Artık sanat mümkün mü?

Görsel: Dimitris Vetsikas/Pixabay

Altın Portakal’da “Kanun Hükmü” filmi sansürlendi… “Morris Micklewhite ve Turuncu Elbise” kitabı muzır ilan edildi… Feshane’deki “Ortadan Başlamak” sergisine soruşturma… Hedef gösterilen “Yeniden Buluşacağız: İmroz’un 1964 Belleği” sergisi iptal edildi… Bursa Valiliğinin Nilüfer Müzik Festivali’ne yönelik yasakları ardından festival iptal edildi… Rapçiler Heijan, BIG ve CAC gözaltında, Muti hakkında yakalama kararı… Tarsus Belediyesinin düzenlediği tiyatro oyunu hakkında suç duyurusu… Kuzey Fest yasaklandı, mahkeme yürütmeyi durdurma talebini reddetti… Melih Gökçek’in hedef gösterdiği Cem Adrian konseri iptal edildi…

Bu başlıklar “Susma 24 - Sansüre ve Otosansüre Karşı Platform”dan hızlı bir turda ilk gözümüze çarpanlar. Özellikle Gezi’den sonra görünür bir biçimde artırılan, 2015 seçimleri ve Barış Süreci’nin sona ermesiyle tırmandırılan siyasal şiddet sanat alanını tam bir cendereye almış görünüyor. Halihazırda siyasal şiddetin bir rutin haline gelmesinin, iktidar blokunun kırmızı çizgilerini savunma ve bunun üzerinden karşı tarafı suçlama gayretinin varlığı sanat üretimini de şekillendiriyor. Yaratıcı daha fikir aşamasında eliyor bazı konuları, temaları ya da estetik tercihleri. Bununla da kalmıyor otosansür. Yaratıcıya kaynak, olanak sunan kurum ve mekanlar da böyle bir içgüdüyle hareket ediyor. Bir filme finansör olmak, bir sanatçıya galeriyi açmak, bir müzisyene konser salonu tahsis etmek için ‘çek’ edilecek uzun bir hassasiyetler zinciri var çünkü iktidarın.

Hal böyle olunca, zaten zorlu bir otosansür sürecinin ardından ortaya çıkan sanatsal yapıt bile insanlarla buluşamadan sansürün gadrine, siyasilerin ya da kolluğun yasaklarına maruz kalıyor. Ve tekrar başa dönüyoruz. Bu ağır sürecin ardından yaratmak için yeniden işinin başına dönen sanatçı sınırları daha daralmış, olanakları daha azalmış, eserini insanlarla buluşturma olanağı sembolik bir düzeye inmiş halde buluyor kendisini.

Burada uzun uzun, “sanatın profesyonelleşmesi”nin sanatçıyı da piyasaya bağımlı hale getirdiğini, piyasa hassasiyetlerinin, beklentilerinin de bu daralmada etkisi olduğunu tartışmayacağım. Başka bir yazının konusu olsun bu. Küçümsediğimden değil, bilakis bugün ‘yaratıcının’ düştüğü pasif durumun temel nedeninin bu bağımlılık ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Evet birçok sanat eseri sanatçıdan çıktıktan sonra meta haline gelir. Ama sanatçının eserine bir meta gibi bakmaya başladığı an bağımlılık ilişkisi de inşa ediliyor.

Çok daha can yakıcı olan ağır baskı koşullarını anlatarak girdik yazıya oradan devam ederek bitirelim. Bu ağır koşullarda özellikle de sinema, tiyatro gibi maliyetli alanlarda üretim yapmak giderek zorlaşıyor. Tiyatro adına bir şey diyemeyeceğim ama sinemada hem salonların durumu hem de seyirci alışkanlıklarının değişmesi nedeniyle bir filmin maliyetinin bilet geliriyle karşılanması neredeyse imkansız. Eğer bir ressamsanız eseriniz satılmalı, yazarsanız yayınevini darda bırakacak mevzulara girmemelisiniz.

Peki bütün bu hengamede sanat mümkün mü? Ama bir zanaat olarak sanat değil? Film çekmek, resim yapmak, roman yayımlamak değil tek başına. Risk alan, sözü olan yapımlar mümkün mü? Yeni bir dil, farklı bir estetik, güçlü bir karşı koyuş inşa etme iddiası taşıyanlar... İçinde bulunduğumuz koşullara bakınca imkansız görünüyor. Böyle görünmesine neden olan şeylerin başında yerleşik hale gelmiş sanat üretimi koşulları dışında düşünememek geliyor bana kalırsa. İyi bir filme kıymetini gösterildiği festivalin, bir resmin değerini kimin satın aldığının belirlediği bir düzlemde sanatın öncelikleri üzerine tekrar tekrar düşünmek gerekiyor sanki.

“Artık sanat mümkün mü?​” sorusuna dönelim ve çubuğu biraz bükelim. “Düştüğümüz karanlığın gözüne ışık tutacak sanat mümkün mü?​” de olabilirdi soru. Ama soruyu nasıl sorarsak soralım cevap “evet mümkün” olacaktır. Bu da bizi cevabını henüz bilemediğimiz bir soruya götürüyor: “İçinden geçtiğimiz ve belli ki hayli bir süre daha devam edecek bu karanlığın gözüne ışık tutacak bir sanatçı mümkün mü?​” Yeni ve heyecan verici sistem dışı araçlar, entelektüel alanlar ve siyasal kanallarla bir mümkünün ihtimalini yaratabileceğiz ancak. Hem çok ağır bir zamanda hem de Turgut Uyar’ın dizelerindeki gibi “Bütün mümkünlerin kıyısında”yız!

Evrensel'i Takip Et