13 Kasım 2023 04:30

Namık Tarancı'nın izinde

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Kitaplar kadar hayatlardan da öğreniriz. Hatta bazı hayatlar, bir başucu kitabı gibi sizin hep yanı başınızda durur. 20 Kasım 1992’de katledilen, bir hafta sonra aramızdan alınışının 31. yılı olacak olan Namık Tarancı da bizim açımızdan böyledir.

Gerçek Dergisinin Diyarbakır Temsilcisi iken bir Hizbulkontra cinayetinin hedefi olan, katledilme emrini geçtiğimiz yıl tahliye edilen Hizbullah’ın askeri kanat sorumlularından Cemal Tutar’ın verdiği dava dosyasına giren Namık Tarancı, akrabası olan Diyarbakırlı Şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın yolun yarısı diye tarif ettiği yaştan iki yıl daha fazla yaşayabilmişti.

Cemal Tutar’ın takipçileri bugün iktidar ortağı. Ancak, Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin’in ifadesiyle, PKK’ye karşı savaştığı için önü açılan ve “terörle mücadele eden Müslüman bölge insanı” diye tarif edilen Hizbulkontra (O dönemi yaşayan gazeteciler olarak biz böyle diyoruz) devletin bir aparatı olarak iş gördüğü için Namık Tarancı cinayeti Hizbulkontra cinayetinden de fazlasıdır. Bir devlet cinayetidir.

O dönem, resmi devlet konseptinin tetikçisi olarak cinayet işleyenler, sanık sandalyesinde de bu cinayetleri savunan açıklamalar yaptılar. Onlar açısından bugün iktidar ortağı olmak yıllar sonra gelen bir başarı duygusu yaratabilir.

Peki, Namık Tarancı için, kendisinden iki ay önce yine Diyarbakır’da katledilen ve cinayetinin aydınlatılması açısından çaba gösterdiği Musa Anter için aradan geçen onca zaman nasıl yorumlanmalı?

O yıllarda Kürt sorununun gündemleştirilmesi bir mücadele talebiydi. Bugün artık, ülkenin demokrasi sorununun başlarında gelen ve hatta ağırlığı bir demokrasi sorunu olmasının da ötesine geçen bir gerçeklik haline geldi.

Yaşadığı zamana anın ilişkileriyle değil, belirli bir tarihsellikle bakmayı bilenler açısından tablo şöyledir: Verili statükoyu korumak için ‘faili meçhul’ bırakılan cinayetlere imza atanların bugünkü pozisyonu devletin sahibi olma hali olarak görülebilir. Ama bu her şeyi açıklar mı ya da doğrunun bir ifadesi midir?

Namık Tarancı’nın canı pahasına yaşaması için mücadele ettiği Gerçek’te ifadesini bulan değerler, 1995’ten beri, devletin bütün boğma girişimlerine rağmen kendisini kabul ettirmiş bir günlük gazete olarak Evrensel’de yaşıyor.

Baskı politikalarının koyu hallerinden biri olan bir iktidara rağmen Kürt sorunu, bugün 31 yıl öncesiyle kıyaslanamayacak kadar kendisini kabul ettirmiş ve çözüm iradesi bakımından yol almış bir sorundur. Kürt sorununu “terör” sorununa indirgemenin baskıyla mümkün olamayacağı bir zamandayız. Bu gerçekliğin içinde ‘Kaptan’ diye andığımız Namık Tarancı’nın kararlı duruşu ve emeği önemli bir yerde duruyor.

21 Mart 2017 Diyarbakır Newroz’unda Üniversite Öğrencisi Kemal Kurkut’un polislerce öldürülme anını görüntüleyerek belgelemesi kendisine hapis olarak ödettirilen Mezopotamya Ajansı (MA) Editörü, gazeteci dostumuz Abdurrahman Gök, kendisinden 25 yıl önce Hizbullah röportajını gerçekleştiren Namık Tarancı’nın Diyarbakır’ında o duruşu ve tutumu gösterdi.

Namık Tarancı’nın aramızdan alınışından bu yana, 31 yıl içinde, Türkiye’de ‘gazetecilik’ üzerinden sınıf atlayanlar da oldu. TÜSİAD yönetimine giren gazeteciler bile gördük. Gazetecilere sıkılan kurşunlar, örneğin Hrant Dink’e, yine bazı ‘gazetecilerin’ attığı manşetlerle döşenen yolda sıkıldı.

Bazılarınız, bunları yapanlar için sorabilir: Onlara gazeteci denilebilir mi?

Gazeteciliğe yüklediğimiz olumlu değerler bakımından reddedebiliriz ama teknik anlamda onlar da bir tür gazetecilik yapıyorlar.

Namık Tarancı, Musa Anter, Hafız Akdemir, İzzet Kezer, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Hrant Dink, Abdi İpekçi, Metin Göktepe… Gerçeğin peşinde can veren bütün meslektaşlarımız bu topraklarda birer fani olmayı aşan etkiler bıraktılar. Farklı gelenekler içinde gazetecilik yapmış olabilirler ama ‘devlet ve demokrasi’ dersinde yan yana duruyorlar.

Edip Cansever’in dizeleriyle soralım: Ölü mü denir şimdi onlara?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa