Hangi demokrasi, nasıl bir cumhuriyet?

Fotoğraf: Özcan Yaman
Bu yıl Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılı. “Nasıl bir cumhuriyet?” diye sorduğumuzda birçok biçiminin var olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla her kavram yalın haliyle muğlak kalıyor başına veya sonuna ek yapılmasını gerektiriyor. (halk demokrasisi, liberal demokrasi, halk cumhuriyeti, federal cumhuriyet gibi...)
Dünyada birçok ülkenin yönetim biçimi cumhuriyet olarak yer alıyor. Türkiye de bunlardan biri. Cumhuriyet olunca tabii demokrasisiz olmuyor.
Türkiye kendisini Anayasa’da şöyle tanımlıyor. Madde 1 - Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. (Nasıl bir cumhuriyet?) Madde 2 - Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. (Uygulamada bu ilkeler ne kadar geçerli?)
Benim yaşadığım Türkiye’ye, uygulanan yönetim biçimine bakarsak antidemokratik, antilaik tek adam, tek parti eşittir devlet olan bir yönetim biçimi var. Dolayısıyla anayasasında ya da ülke isminin başında cumhuriyet ya da demokratik olduğunu yazması bir şey ifade etmiyor. Tıpkı Dominik, Kore, Etiyopya, Kongo, Cezayir, Nepal… gibi 159 devletin (ki biri de Türkiye) demokrasi ve cumhuriyetle yönetildiklerini iddia etmeleri gibi.
“Dolayısıyla nasıl bir demokrasi?”, “Nasıl bir cumhuriyet?” sorularının cevaplanması zorunludur.
Ülkenin ekonomik tablosuna bakacak olursak; Euronews’in eylül 2022 tarihli haberine göre; Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik kesim gelirin yüzde 47,5’ini alıyor. En yoksul yüzde 20’lik kesim ise gelirin sadece yüzde 5,9’unu alabiliyor.
Türkiye, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütünün (OECD) 37 üyesi arasında gelir dağılımı adaletsizliğinin en yüksek olduğu 4. ülke.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye’de halkın yüzde 40’ı gelirin sadece yüzde 16,5’ini alıyor. En zengin yüzde 20’lik grup ise gelirin yüzde 47,5’ini alıyor.
İşçi sınıfı ve onun kurumları ile aydın, yazar ve çizerlere tabii ki çok iş düşüyor. Eğer hak hukuk ve adaletsizlikler yaşanıyorsa gazetecisiyle fotoğrafçısıyla bu gerçekleri yazıp çizmek ve göstermek bir zorunluluktur.
Bilim insanlarından sanatçılara ve benim gibi fotoğrafçılara düşen de bugünü anlatmak, göstermektir. Ne zaman ki yaşananlar değişir o zaman da ülkede yaşanan huzur ve mutluluğu en güzel şekilde yine bizler gösteririz. Cumhuriyetin 100. yılında da bu ülkede azınlığın şaşaası ile çoğunluğun yaşadığı dram ironik bir şekilde sürüyor. Hakim sınıf ve onun iktidarı hep şaşaalı yaşam gösterilsin istiyor. Emile Zola’nın söylediği gibi “Gerçek yürüyor ve onu hiçbir şey durduramaz.” Bu inatla ve dirençle süren bir mücadeledir.
Bu sorularla Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını sorgulayarak halkın yönetime katıldığı, gerçek demokrasinin yerleştiği bir ülkede kutlanacak nice yıllara diyelim.
Evrensel'i Takip Et