24 Ekim 2023 04:45

Kürtlerle Filistinlileri karşı karşıya getirmek!

Ürdün'de Filistin'e destek eylemi

Ürdün | Fotoğraf: AA

Paylaş

Gazze’ye yönelik saldırılarında ölenlerin sayısı her geçen gün artarken İsrail siyonizmi yüz binlerce Filistinli için ölüm ya da sürgün anlamına gelecek kara harekatından da vazgeçmiyor. İsrail, sivil yerleşim alanlarını hedef alıp ve binlerce sivilin ölümüne yol açarak savaş suçu işlerken bile ABD’nin başını çektiği 6 Batılı emperyalist ülke, “İsrail’e ve İsrail’in meşru müdafaa hakkına” desteklerini açıkladılar.

Öte yandan bölgenin (Ortadoğu) bir başka noktasında, Rojava ve Irak Kürdistan Bölgesi’nde  Türkiye’nin “terörizmle mücadele “adına Kürt yerleşim yerlerine yönelik bombardımanı da aralıksız devam ediyor. Erdoğan, İsrail’in Gazze’ye su, elektrik ve gıda ambargosu uygulaması karşısında “Nerede insan hakları?​” diye soruyor ama kendi Dışişleri Bakanı Fidan “Bütün altyapı ve üstyapı tesisleri hedefimizdir” açıklamasını yapıyor ve Rojava özerk yönetiminde yaşayan insanların elektrik, su tesisleri ve hastaneleri bombalanıyor.

Bugün İsrail’in “Hamas’ı temizlemek” gerekçesiyle Gazze’ye yönelik olası kara operasyonu ve işgalinin Filistin halkı için yaratacağı yıkımı konuşuyoruz. Ancak benzer operasyonları Erdoğan yönetimi Afrin başta Suriye’de Kürtlerin kendi yönetimlerini kurdukları kentlere karşı yapmış ve bu operasyonlarda kullanılan cihatçı çetelerin yağma ve işgali nedeniyle on binlerce Kürt topraklarını terk etmek zorunda kalmıştı.

Kürt ve Filistin sorununun temelleri yüz yıl önce emperyalistler arasındaki Sykes Picot anlaşması (Kürdistan’ın paylaşımı) ve Balfour Deklarasyonu (Filistin’de bir İsrail devletinin kurulması) ile atılmış ve bu sorunlar, iş birlikçi bölge gericiliklerinin emperyalistlerin planlarına ortak edilmesiyle bölgesel sorunlar haline getirilmişti. Dolayısıyla ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı BM sözleşmelerinde güvence altına alınmış bir hak olmasına rağmen bu iki halkın kaderlerini tayin hakkı, emperyalistler ve iş birlikçi gericilikler arasındaki ilişki ve çıkarlara kurban edilmişti. Eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Bryza, kendisiyle yapılan bir röportajda “Her ABD politikacısı İsrail’i desteklemek zorunda” diyor ve ekliyor: “İsrail tehdit altındaysa bu ABD için pek çok sorun yaratır.” Bu açıklamalar emperyalistler için belirleyici olanın uluslararası hukuk ya da haklar değil, kendi çıkarları olduğunu son gelişmeler vesilesiyle bize bir kez daha hatırlatıyor.

Önemli bir bölgesel güç olan Türkiye’nin başındaki Erdoğan yönetimi bir yandan ABD, NATO ve İsrail’le ilişkilerini sürdürüyor ama öte yandan da Filistin davasını sahiplenen söylemler ve “garantörlük”, “ara buluculuk” vb. rolleri üzerinden kendi bölgesel pozisyonunu güçlendirmeye çalışıyor. İktidar ortağı Bahçeli, İsrail işgaline karşı Gazze’ye asker göndermekten söz ederken Erdoğan yönetimi İsrail’in olası kara operasyonunu Rojava’ya yönelik yeni bir kara operasyonunun fırsatına dönüştürmenin hesaplarını yapıyor.

İran, Filistin davası konusunda Türkiye ya da Körfez’deki iş birlikçi Arap rejimlerinden farklı bir tutum takınıyor ve Filistinli örgütlerin İsrail işgaline karşı mücadelesinin en önemli dayanağı konumunda bulunuyor. Ancak söz konusu Kürtler olunca İran da bu kez diğer bölgesel gericilikler gibi Kürtlerin hak mücadelesinin karşısında duruyor.

Irak Kürdistan Bölgesi’nde 2017’de yapılan ‘bağımsızlık referandumu’nun karşısında duran bölgesel güçlerin başında İran ve Türkiye vardı. Filistin’i adım adım işgal eden İsrail, bu kez Kürtlerin bağımsızlık referandumunu destekliyordu.

Sadece devletler ya da iktidarlar değil, burjuva-gerici siyasi çevreler de bu sorunlara kendi sınıfsal-ideolojik çıkarları temelinde yaklaşıyorlar. Mecliste yapılan oylamada iktidara Suriye ve Irak’a asker gönderme ve operasyon yapma yetkisi veren tezkereye ‘evet’ diyen muhalefet partileri, Filistin’le dayanışma için mitingler düzenliyor. İslamcı muhafazakar çevreler Filistin davasına ‘ümmetçi’ bir anlayışla sahip çıkarken iş Kürt sorununa gelince ‘şoven’ bir yaklaşımla iktidarın Kürtlere karşı savaş politikasının arkasında saf tutuyorlar. Kürtlerin Hamas’ı olmaya çalışan ve bu konuda Kürt ulusal-demokratik hareketini etkisizleştirmek isteyen iktidar tarafından da desteklenen HÜDA-PAR, devletin Kürtlere yönelik operasyonlarına sessiz kalırken Filistin sorununu sahiplenip muhafazakar Kürtleri yedeklemenin bir aracı haline getirmeye çalışıyor. İlk bakışta karmaşık görünen bu bölgesel denklem halk güçleri, ilerici-devrimci güçler arasında da kafa karışıklığına yol açıyor.

Dün sadece İsrail destekliyor diye Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki Kürtlerin bağımsızlık referandumuna karşı çıkan kimi sol çevreler, bugün Filistin davasını savunmak ile Hamas’ı sahiplenmeyi birbirine karıştırıyor. Dahası bu çevreler Kürt sorunu konusundaki sessizliklerini de koruyorlar.

Öte yandan dar-milliyetçi Kürt çevreleri de “Filistin’i savunmak çıkarlarımıza hizmet etmez. Biz sadece yapacağımız pazarlıklarda elimizi güçlendirmeye ve kendi çıkarlarımıza bakalım” diyorlar. Böylece sadece gerici güçlerin Filistin sorununu istismar edebilmesine değil, bu iki sorunu karşı karşıya koymalarına da alan açıyorlar.

Oysa bugün emperyalistlerin ve bölge gericiliklerinin bunca kuşatmasına karşı yüz yıl sonra bile Filistin ve Kürt sorunundan söz edebiliyorsak ve bu sorunlar hâlâ bölge ve dünyanın gündeminde yer buluyorsa bunun nedeni Filistin ve Kürt halkının kendi talepleri etrafında sürdürdüğü kararlı mücadeleden başka bir şey değildir. Bu nedenle emperyalistlerin ve iş birlikçi bölge gericiliklerinin istismarcı politikalarına karşı alınması gereken tutum, bu iki halkın haklı mücadelesini desteklemek olmalıdır. Çünkü sadece Filistin ve Kürt sorunlarının çözümü değil; emperyalistlerin bölgedeki varlığına son vermenin, iş birlikçi gericiliklere karşı demokratik-barışçıl bir gelecek inşa edebilmenin de yolu bu mücadele ve dayanışmayı büyütmekten geçiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa