Yüzyılın Ekonomisi
Cumhuriyetin birinci yüzyılını devirdik. Kimi iç ve dış güçlerin yıllardır uğraşılarına rağmen, bir asırlık cumhuriyetin bazı dalları koparılmış, hatta daha da yontulmaya çalışılıyor olsa da, sağlam yapısıyla gövde dimdik ayaktadır. Bu yolda beyhude emek sarf edenlere yazıklar olsun! Cumhuriyetin tüm nimetlerinden yararlanarak özel ve siyasi yaşamda fazla da hak etmedikleri mevki ve makamlara gelmiş olan kimi gruplar siyah ruhları ile bindikleri dalı kesmede beis görmediler, görmemektedirler.
Osmanlı’nın bir döneminde halkın içine karışmış/salınmış olup, Reşit Efendi lakabıyla dolaşan, asıl adı Arminius Vamberi olan yerli ve yabancı tiplerin toplumun gericileştirilmesinde önemli rolleri olmuştur. Osmanlıcayı mükemmel konuşan bu zat, halkın dini telkinlere fevkalade duyarlı olduğunu anlayarak, adeta bir din alimi gibi halka dini telkinlerde bulunmuş olması ilginçtir. Benzeri gericileştirme politikasının bu kez “ılımlı İslam” olarak karşımıza çıktığına tanık olmaktayız. Şu veya bu etki altında geri bıraktırılan Osmanlıların son kertede nelere maruz kaldığından hiç ders alınmamış olmalı ki, eğitim ve adalet yapılarını tahrip ederek ülkeyi benzer akıbete sürükleyen siyasi yapı da asırlık cumhuriyete tasarladığı darbeyi vurmaya çalışmaktan geri durmamıştır.
Efil Yayınevi, asırlık cumhuriyete yakışır bir emekle, Prof. Dr. Ömer Faruk Çolak Hoca’nın editörlüğünde Yüzyılın Ekonomisi başlığı altında dört ciltlik harika bir eser vücuda getirmiştir. Her bir ciltte bir asırlık cumhuriyet farklı boyutlarıyla ele alınarak alanında yetkin akademisyenlerce tartışmaya açılmıştır. Birinci cildinde “Yüzyılın İktisat Tarihi” konusunun ele alındığı eserin ikinci cildinde “Yüzyılın Makroekonomik Analizi”, üçüncü cildinde “İktisadî Gelişme ve Sektörler” ve dördüncü cildinde ise “Kuramsal Altyapı” incelenmiştir. Yüze yakın akademisyenin katkı vermiş olduğu bu muazzam eserin üniversite ve özel kütüphanelerde haklı yerini alacağını düşünüyorum. Konu ile ilgilenenlerin, öğrencilerin, doktora çalışması yapanların kaçınılmaz olarak başucu kaynağı niteliğinde bir yapıt olan Yüzyılın Ekonomisi Türkçe ekonomi-politik yazımına fevkalade önemli bir katkıdır.
Ülkenin yüzüncü yılını idrak etmiş olan ekonomisi bir yandan emperyalist vampirlerden, diğer yandan da cehalet içinde yolunu bulamamış gerici kesimden çok önemli darbeler aldı ve almaya da devam etmektedir. Ülkenin geniş sathında böylesi darbeler farklı alanlarda farklı şiddette topluma etki ettiği için ülke halkı giderek daha yüksek dozda heterojen bir yapıya bürünmektedir. O kadar ki, bütünsellik gösteren bir nüfus yapısından ziyade, farklı yöresel özellikler gösteren bir ülke nüfusu ortaya çıkmış bulunmaktadır. Cumhuriyet, kuruluş yıllarında eğitim seferberliği ile nüfus birlikteliği oluşturmaya çalışmışsa da, bir yandan etnik farklılıklar, diğer yandan özellikle de tarikat çevreleri bu çabayı oldukça yıpratmıştır. Yönetim becerisi ile değil de, hayali düşman yaratarak hükümet erkini elinde tutmaya çalışan siyasi yapının da bu olumsuz yapının oluşmasında büyük rolü olmuştur.
Ulusları olduğu kadar ülke halklarını da birbirine kenetleyen süreç ekonomik işlemlerdir. Üretim ve ticaret başta olmak üzere, ekonomik işlemlerin nüfusu birbirine kenetleyebilmesi için söz konusu ekonomik faaliyetlerin ülke sathına olabildiğince yeknesak dağılması gerekmektedir. Bu açıdan da Türkiye, geçmişte ülkeyi bütünleştirici ekonomik faaliyetlerden giderek bazı alanlarda yoğunlaştırıcı faaliyetlere yönelerek fevkalade heterojen bir yapı görünümüne bürünmüştür. Sanayinin çok büyük bir bölümü Marmara Bölgesi’nde yoğunlaşmış, Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri, bazı adacıklar dışında, güçlü sanayi yapısından mahrum bırakılmıştır. Doğal olarak bu durum nüfusun da aynı paralelde ülke sathına yayılmasına sebep olmuş ve nüfusun büyük bölümü de Marmara Bölgesi’nde yoğunlaşmıştır. Açıktır ki, bu durum belediye hizmetlerinin de ülke sathında dengesiz dağılımına yol açarak derin bir bölgesel dengesizlik oluşturmuştur. 1980’lerden itibaren, hangi akla hizmet ettiği belli olmayan, tarım ve hayvancılığı baltalayan politikalar sonucunda da sanayi dışında kalan bölgeler tam bir çöküşle karşı karşıya kalmıştır.
Cumhuriyetin birinci yüzyılını reel boyutlarıyla irdelersek, dünya ile oldukça paralel seyreden ulusal ekonomi küresel kapitalizmin hemen hemen tüm krizlerinden olumsuz etkilendiği gibi, kendi krizlerini de küresel emperyalizmin bedel karşılığında uzattığı elle atlatmaya çalışmıştır. Böylece hemen her dönemini emperyalizmin etki ya da baskısı altında geçirmiş olan Türkiye, bir türlü istikrarlı kalkınmasını gerçekleştirememiş ve orta gelir tuzağından kurtulamamıştır. Bunun da ötesinde, yine Batı etkisi ve iç kaynak yetersizliği ile hızla özelleştirme politikasına sarılmış olan Türkiye, iç ve dış sermaye yapılarına fevkalade düşük değerlerle yüksek değerli ulusal birikimleri devrederek, ulusal hükümetlerin halk yararına politika uygulama gücünü kaybetmesine yol açmıştır.
Özellikle 2000 IMF programıyla özelleştirmelere ağırlık vermiş olan AKP iktidarı, son dönemde inatla izlenen düşük faiz politikası ile de ülkeyi derin bir krize sürüklemiştir. Bu krizden çıkış yolunu yine IMF politikalarında bulan AKP iktidarı, bu kez de örtülü olarak Şimşek ve Erkal yönetimine yol vererek, bir yandan ulusal alanda güven oluşturup kaynak çekmeye, diğer yandan da elde kalan yollar, köprüler ve bazı santralleri özelleştirme adı altında satarak yeni kaynak yaratma yollarına girmiştir. Her iki yol da iç ve dış sermaye kesimlerinin ülkeyi teslim alma yollarıdır. Özelleştirme olayına salt kamu mal varlıklarının özel sektöre devredilmesi olarak bakmak yanlıştır. Özelleştirme yoluyla devletin elindeki ekonomik kuruluşların özel sektöre devri aynı zamanda kamusal kararların sermaye gücüne devri anlamına gelir. Bunun da ötesinde, özelleştirme politikalarıyla nitelik değiştirmiş olan kamu hizmetleri vatandaşlara daha pahalı sunulacağından, halkın aleyhine sermaye güçlenip merkezileşmiş olarak, demokrasi ilkesi de ciddi yara almış olur.
Halkın oylarıyla ile işbaşına gelmiş olan siyasi yapının, varsıl kesime salması gereken vergiler yerine, halkın genel tüketim ürünleri üzerinde saldığı katma değer vergisi ya da özel tüketim vergisini tercih etmesi hükümetin ideolojisinin sermaye ve emperyalist güç yanında olduğunun göstergesidir. Sermayeye ve emperyalist güce hizmete soyunan bir siyasi yapının halktan oy alabilmesi için, halkın cebine elini sokan hükümetin dincilik ve milliyetçilik narkozunu kullanması kaçınılmazdır. Böylesi yaman çelişkinin yaygın eleştiri ve halkı aydınlatıcı konuşmalarla ortaya çıkmaması için de, devletin bekası safsatası ile yoğun bir baskı ve şiddet rejimi uygulanır. Fakirleştirilerek yönetim baskısı altına alınan halkımın, baskıcı siyasete değil de, ileri demokrasi ve insan haklarına saygılı devlet anlayışına yönelmesi hem kendi hem de ülke selametine daha uygundur.
Evrensel'i Takip Et