Tuz koktu: Yargı değil, rejim krizi
Fotoğraf: Murat Kula/AA
Anayasa Mahkemesinin Can Atalay ile ilgili ihlal kararının ardından dosyanın gönderildiği Yargıtay 3. Ceza Dairesi, örneği olmayan bir karara imza atarak, TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkındaki Anayasa Mahkemesinin (AYM) verdiği ihlal kararına uyulmamasına hükmetti. Bunun yanında ihlal kararını veren AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu ve Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi işlemlerinin başlatılması için TBMM’ye yazı gönderilmesine karar verdi.
Haberin, iktidarın yayın organı olarak değerlendirilen bir gazetede yayımlanmasının hemen ardından açıklamalar da peş peşe geldi: Başta muhalif siyasi partiler olmak üzere, barolar, anayasa hukuku uzmanı akademisyenler çeşitli boyutlarını öne çıkararak Yargıtay kararına tepki gösterdi. İktidar kanadından da birkaç kişi sosyal medya paylaşımlarıyla kararın yanlışlığını belirtti.
* * *
Anayasalar, temel hakları ve özgürlükleri, bunların sınırlanma koşullarını, devletin yapısını ve işleyiş mekanizmasını, devlet içinde siyasal iktidarın sınırlarını tanımlarken, üzerinde yükseldiği toplumsal zeminin üretim ilişkilerini ve çelişkilerini de yansıtıyor. Anayasanın bir “toplum sözleşmesi” olarak kabul edilmesi, “bağlayıcı ve üstün” olması nedeniyle AYM kararları daha çok soyut düzlemde tartışılıyor. Oysa bu kararların ekonomi politik zemine oturtularak, maddi gerçeklere yaslanarak değerlendirilmesi de gerekiyor.
Yaşanan son krizi de içermek üzere AYM kararları ve uygulama süreci değerlendirilirken akılda tutulması gereken bir diğer nokta, bu yüksek mahkemelerin emekçilerin çıkarlarını korumak için değil, kapitalist iktidarların ömrünü uzatmak üzere düşünülmüş olduğu gerçeği. Toplumsal-siyasal mücadele ortamında AYM’ler hak ve özgürlükleri koruduğu kadar, sınır çizgilerini de belirliyor.
Cumhuriyetin yüzüncü yılı kutlamalarını değerlendirdiğimiz geçen haftaki yazımızda, ‘Dönüştürerek sahiplenmek’ kavramı üzerinden rejimin dönüştürüldüğüne dikkat çekmiştik.
Son 20 yılda çok sayıda anayasa değişikliği gerçekleşti. Anayasal yorumları etkileyecek çok sayıda yasa bu dönemde çıkarıldı. 1982 Anayasası’nın darbe ürünü olduğu sıkça hatırlatılarak, hukuk düzeni tek adam rejiminin ihtiyaçlarına uygun hale getirildi.
2010 ve 2017’de yapılan düzenlemelerle, bir yandan ‘tek adam rejimi’ oluşturulurken, aynı süreçte yüksek yargı da siyasal iktidara bağımlı hale getirildi. Önce AYM üye seçim yöntemi değiştirildi; siyasal iktidarın kendi tercihleri doğrultusunda üye seçebilmesinin yolu açıldı. Sonrasındaki yasal düzenlemelerle fiili durum kalıcı hale getirildi, dahası yüksek mahkeme üyelerinin özlük hakları üzerindeki denetim pekiştirilerek yargı, yürütmeye bağımlı hale getirildi.
Başta yüksek yargı mensupları olmak üzere, barolar, hukukçu akademisyenler yani sistemin ‘hukuk temsilcileri’ olanı biteni seyretmekle yetindi. İktidarın AYM kararlarını uygulamama tercihi daha önce de yaşanmıştı; başta ‘yargı mensupları’ olmak üzere, o gün yeterince tepki göstermeyenler bugün ortaya çıkan sonucun yolunu açtı.
* * *
Can Atalay dosyasının ötesinde anlam içeren bu adım, ülke siyasal tarihinde yüzünü faşizme dönme sürecinde bir el yükseltme hamlesi. Temel hak ve özgürlüklerin engellenmesi ve siyasal iktidarın sınırsızlaştırılması hedefine yönelik olan bu karar, baskıcı bir kuralsızlığın gece baskını.
Bu imzayı atanların, muhtemel sonuçları bilmemesinin mümkün olmadığı koşullarda, AK Parti’de görev yapmış ve yapmakta olan isimlerden gelen ve sürece şu ya da bu düzeyde itiraz içeren sosyal medya mesajlarına odaklanmanın anlamı yok. Olup biteni Yargıtay 3. Ceza Dairesine egemen olan siyasal parti ile AYM’de etkin olan cemaat arasındaki çekişmeye sıkıştırmak, kurumlar arası rekabet ve ego yarışına, mahkemeler arasında bir söylem çarpışmasına indirgemek, ‘Cumhur İttifakı’ içindeki iç savaş ve güç gösterisi olasılıklarına prim vermek, sosyalistlerin ve demokratların işi olamaz.
Bunun yerine Mehmet Uçum’un Yargıtayın hamlesini “cesur” bulan, süreci “Türkiye, Milli Yargısını batıcı ve neoliberal yargı anlayışlarına karşı sonuna kadar savunacaktır” cümlesiyle bulandırmayı arzu eden mesajı dikkate alınmalı. Yazdığı sosyal medya mesajıyla el yükselten Mustafa Varank’ın işaret ettiği olasılıklara dikkat kesilinmelidir: “Hukuk ve yasama mekanizması içinde sonuçlanabilecek bir meseleyi darbe diye nitelendirip üstüne sokağı işaret edip yeni Alpaslan Arslan'lar türetmek isteyenler unutmasın ki artık eski Türkiye yok!”
Konu Can Atalay meselesi olmaktan çıkmış görünüyor. Yaşanan yargıda deprem değil, bir rejim krizi. Siyasal muhalefetin öncelikle sorunu doğru tanımlaması gerekiyor. Ardından anayasaların toplumsal dinamikleri değil, toplumsal dinamiklerin anayasaları belirlediğinin kitlelerin bilinç katına çıkarılması ve buna uygun direngen bir mücadele örülmesi gerekiyor.
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32
- Sağda birlik arayışları ve Kürtler 29 Eylül 2024 04:45
- Günay Kubilay'dan "Bir Kumpas Davasının Anatomisi" 22 Eylül 2024 04:00
- Narin… 15 Eylül 2024 04:51
- Reşit Kibar "Ne" için öldürüldü? 08 Eylül 2024 04:04
- ‘Barış’ emekçinin hayatına nasıl dokunur? 01 Eylül 2024 04:10
- ‘Kolektif Şiddet Siyaseti’ 25 Ağustos 2024 05:07
- Filistin kimin ‘dava’sı? Filistin kimin ‘dava’sı olmalı? 18 Ağustos 2024 04:50