALI
Görülüyor ki emek-sermaye çatışması sistemin sınıfsal yapısında mündemiç olmakla beraber, çeşitli sosyolojik ölçütlerle toplumsal kutuplaşmanın giderek ağırlaştığı ve yoğunlaştığı günümüz koşullarında daha da girift hale gelmektedir. Her halükarda emekçilerin mücadele güçlerini birleştirerek sermayeye yöneltmeleri gerekirken, toplumun çeşitli ölçütlerle sosyal ayrış(tırıl)ması ve bu ayrışmanın kışkırtılması emekçileri de sermaye lehine kendi arasında ayrıştırmaktadır. Durum bu ve sistem içinde kalındığı sürece, ekonomik koşullara göre derin ya da sığ emek sömürüsü kaçınılmaz olmaktadır. Ekonomik refah dönemlerinde gevşeyen sömürünün, ekonomik kriz ve sıkışıklık dönemlerinde sıkılaşması da kader olmaktadır. Bu koşullarda emek sömürüsü de sistemin sürdürülebilirlik takatine göre şekillenir.
Doğal olarak sendikalar olacak ve emekçiler sendikal örgütlenmede yer alacaklardır. Fakat sonuç alınabilecek emek mücadelesinin asıl silahı emekçilerin ve emek hareketinin siyasallaşmasıdır. Siyasallaşan emek hareketinin sendikal hareketten çok daha şiddetli sistem baskısına maruz kalacağı açıktır ancak böyle bir mücadele sürdürülürken dahi emek hareketlenmesinin sermaye ve hükümet üzerindeki korkutucu etkisi sendikal mücadeleden çok daha yoğun olacaktır. Emek hareketinin siyasal örgütlerde yansıması, aynı zamanda teori ile pratiğin bir araya getirilmesinde de önemli bir araç olur.
Evrensel'i Takip Et