Ne kadar mücadele o kadar hak ve özgürlük ilişkisi ‘nasıl bir cumhuriyet’ sorununda da belirleyici
Fotoğraf: DHA
Bugün Cumhuriyet Bayramı. 29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilan edimesinin 100’üncü yılı. Yani cumhuriyet 100 yaşında! Cumhuriyetin 100’üncü yaşı kutlu olsun!
Bugüne kadar gerek Cumhuriyet Bayramı olsun, gerekse cumhuriyetle bağlantılı diğer milli bayramlar olsun tartışmanın tonu değişse de nasıl kutlanması gerektiği tartışılagelmiştir. Halkın dışında, devlet kurumlarının merkezinde olduğu gelenekselleşmiş kutlamalarda ritüellerin mekanikleşmiş olması, konuşmalarda hamaset dozunun yüksekliği… gibi konular hep tartışılmıştır.
Son yıllarda ise bu tartışmalar AKP tarafından, en üst yetkililerin üstlerine düşen katılımı sağlamada ayak sürümesi, törenlere katılmaktan çeşitli bahanelerle imtina etmeleri sıkça tekrarlanmıştır.
Ama bu yıl; artık bütün bu tartışmaları aşan bir biçimde Cumhuriyet Bayramı’nın resmi makamlarca kutlanıp kutlanmayacağı tartışılmıştır. Resmi makamlar kutlamaları iptal etmişlerdir.İktidar sözcüleri ve yetkililerin açıklamaları bu yıla mahsus olarak törenlerin yapılamayacağı biçimindedir. Çünkü Filistin’de kardeşlerimiz katledilirken bizlerin bayram kutlaması doğru olmazmış!
Sanki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları vur patlasın çal oyanasın bir karnavalmış gibi!
İSRAİL’İN KATLİAMI, KUTLAMAMAK İÇİN BAHANE!
Milli bayramlar sistemin ideolojisinin ritüellere dökülerek somutlaştırıldığı etkinlikler paketidir. Dolasıyla egemen sınıfın ihtiyaçları değiştikçe kutlama ritüelleri de politikadaki kadar hızlı olmasa da değişir. Bu yüzden milli bayramların nasıl kutlanacağına dair tartışmaların olması, sınıf ilişkileri değiştikçe zaman içinde ritüellere yansıması olağandır.
Ama iktidarın, Cumhuriyet Bayramı gibi milli bayramların anası sayılacak bir bayramı “Bu yıl kutlamıyoruz. Çünkü Gazze’de kardeşlerimiz katledilirken bayram kutlamak olmaz” demesi elbette öküz altında buzağı aramak kadar abestir. Bu yüzden de bu kutlamama tutumunun arkasında söylenenden fazla ve farklı bir neden aramak gerekmektedir.
Bunun için çok uzağa gitmeye de gerek yok. Cumhuriyetin yüz yıl öncesinden başlayan Osmanlı’nın modernleşme girişimlerine karşı çıkan akımlarından başlayarak cumhuriyette anayasa ve yasalara geçtiğini gören Hilafetçi-İslamcı kesimlerin “Cumhuriyetle hesabı olanların” devamı olan ve tarikat ve cemaatlerle, radikal İslamcı güçlerle iç içe geçen, devletin başlıca kurumlarını hayli ileri düzeyde ele geçirerek AKP’lileştiren AKP ve onun tek adam rejimi artık Mustafa Kemal Atatürk’ü öne çıkaran hele de Erdoğan’ı aşan bir kişilik ve lider olarak kutsayan Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamak istememektedir.
Nitekim AKP Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman önceki gün yaptığı bir konuşmada Erdoğan’ın “İkinci Atatürk” olduğunu söyledi. Ki, AKP’nin böyle konularda “alıştıra alıştıra” ilerlediği dikkate alındığında; Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamamaya kadar geldiğimize göre, “Hele bir İkinci Atatürk olduğunu kabul ettirelim, sonrasında Atatürk kim oluyor, asıl cumhuriyet bizim iktidarımızda kurmaya başladığımız cumhuriyettir” diyecekleri de tartışılmazdır. Zaten bunu bir zamandan beri, son 20 yılda yaptıklarının kendilerinden önceki 80 yılda yapılanlardan fazla olduğunu iddia edip, “Bizden önce bir şey yapılmamıştır” iddiası üstünde kendi tarihlerini yazmaya başlamış bulunuyorlar.
Yani tartışılan, bugün gelinen aşamada cumhuriyetin nasıl kutlandığı değil, “Kemalist cumhuriyeti kutlamayı reddederek, doğacak boşluğu da “Asıl cumhuriyeti biz kurduk” iddiasına dayanak olmak üzere Cumhuriyet Bayramı’nı İslamist bir cumhuriyet bayramı yapmaktır!
Bu yüzden de Cumhuriyet Bayramı’nın kutlanmasının nedeni olarak Gazze’de İsrail’in giriştiği katliamları gerekçe göstermek tamamen bahanedir. Ve radikal İslamcı odaklara, tarikat ve cemaatlere, “Bakın adım adım amaçlarımıza yürüyoruz” mesajıdır. Ayasofya’nın bir kararnameyle camiye dönüştürülmesi, İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkılması gibi!
CUMHURİYET İLAN EDİLDİ DİYE ÖZGÜRLÜKLER PAKETİ DEVREYE GİRMEZ
AKP ve tek adam yönetiminin cumhuriyete yönelik cepheden saldırganlığına Kemalist cumhuriyetçi çevreler, sanki cumhuriyet ilan edilince içinde işçi sınıfı ve halklar için parasız eğitim ve sağlığın, herkese sosyal güvenliğin, sosyal yaşama dokunulmazlığın, inanç özgürlüğünün, laikliğin… içinde olduğu bir kollektif haklar ve özgürlükler paketinin otomatik yürürlüğe girdiğini varsayan bir cumhuriyet güzellemesiyle karşı çıkmaktadırlar.
Oysa bırakalım uluslararası sermaye ve iş birlikçisi gerici güçlerin bugünkü amaçlarını burjuvazinin devrimci olduğu dönemde bile demokratik cumhuriyet diye bildiğimiz cumhuriyetlerde “Mülkiyet hakkının korunması” ötesinde, işçi sınıfı ve halkların seçme seçilme hakkı da dahil kolektif haklarının anayasa ve yasalara geçirilerek tanınması uzun ve meşakkatli mücadeleler sonucu olabilmiştir.
Üstelik bu haklar bir kez kazanılıp anayasa ve yasalara geçtikten sonra yasalarda kalmaya devam etse de fiiliyatta bu hakların kullanılması, yeniden kazanılmasına bağlıdır. Örneğin işçinin sendikalı olma hakkı anayasa ve yasalarda uzun mücadelelerden sonra yer almıştır. Ama bir işyerine sendikanın girebilmesi, bunun resmen ve patron tarafından tanınması için her iş yerinde işçiler bu haklarını yeniden kazanmak için çok sert mücadelelere girmek zorunda kalmaktadırlar.
NASIL BİR CUMHURİYETTE YAŞADIĞIMIZI HALKLARIN MÜCADELESİ BELİRLİYOR
Ülkemiz, işçi sınıfı ve emekçilerin anayasa ve yasalara geçerek “Güvenceye alınmış” görünen haklarını kullanabilmek için yeniden mücadele etmeleri gerektiği, aksi halde hakların kağıt üstünde kaldığının laboratuvarı gibidir. Örneğin Anayasa, “Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir” demektedir. Üstelik bu madde Anayasa’nın “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddeleri” arasındadır. Ama gerçekte bugün ülkemiz ne laik, ne demokratik ne de sosyal hukuk devletidir. Tersine her tür yetkinin tek adamda toplandığı bir tek adam rejimidir!
Kısacası kendiliğinden ilan edildiğinde otomatik devreye giren bir “haklar ve özgürlükler paketi” yoktur. Tersine işçi sınıfı ve halklar talepleri için mücadele ettikleri ve anayasa, yasalar yapılırken kendi güçlerini ortaya koyarak müdahale ettikleri ölçüde haklarını anayasal ve yasal çerçeveye geçirebilmektedirler.
Gazetemizin Yazarı İzzetin Önder Hoca’mız bu gerçeği dünkü köşesinde “Cumhuriyet devamlı mücadele ruhudur” diyerek başlığa çekerek, mücadelenin önemine dikkat çekmiştir.
Yani, ne kadar mücadele o kadar hak ve özgürlük ilişkisi en demokratik cumhuriyetler de dahil tüm burjuva cumhuriyetlerde bütün açıklığı ile sürmektedir.
Bizde son yıllarda cumhuriyet düşmanlığı ve kusursuz Kemalist cumhuriyet güzellemesi tartışması arasına sıkışsa da sahadaki mücadelenin daha önem kazandığı bir döneme girdiğimiz tartışılmazdır.
- Tek adam yönetiminin ülkeyi nereye getirdiğinin bir haftaya sığan fotoğrafıdır! 24 Kasım 2024 04:47
- Bakan Tekin ve arkasındakiler laikliğe cepheden savaş açan bir konumdadır! 21 Kasım 2024 04:52
- İktidar 'iç cepheyi güçlendirmek' istiyor, emek ve demokrasi güçleri ise 'birleşik mücadele' diyor 17 Kasım 2024 04:44
- Ülke ve halkın sorunlarını çözmeyen iktidar yeni suç ve cezalar ihdas ediyor 13 Kasım 2024 04:58
- Sermaye ve emek güçleri arasında sert mücadeleler dönemi! 10 Kasım 2024 04:46
- İktidar kayyımı muhalefeti ezmenin koçbaşına dönüştürüyor 06 Kasım 2024 04:58
- Tek gerçekçi seçenek yığınların siyasete doğrudan müdahale ettiği bir mücadeledir! 03 Kasım 2024 04:47
- İnsanca yaşayacakları bir asgari ücret için işçiler kendi ölçütlerini koymalı! 31 Ekim 2024 07:58
- Sermaye tüm güçlerini emekçilere karşı seferber ederken sendikalar ne yapıyor? 27 Ekim 2024 04:45
- Erdoğan-Bahçeli ittifakı: Büyük iddialar küçük hesaplarla nereye kadar? 24 Ekim 2024 12:49
- Emek mücadelesi için son derece önemli bir dönemin eşiğinde! 21 Ekim 2024 05:04
- ‘Kürt sorununun çözümü’ konusunda demokrasi güçlerinin inisiyatif alma zamanı! 17 Ekim 2024 05:14