15 Ekim 2023 04:36

Avşar Köyü'nden İsmet “Abi”

Sulak alandan karşıya taş köprüyle geçilen patika yolda yürüyen bir adam

Fotoğraf:Evrensel

PAZAR
Paylaş

Yarım saattir “abi” diye hitap ettiğim adamın benden 4 yaş küçük olduğunu öğrendiğimde ne diyeceğimi bilemedim bir süre. Sözcüklerimi yuttum. Zırt pırt 20 tonluk maden kamyonlarının karşıdan geldiği dönemeçli, daracık yoldan gözümü ayırma riskini de alarak sağ tarafımda oturan adama dönüp baktım, beni mi işletiyor acaba diye. Hiç öyle bir hali yoktu.

Arabaya bindiğinden beri oklava yutmuş gibi oturduğu koltukta, dümdüz yola bakıyordu. Yüzünde çözemediğim bir ifadesizlik vardı. Bakışlarında ise taa derine saklanmış ince bir kederin parıltısı yanıp sönüyordu. İki üç dişi kalmış ağzını arada nefes almak ve tek sözcüklük yanıtlar vermek için çok nadir açıyordu. Zaten bu ketumluğu ilk dikkatimi çekmişti. İki saat kadar önce Sarıkemer’de, İnatçı Cafe’nin önünde görmüştüm İsmet Abi’yi. Bak hala abi diye yazıyorum!

En iyisi başından anlatayım; Söke’den Latmos’a kadar dümdüz uzanan ovanın orta yerinde, Büyük Menderes’in yanı başındaki Sarıkemer’e gelmiştik. Sağı solu kahvelerle dolu geniş caddesi, bir iki katlı evlerin arkasında ovaya doğru yayılan pamuk tarlaları ile küçük, şirin bir kasabaydı Sarıkemer. Daha önce Latmos’a giderken bir iki kere geçmişliğim, birinde de öğle sıcağının 40 dereceyi aştığı bir yaz günü yeni köprüye gelmeden hemen yolun sağındaki bir marketin önünde durup “buz gibi su” sormuşluğum vardı.

Tarihi Taşköprü’ye gidiyorduk. Tarihi Taşköprü’nün tarihi ile ilgili hiçbir bilgiye ulaşamamıştım oysa. Önceki geçişlerimde uzaktan üç dört gözlü, sanki nehir suyu ile aynı düzlemdeymiş gibi görünen alçacık bir köprü kalmıştı aklımda. Çine Çayı üzerindeki 1800 yıllık Roma Köprüsü, bir İnce Kemer değildi yani! Gerçi şimdi İnce Kemer’mi kaldı, Çine Çayı mı!.. Neyse, bu faslı geçelim, orası ayrı bir hüzün hikayesi!...

Aynı marketin önünde ama bu sefer ıslak havluları kurutma sehpasına asan 8-10 yaşındaki bir berber çırağının yanında durup Taşköprü’ye nasıl gidebileceğimizi sordum. Sadece uzaktan bir iki kere gördüğüm, daha çok fotoğraflarından tanıdığım Taşköprü’nün yanına ana yoldan sapıp bir yerlerden çıkacaktık ama nereden? Çırağa derdimizi anlatmaya çalışırken ustası çıkıp geldi dükkândan. 25-30 yaşlarında, konuşurken hafifçe kekemeleyen sakallı, esmer, gençten bir adamdı usta. Gazeteci olduğumuzu, Taşköprü'yü çekmeye geldiğimizi söyleyince daha bir ilgilendi.

“Abi en iyisi yeni köprüden geçin, sola dönün. Elli metre sonra camiinin yanında durun. Hemen önünde İnatçı Kahve var. Kahvenin tam karşısındaki bir iki basamaklı merdivenle Taşköprü'ye inebilirsiniz”.

Tam da öyle yaptık. Sadece bir aracın geçebileceği darlıktaki beton köprüyü geçtikten sonra sola kıvrılan yolda sağa çekip caminin yanındaki geniş alana aracımızı park ettik. Cami ile İnatçı Kafe’nin arasındaki kilit taşı döşeli geniş meydanı süpüren yaşlı kadın kafeyi işleten adamın anasıymış. “Kemal Sunal’ın İnatçı filmi bizim Kahvede çekildi. Oğlum işletiyor şimdi. Gidin oturun” dedi. Anasıyla konuştuğumuzu gören oğlu da kahvenin önünde oturdukları sandalyeden bize bakan meraklı birkaç kişinin arasından yanımıza geldi. İncecik, dal gibi bir adamdı. Film çekilirken o çay dağıtmış. Çay dağıtmaktan filmin çekimlerine bakamadığından hayıflandı.

Geldiğimiz yolun sol tarafında, bir metre yüksekliğindeki hendeğe asılmış pankartta filmden bir sahnenin fotoğrafı ile birlikte “İnatçı Kafe” yazıyordu. Kemal Sunal yoktu fotoğrafta. Emektar karakter oyuncuları İhsan Yüce, Ferdi Akarnur ve Sırrı Elitaş elinde bayatlamış çikolatası ile anasının (Asuman Arsan) ardında on beşinci kez sevdiği kızı istemeye giden inatçı Bayram’a (Kemal Sunal’a) gülerek bakıyorlardı.

Biz kahveciyle sohbet ederken hemen önümüzde dört koyununu güden 11 yaşındaki Muhammet’le de konuştuk. Biraz sonra köprü üzerinde onun nehirde biriken çöplerle ilgili zekice sözleri ile tanışacak, hayran kalacaktık.

Muhammet’le sohbet ederken, caminin duvarının dibindeki otobüs durağında dikilen orta yaşı geçkince bir adam dikkatimi çekti. Üzerinde fosfor yeşili bir yelek, elinde bir ağaç kesme motoru, yanında un çuvalına konulmuş kola şişesindeki mazot ve diğer eşyaları vardı. Belli ki otobüs bekliyordu.

“Sanırım işinizi bitirip dönüyorsunuz?​” sorusuyla sohbet açmak istedim, kafası önünde dalgın dalgın duran adamla. Ayakkabılarına diktiği bakışlarını kaldırmadan 'evet' anlamında başını salladı. “Ağaç mı budadınız?​” diye yanındaki testereye işaret ederek yine sordum. “Hı hı” dedi, gene başını kaldırmadan. Onunla da söyleşi yapmak istiyordum. O yüzden ısrarcı oldum biraz. “Sizle de sohbet etsek, bu köprüyü, önündeki çöpleri anlatsanız. ” Kafasını olumsuzca iki yana salladı, iki üç dişinin kaldığı görülen ağzından anlayamadığım sözcükler çıktı. 

Sanırım Türkçe bilmiyor diye düşündüm, “Suriyeli misiniz?​” dedim. “Yok” dedi, “çok yorgunum da…”

Fosfor yeşili yeleğinin dışında elbiseleri, ayakkabıları ve saçı - başı ince bir toz tabakası ile kaplanmış adam gerçekten de bitkin görünüyordu. Bu sözün üzerine üstelemedim daha fazla. “Anladım, kolay gelsin” deyip iki basamaklı merdivenden tarihi Taşköprü'ye doğru yöneldim.

B. Menderes’in üzerindeki köprünün sağ tarafı adeta çöplük gibiydi! Köprünün ortasına kadar gidip, burnunuzu direğini kıracak derecede kötü kokuların geldiği nehrin üzerindeki çöplere baktım. En az 40-50 metre boyunca nehirde su görünmüyordu çöplerden! Neler yoktu ki bu çöplerin içinde; Envai çeşit plastik malzeme, buzdolabı kasası, şişeler, ağaç dalları, bez, çaput ve domuz ölüleri!..

Çöplerin içinde üç dört tane domuz olduğunu söylemişti köylüler. Biz köprüye en yakın olan bir tanesini görebildik sadece. Şişmiş, üzerinde kurbağalar ve sinekler gezen leşten, çok ağır kokular geliyordu. 

Küçük çoban Muhammet, (orta okula gidiyormuş ve takdirlik öğrenciymiş anlattığına göre) bu domuzları tarla sahiplerinin vurduğunu, kuyruklarını kesip bir yerlere götürerek parasını aldıklarını, cesetlerini ise Menderes’e attıklarını söyledi. “Yılda iki kere temizleniyor ama her seferinde eskisinden daha da beter çöple doluyor Menderes. Köprünün öbür yanında çöp yok ama orası da çok kirli. Biz hayvanlarımızın Menderes’ten su içmesini istemiyoruz bu yüzden” dedi.

Sarıkemer’e sonradan yerleşmiş iki emekli öğretmenle de görüştük köprü üzerinde. Nehrin öte yakasından elleri ile ağızlarını burunlarını kapatarak geliyorlardı.

O kötü kokular arasında yarım saatte alelacele bitirdik çekimlerimizi. İnatçı kahveye gidip kokmayan bir havada çay içmek istedik. Çekimlerden önce otobüs durağında bekleyen fosfor yeşili yelekli adam bu sefer yolun öbür tarafına geçmiş, orada bekliyordu. “Hala gelmedi mi araç?​” diye sordum. Sorumdan cesaret almış olacak ki yanıma gelip “Avşar köyü tarafına gidiyorsanız beni de alır mısınız?​” dedi. O tarafa gidiyorduk hakikaten. Latmos’a, Çavdar Köyüne çıkacaktık. “Olur tabii. Hele birer çay içelim, çıkarız” deyip kafeye yöneldik. Biraz önce söyleşi yaptığımız emekli öğretmenler buyur etti bizi masalarına. Birer çay içtik. Avşar köyüne gitmek isteyen adam çay teklifimizi geri çevirdi. Yan masada oturup sakince bizi bekledi.

Eşyalarını bagaja koyduktan sonra yanımdaki koltuğa buyur ettim adamı, adımı söyledim. El sıkışıp böyle tanıştık, İsmet "Abi”yle. Sarıkemer’den Avşar köyüne kadar sanırım bir 15 dakikalık yol boyunca bu ıssız adamın hikayesini öğrenmeye çalıştım. Köylerde odun keserek, ağaç budayarak geçiniyormuş. Yaşını öğrendiğimdeki şaşkınlığımı anlayışla karşıladı. “Elli mi?!”. En az 10 yaş büyük gösteriyordu ki bunu ona söylemedim tabii. Söylemesem de anladı. “Çok sıkıntılar çektim” dedi.

“Abi diyorum ama ben senden 4 yaş büyüğüm” sözlerime de “Abi sözü saygıdandır” diye bilgece bir yanıt verdi. “Çoluk çocuk var mı sorumu” ise biraz duraklayarak, “Eşimden ayrıldım” dedi ve sustu. Çocuklarla ilgili bir şey söylemedi. Anladım ki yarasına dokunmuş, sızlatmıştım! Yolun kalanında ben de sustum…

Avşar’a, kahvelerin önüne bıraktık İsmet ağabeyi. Her evin önünde, her elektrik direğinin üzerinde bir leylek yuvası bulunan köyde, leyleklerin bir tanesi bile kalmamıştı. Yaz bitmiş, mevsim güze meyletmiş, leylekler ve yavruları uçup gitmişti. Anlaşılan o ki güz yelleri epey bir zaman önce İsmet Abi’ye uğramış, yavruları uçuramadan yuvasını dağıtmıştı...  

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa