Bir ‘Sosyal’ Dönüşüm Öyküsü: Dinamo Mesken

Görsel: Dinamo Mesken belgeselinin fragmanından ekran görüntüsü
Ahmet Karanfil ve Yusuf Anavatan’ın yönetmenliklerinde çekilen, İstanbul Film Festivali’nde prömiyerini yapan ve önümüzdeki günlerde Ankara Film Festivali’nde de gösterilecek bir belgesel var: Dinamo Mesken. Belgesel, odağına Bursa’nın efsane kulübü Dinamo Mesken’i alıyor ve oldukça güçlü bir anlatı bu kulübün öyküsünü aktarıyor…
Peki anlattığı sadece bir futbol kulübünün öyküsü mü?
Belgesel, kısa süresine mukabil tabiri caizse ‘fişek’ gibi ileri atılıyor. Kaybedecek bir vakti olmadığını bilerek, anlatmak istediği ana konuya odaklanarak önce kısa bir giriş yapıyor ve Dinamo Kiev’in Bursa macerasını birkaç cümleyle özetliyor. Bu konu önemli: Çünkü Mesken sakinlerinin dönemin Sovyet kulübünden aldıkları ilhamla Dinamo Mesken olmalarının tohumları o maçta atılıyor.
Ardından Mesken’in sakinlerinin, futbolcularının, Kulübün Başkanı Tunçkanat Yeğin ve takımın amigosu Erkan Can’ın anlatılarıyla ilerliyor. Burada da net, vurucu bir akış tercih ediliyor. Mesken semtinin temel ‘kuruluş’ amacını öğreniyoruz bu anlatılardan. Ve işin rengi, bir futbol hikayesinden bir yaşam tarzı inşa etme öyküsüne dönüşüyor. Aslında son yıllarda çok aşina olduğumuz bir konu bu fakat ‘64’te bizim ülkemizde, hele ki Bursa gibi bir yerde bunun bilfiil uygulanmış olması biraz da tokat gibi çarpıyor yüzümüze. Gelir anlamda belli bir düzeyin altında / genel ortalamanın altında olan kişilerin, kura usulüyle bu bölgede inşa edilen evlere veya Erkan Can’ın deyimiyle “Bursa’nın dışına atılmış bir yer”e yerleştirilmesine dönüşüyor belgeselin hikayesi.
Dinamo Mesken nam Ertuğrulgazi Spor Kulübünün nasıl kurulduğunu ve nasıl kapatıldığını merkezinde tutan belgesel, futbolun dönemin gençlerinin hayatlarında nasıl bir yeri olduğunu da gözler önüne seriyor. Hele ki imece usulü ile Ankara’dan lisansların çıkarılmasının öyküsünü dinlediğinizde şunu net anlıyorsunuz ki amatör şartlarda futbol yapmak her zaman zordu ama işi ‘spor aşkı’ ile yapmak daha da zormuş... Tunçkanat Yeğin’in belgesel boyunca anlattığı her şey o kadar ‘sahici’ ki, kulüplerin spor yapmak için giriştikleri zorlukları dinlerken gülümsemekten de kendinizi alamıyorsunuz.
Ancak gülümseten detaylar ekranda asılı kalmıyor. Dinamo Mesken’in hikayesinde ucuz meskenlerin kiralandığı / satıldığı bir mahallenin, devrimci düşüncelere sahip üniversite gençleriyle bir araya gelmesi ile kaçınılmaz bir dönüşümün nasıl söz konusu olduğunu görüyoruz. 13 – 14 yaşındaki çocukların, bölgedeki fabrika işçilerine sosyalizmin ne olduğunu anlatmaya çalıştığı bir döneme de ayna tutuyor belgesel. Tabii sonrasındaki çatışmalara da…
Solcu Fotoğrafçı Cemal ve ressam arkadaşının dükkan baskını ile öldürülmesi olayıyla başlayan eylemlerin futbol oynamak için bir araya gelen gençleri nasıl kenetlediğine tanıklık etme fırsatı bulduğumuz belgesel; bir klişeden gücünü alıyor: Futbol, sadece futbol değildir. Siyasilerin ‘sevdiği’ bölgenin diğer takımı Meskenspor’a karşı Dinamo Mesken’in nasıl hayatta kalmaya çalıştığına ve “komünistler Moskova’ya” sloganlarının altında nasıl mücadele ettiğine tanıklık etmeye başlıyoruz. Çünkü mevsimlerden ‘80 darbesidir ve Mesken’in üzerine doğru yaklaşan bir silindir vardır.
Nitekim en nihayetinde Ertuğrulgazi Spor Kulübünün bölgedeki devrimci - demokrat halkın kenetlenmesinin önüne geçmek için nasıl kapatıldığını, faşizmin bir spor kulübünü ve semt sakinlerini darbe ikliminde nasıl da işkencelerden geçirdiğini görüyoruz belgeselde.
Dinamo Mesken vakası, sadece bir kulübün kapatılması olayı değil. Zulüm soslu bir ‘sosyal’ dönüşüm öyküsü. Tarihe bir iz bırakmak adına, dönemin tanıklarıyla anısının yaşatılması elbette çok güzel ama… Çıkarılacak nice dersler var.
Belgesel de tam olarak bunu hedefliyor.
Hedeflediğini de başarıyor.
Evrensel'i Takip Et