Gazetecilik bu hastalığı ne zaman ve nasıl yenecek?
Fotoğraf: DHA
Halk TV’nin en çok izlenen programlarından birini hazırlıyor ve sunuyordu Ayşenur Arslan. Ben de birkaç kez konuk olmuş, etkisini bizzat görmüştüm. Evde çalışıyorsam mutlaka yan komşudan sesini duyardım. Geçen pazar Meclis’in açılacağı gün İçişleri Bakanlığı’na bir bombalı saldırı düzenlendi. Çalınan arabadan, niye öldürüldüğü belli olmayan araç sahibine, bomba yüklü aracın Kayseri’den hiçbir kontrole takılmadan Ankara’ya gelebilmesine, sosyal medyadaki trollerin örgütlü hareketi ve sonra hesabı kapatıp gitmelerine kadar türlü soru işaretleri barındıran bir eylemdi. Ayşenur Arslan 2 Ekim’deki programında bu soruları kendi üslubunca dile getirdi. Üslubunu beğenmiyorsanız izlemezsiniz zaten ama sadece üslup değil sorun olan, Arslan’ın bu kadar izlenmesi. Hatırlarsanız geçen aralık ayında “mimikleri ile terörü övdüğü” iddiasıyla programa ve dolayısıyla kanala ceza verilmişti. Arslan’ın rahatsızlık yaratan bir başka özelliği daha var, cesareti. Roboski Katliamını, “resmî açıklama gelmeden verilmeyecek” denmesine rağmen canlı yayında veren bir haberciydi. Kimse cesaret edemezken tutuklu gazeteci ve siyasetçileri sık sık gündeme getirir, programından selam yollardı. Çarşamba günü TEM ekiplerin geldiğinde de hiç eğilip bükülmedi: “Mücella Yapıcı’nın yatağı boş, Silivri’ye giderim. Bol bol kitap okurum.”
Buraya kadarını bilen biliyor zaten. Burcu Karakaş’ın 90’lı yıllara odaklanan “Manşetleri Gör Aklını Kaçırırsın” kitabında ona ayrılmış, haber merkezlerinde Kürt meselesi konusunda nasıl mücadele ettiğini anlatan bir bölüm var. Sonunda şöyle bir cümle kuruyor: “…Siz kendinizi gazeteci değil de patronun Ankara’daki temsilcisi olarak görürseniz, gazetecilik yapmayacaksınız. Medyanın ta o zamanlardan bugüne yolculuğunda azıcık omurgalı durulabilseydi, son yaşadığımız kepazeliği yaşamazdık…”
Daha ağırını yaşadığımız kepazelikler nedeniyle 90’lı yılları sitayişle ananlar var. Biraz hafızanızı zorlarsanız ya da o günün tanıklarını okursanız değildi, hiç değildi. Patronların birbiriyle rekabetinden doğan dar bir özerklik alanı ‘varmış’ gibiydi ama “hassas” meselelere dokunduğunuzda başınıza aynı şeyler geliyordu. O günlerle bugünleri kıyaslamanın bir faydası yok ancak bugün iktidar tarafından topyekûn bir saldırı karşısında birlikte dik durmanın imkânı daha fazla.
Sedef Kabaş’ın sözleri sekiz gün sonra fark edilip, sosyal medya üzerinden hedef gösterilmişti, sonunda açılan soruşturma ve dava nedeniyle Kabaş yaklaşık iki ay cezaevinde kaldı. Merdan Yanardağ’ın AKP’li bir siyasetçinin sözlerine yaptığı yorum ve Öcalan’a uygulanan tecridin hukuka aykırılığına dikkat çektiği program altı gün sonra fark edildi, içinden bazı sözleri bağlamından kopartılarak bir video ile hedef haline geldi, 101 gün tutuklu kaldıktan sonra çarşamba günü iki yıl altı ay ceza verilerek tahliye edildi. Arslan’ın konuşması bir gün sonra fark edilerek sosyal medya kampanyasının konusu oldu, evine gelen polisler eşliğinde ifade verdi. Hep aynı formül işliyor, bir gazetecinin ifadeleri o anda herhangi bir tepkiye yol açmadığı halde bir süre sonra trol hesaplardan örgütlü bir saldırı başlıyor. Derhal soruşturma açılıyor. Bu arada RTÜK Başkanı, kurul toplanmadığı, yargılama dahi olmadığı halde kararını açıklıyor. Ertesinde kanala ceza kesiliyor. Bunun böyle işlemesine alışkın olduğundan herhalde, bu sefer kanalın sahibi (aynı zamanda yayın politikasını belirlemede hevesli olduğuna daha önce de tanık olduğumuz) Cafer Mahiroğlu erken davranıp “Dün yayınlanan Medya Mahallesi programında canlı yayında edilen talihsiz sözler, aynı programda terör lanetlenmiş olsa da, Halk TV’nin en başta bahsettiğimiz duruş ve bakışının sınırlarını aşmaktadır. Bu sebeple programın sonlandırılması kararını aldığımızı, kamuoyuna üzüntülerimizle duyururuz" dedi. Arslan sözlerinin talihsiz olduğunu düşünmüyordu. Muhtemelen Mahiroğlu kanalın kapanmasını önlemek için Arslan’ı feda etmeyi çare olarak gördü. Bu hareketi Arslan’ı daha açık bir hedef haline getirince de desteğe gitti. Çıkışta programın sonlandırılma kararını Arslan’la birlikte aldıklarını iddia etti. Arslan, cuma günü yaşadıklarını anlatan yazısında “Meslekte 50’nci yıla yaklaşmışken o koşturmacaya daha ne kadar dayanabilirdim? Vites küçültmenin vakti gelmemiş miydi?” demiş, Ayşenur Arslan’a bu kararı zona mı aldırdı yoksa bu medya iklimi mi?
Arslan, yaşadıklarını yazmak için masasının başına oturduğunda Türkiye havadan sınır ötesi operasyona başlamıştı. İktidar kanalları silahlı kuvvetlerin gücünü harita başında överken, Reuters ve Wall Street Journal’dan bir son dakika haberi düştü. ABD Türkiye’ye ait bir SİHA’yı vurmuştu. Bu haberi hiçbir kanal (ertesi gün Türkiye’den resmî açıklama gelinceye dek) veremedi, verebilen haber siteleri başına “İddia” ibaresini koyma ihtiyacı hissetti. Resmî açıklama gelmeden haber verebilen, soru sorabilen gazetecilik “vites küçültmeye” zorlandı. Kılıçdaroğlu "...Şimdi de SİHA’mız düşürülüyor, yine başka ülkeden duyuyoruz..." dedi. Neden acaba? Medyanın işini yapabilmesi için güçlü bir siyasi destekten yoksun olmasından olabilir mi? Yasal bir parti olduğunu hatırlatma ihtiyacı duyarak, geçen hafta başından beri HDP yöneticileri, il başkanları gerekçesinin ne olduğu söylenmeyen bir operasyonla gözaltına alınıyor, “muhalif” denen kanallar bunun haberini yapamıyor. Akşener’in Yerlikaya’yı “son dönemde şeffaf bir süreç yürüttüğü” için tebrik etmesi ‘yerel seçimlerden ittifak olacak mı, olmayacak mı?’ çerçevesinden haber oluyor. Soru sorabilen gazeteci için ne hukuki ne siyasi bir koruma yok, cezaevi bir kılıç gibi tepesinde sallanıyor. Medya patronu kanalı elinden gidecek diye korkuyor, siyasetçi beni “terörle” ilişkilendirirlerse oy kaybederim diye hukuksuzluğa göz yumuyor. Gündem birden yeni hiçbir bilgi içermeyen, siyasi bağlamı sıfır “Kedicikler” belgeseline odaklanıyor. 90’larda da böyleydi. Ayşenur Arslan zonanın hesabını görür elbet, ama bu siyaset, bu meslek bu hastalığı ne zaman ve nasıl yenecek?
- Türkiye’de gazetecilik kamu yararına risk almaktır 30 Ocak 2025 14:20
- Magazin asla sadece magazin değildir 15 Ocak 2025 05:01
- 2024 biterken… 31 Aralık 2024 06:15
- Erişilebilirlik, eşitlik ve yoksulluk mücadelesi 17 Aralık 2024 06:21
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05