28 Şubat yöntemleri AKP eliyle devrede
Sabih Kanadoğlu (solda), Abdullah Gül (sağda) | Fotoğraflar: DHA
“Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır.”
(Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yayınları)
Kritik bazı dönemlerde hukuk sanki siyasetin de üzerinde ve ona yön veren bir enstrüman olarak görünebilir. Oysa Marx’ın 164 yıl önce vurguladığı gibi, hukuk, üretim ilişkileri ve güçler mücadelesinin belirlediği siyasal ilişkiler dengesini yansıtır. Bu belirlenimin mekanik bir ilişkiye tekabül etmediği yine Marksizm açısından sonuçlandırılmış bir tartışmadır.
Yargıtay 3. Ceza Dairesinin, AYM tarafından alınan Can Atalay tahliyesi kararına direnerek, belirli bir güç merkezine dayanmanın güveniyle, kendince eğlenceli ve ironik bir metinle, işi AYM üyeleri hakkında suç duyurusu ve TBMM’yi tehdit tonuna kadar vardırması hukuki ve siyasi yönleriyle tartışılıyor.
Yargıtayın bir ilki oluşturan çıkışına AKP içinden de tepkilerin gelmesi, Yargıtayın giriştiği zorlamanın hukuki temelde savunulmasının güçlüğü ve bunun iktidarı da yıpratacağı kaygısının doğal sonucu.
AKP Grup Başkan Vekili Abdulhamit Gül, Hayati Yazıcı ve Faruk Çelik gibi isimler anayasal sınırları hatırlatırken, eski solcu Hukukçu, Cumhurbaşkanı Hukuk Politikaları Başkanı Mehmet Uçum’un Yargıtayın tavrının arkasında durması iktidar içinde oluşan çatlağı gösteriyor.
Siyaset, eğer kendisine aradığı yolun yargı aracılığıyla bulunabileceğini düşünürse, çubuğu tersine bükme pahasına bunu zorlar. Bazen siyasal bir talimat gelmesine gerek kalmadan da yargı alanında, anın gereğine uygun atraksiyonlar bakımından ‘yaratıcı’ hamlelere girişen birileri çıkar.
Bir ‘postmodern darbe’ olarak da tanımlanan 28 Şubat askeri müdahalesi sürecinde, Eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nu böyle bir rolde görmüştük. 26 Aralık 1994-21 Ocak 2001 tarihleri arasında Yargıtay 11. Ceza Dairesi başkanı, 21 Ocak 2001-20 Mayıs 2003 tarihleri arasında da Yargıtay Cumhuriyet başsavcısı olarak görev yapan Kanadoğlu, Vural Savaş’ın emekli olmasından sonra başsavcılık görevine seçilmiş ve Anayasa Mahkemesinde Fazilet Partisi ve Halkın Demokrasi Partisinin kapatılması davaları sürecini yürütmüştü. Kanadoğlu’nun Cumhuriyet gazetesinde 26 Aralık 2006’da yayımlanan yazısıyla gündeme getirdiği ‘367 formülü’, AKP ile seküler güçler arasındaki güç mücadelesinin sivrildiği bir zamanda, seküler kanat açısından aranan kanın bulunması gibi olmuştu.
Anayasa’nın 102. maddesine göre cumhurbaşkanı seçilebilmek için, ilk iki turda nitelikli çoğunluk (367 oy), sonraki iki turda ise salt çoğunluk (276 oy) aranıyordu. Kanadoğlu, o yazısında 367’nin sadece karar yeter sayısı değil aynı zamanda toplantı yeter sayısı olduğu tezini ortaya atmıştı.
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı adayı olduğu seçimde, 27 Nisan 2007’de yapılan ilk tur oylamada toplam 357 oy kullanılırken, Abdullah Gül 352 oy almış, hemen ardından CHP, Kanadoğlu’nun “367” tezine dayanarak seçimi Anayasa Mahkemesine götürmüştü. AYM, 1 Mayıs’ta verdiği kararla, cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında Meclis Genel Kurulunda en az 367 milletvekilinin bulunması gerektiğine hükmederek Meclisteki birinci tur oylamayı iptal etti.
Sadece seküler çevrelerde değil, kendisini sosyalist olarak tanımlayan bir kesimde de alıcı bulan ve etkileri bugün de devam eden 28 Şubat destekçiliği, hukuk ve siyaset ilişkisini Marx’ın işaret ettiği temelden uzak okumaktan beslenen bir pragmatizme dayanıyor.
Şimdi de Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki siyasal tercihin tercümesi olan bir hamleyi yine Yargıtay üzerinden görüyoruz. AYM kararına karşı Yargıtay tarafından girişilen hamle açısından bir darbe tanımlaması yapılması bu yönüyle de doğrudur. Erdoğan liderliğindeki siyaset, mağduruyken karşı çıktığı 28 Şubat yöntemlerini, tersine bükerek bu kez kendi siyasal çıkarları açısından kullanıyor.
Karşımızda kendisini hukuk mekanizmaları üzerinden gösteren bir siyasal düğüm olduğu için, çözüm de yine siyasettedir. Dolasıyla muhalefetin dirayeti, sonucun nasıl olacağının belirlenmesi bakımından kritik önemde.
- Büyükada’dan günümüze ‘Etki Ajanlığı’ komplosu 29 Ocak 2025 11:35
- Ahmet Güneştekin bizim acılarımızı da görecek mi? 27 Ocak 2025 06:45
- Tek adam düzeniyle onun sınırları içinde baş edilemez 20 Ocak 2025 15:37
- 'Zalim iyimserlik' 13 Ocak 2025 04:59
- Çok aktörlü bölgesel inşa ve ortasında bir “süreç” 06 Ocak 2025 05:00
- Enternasyonalizm bayrağı, daha daha yukarı! 30 Aralık 2024 06:30
- Diyarbakır notları: Seçim öncesi gelip ‘Ser sera, ser çava’ demeyin 16 Aralık 2024 04:52
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23