Demokrasi ve hukuk
Fotoğraf: anayasa.gov.tr
Cumhuriyetin yüzüncü yılı kutlandı. Daha doğrusu toplumun bir kesimince kutlandı, bir kesimince kutlanmadı, bir kesimince de sorgulandı.
Cumhuriyetin yüzüncü yılında Anayasa Mahkemesi tarafından haklarının ihlal edildiğine karar verilen ve yerel mahkemeye derhal bırakılması için yazı gönderilen Can Atalay bu yazı yazıldığı zaman hâlâ hapishanede idi. Belki sizler yazıyı okurken dışarıda olacak ama bu beş gün bırakılmaması dahi Türkiye’nin bir hukuk devleti olmadığının en önemli kanıtlarından biri.
AİHM kararlarını tanıyacağız diye sözleşme imzalıyorlar, yetmiyor. Anayasa’nın 90. maddesine bizim yasalarımızla çelişki doğarsa AİHS daha üstündür diye hüküm ekliyorlar. Fakat AİHM’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarını uygulamıyorlar. Tutukluluk şu kadar seneden fazla olamaz diyorlar Gülten Kışanak’ı bırakmıyorlar.
Anayasa’da Türkiye laik, demokratik bir sosyal hukuk devleti olarak tarif edilse de hiçbir zaman tam olarak laik, demokratik, sosyal ve hukuk devleti olmadı. AKP döneminin son yıllarında ise bu iddiadan sürekli uzaklaşılıyor.
Anayasa başta olmak üzere yasalar idare ve hatta bazı hakim ve savcılar tarafından da tanınmıyor. Tanındığı zaman da iktidar yanlıları ile muhaliflerine farklı uygulanıyor.
Anayasa’da güçler ayrılığı güya öngörülmüşken, bütün güçler bir kişide toplanmış. Cumhurbaşkanı hem yargıç, hem yasa koyucu, hem de idare. Her şeye o karar veriyor. Beraat kararı verilen gezi davası sanıkları o isteyince aynı suçtan tekrar yargılanıyor ve ağır cezalara çarptırılıyor. Bir gece yarısı ‘İstanbul Sözleşmesi’nden çıktım diyor, yarın okulları tatil ettim’ diyor.
En gerçek rehber bilimdir sloganından tek hakikat dindir şiarına geldik. Üniversiteler imam hatip liseliler ve ilahiyat fakültesi mezunlarınca yönetiliyor. Okullara, hapishanelere, üniversitelere manevi rehber olarak imamlar atanıyor. Bütün kamu kurumlarına kreş, sağlık odaları ve sosyal-kültürel salonlar kurulması yerine mescitler yapılıyor. Kreş yerine 2-4 yaşında çocuklar için sübyan okulları açılıyor ki bu bir cinayettir.
Dış politikada dahi dini motifler etkili. İsrail’in Filistinlilere karşı işgalci politikası ve Filistinlilerin işgale karşı mücadelesi dinler arası savaş gibi ele alınıyor. Aslında bu konuda Türkiye’yi yönetenlerle İsrail’i yönetenler arasında pek fark yok. Netenyahu Filistinlileri üç bin yıl önce İsrailoğullarına saldıran Amalek kabilesi olarak tanımlıyor ve Tevrat’ta söylendiği gibi bunları erkek, kadın, çocuk, havyan ayrımı yapmadan yok etmek gerektiğinden söz ediyor, Erdoğan ise Hamas’ı mücahit yani din için savaşan kişilere benzetiyor.
Cumhuriyetin ellinci yılında bugünleri, bugünkü gibi hayal edenlere meczup denirdi.
Elbette gelinen yer kader değil. Biz geriledik, onlar ilerledi. Biz ilerledik onlar geriledi.
Kağıttan kaplandırlar. Birleşip özgürlük ve demokrasi için yürüdüğümüzde her şey değişir. Bizde de değişir, İsrail’de de değişir, Temsilciler Meclisi sözcüsünün “Biz Hristiyanlar olarak Yahudileri destekliyoruz elbette” dediği ABD’de de değişir.
- Kartlar yeniden karılıyor 17 Aralık 2024 04:41
- Suriye'yi bekleyen 10 Aralık 2024 05:01
- Savaşa ve yoksulluğa karşı ittifak 03 Aralık 2024 06:40
- Kayyım 26 Kasım 2024 04:41
- Onların çocukları 19 Kasım 2024 04:42
- Etki ajanlığı 12 Kasım 2024 04:59
- Senaryo belli oldu 05 Kasım 2024 04:52
- Açılım senaryoları 29 Ekim 2024 04:48
- Haklar pazarlık konusu olmaz 22 Ekim 2024 04:13
- Erdoğan'ın dediklerinin meali 15 Ekim 2024 04:37
- Bilinen yalanlar 08 Ekim 2024 04:41
- Barış mücadelesi 01 Ekim 2024 04:48