20 Kasım 2023 04:50

Faşist inşaya karşı orta sınıflar mı, işçi sınıfı mı?

ziyaretten görüntüler

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Amerikalı Siyaset Bilimci Barrington Moore, Jr. tarafından kaleme alınan ve Türkçede ilk baskısı Şirin Tekeli ve Alâeddin Şenel’in çevirileriyle 1989 yılında Verso Yayınları’ndan çıkan Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri (1966), alanındaki önemli kaynaklardan biridir.

Yazar, “Bolşevik devrimi hakkında söylenebilecek en iyi şey, kurtuluş ‘olanağını’ getirmiş olabileceğidir” (s.393) dedikten sonra, kapitalist dünya açısından da şöyle bir sonuca varıyor: “Batının öteden beri savunduğu özgür ve rasyonel toplum düşünün, bir hayal olarak kalıp kalmayacağını kimse bilemez. Ama eğer geleceğin insanları, bugünün zincirlerini kıracaklarsa, o zincirleri hangi güçlerin ürettiğini iyi anlamalıdırlar.” (s.394)

Demokratik istikrar açısından orta sınıfların rolüne özel vurgu yapan yazarın, yaşama veda edişinin (2005) ardından gerçekleşen dünya pratiklerini göz önünde tutarak dile getirilmesi gereken başlıca nokta, güçlü işçi sınıfı ve halk örgütlenmelerinin olmadığı Batı tipi demokrasilerin çok kolaylıkla aşırı sağa meyletme şehvetiyle yanıp tutuştuğudur.
Tam bu noktada asıl meselemize gelelim. Ülkelere göre belirli özgünlüklerle birlikte, kapitalist sistem içinde faşizme gidiş süreçleri benzerlikler gösterir: Sermayenin en gerici rejimini inşa ederken muhalefeti tasfiye etmek ve kendisine güçlü bir kitle desteği oluşturmak.
2001 ekonomik krizinin ardından, daha önce iktidar olmuş düzen partilerinin yaşadıkları güven kaybının ardından AKP, muhalefetin kendisini umut olarak belirginleştiremediği ortamda tek başına iktidar olmuştu. Bu noktada, Prof. Dr. Cihan Tuğal’ın, Pasif Devrim: İslami Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi adlı kitabının, bu sürecin AKP ve etkisindeki kitleler açısından nasıl yaşandığına dair önemli bir çalışma olduğunu hatırlatarak devam edelim.

Hatay’dan TİP Milletvekili seçilen Can Atalay’ın tahliyesine karşı yargı cephesinde, Anayasa Mahkemesine karşı gösterilen direncin, rejimin karakterinden kaynaklı siyasal dayanak noktaları üzerinden ilerlediği biliniyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘hakem rolünde’ olduğunu iddia etse de bu ifadenin öncesinde ve sonrasında söyledikleriyle AYM kararının karşısında olduğu kendi ifadeleriyle de teyitli.

Öyle görünüyor ki AKP, 2010 anayasa referandumunda aldığı mesafeye rağmen yüksek yargıyı istediği kıvama getirememiş olmanın rahatsızlığıyla, AYM’yi eğip bükme faaliyetine devam edecek ya da yeni bir anayasa referandumunu zorlayacak.

2010 referandumunda “12 Eylül Darbe Anayasası ile mücadele” argümanı ile karşısındaki güçler arasında yarılma yaratmayı başaran AKP, benzer argümanları bugün alıcı düzeyi zayıflamış olsa da yeniden kullanıma soktu bile.

Bir parantez olarak AKP’nin sadece, çevresinde palazlandırdığı ‘beşli çete’ ya da MÜSİAD sermayesinin desteğiyle yürümediği, sömürüde istikrar ve grev yasaklarıyla ve bazen de itekleyerek TÜSİAD sermayesini de kendi lehine tarafsızlaştırdığı biliniyor.

Bu ‘itekleme’ yöntemi özünde AKP’nin tüm muhalefete karşı kullandığı temel bir mekanizma. Örneğin basın meslek örgütleri, insan hakları kurumları, TMMOB ve TTB’ye kadar uzanan çeşitli kurumları ele geçiremeyince, sürekli baskı ve itibarsızlaştırma taktikleriyle itekleme formülü devrede tutuluyor.

AKP’nin belli bir dönemdir, rızayı tamamen terk ederek zora dayalı yöntemleri tercih ettiği argümanına gelince. Bunun, mobilize etme yeteneğini yitirdiği karşısındaki güçlerle sınırlı olduğunu, kendisini destekleyen kitlelere dair rıza üretiminin, açık dezenformasyon yöntemleriyle desteklenerek yürüdüğünü biliyoruz.

Bu itekleme yöntemi, AKP’nin iktidar serüveninde çok kritik bir yerde duruyor. İteklendikçe geriye çekilen bir etkisiz eleman gibi davrandıkça, ya da sağcı iktidar ile sağcı formüller üreterek ‘Baş etmeyi’ başarabileceğini sandıkça kaybetmenin kaçınılmaz olduğu fazlasıyla deneyimlendi. İteklenmenin sürekliliği, muhalefet saflarında ‘Bunlar ne yapar eder yine kazanır’ yaklaşımında ifadesini bulan umutsuzluğu da besliyor.

Başladığımız yere dönerek bağlayalım. Demokrasilerde orta sınıfların belirli bir rolü olsa da asıl teminat örgütlü işçi sınıfıdır.

Düzce’de bulunan Aluform Pekintaş fabrikasında çalışırken sendikaya üye olduktan sonra tazminatsız işten atılan ve fabrika önünde direniş sürdüren işçilerden Tanzer Aydın’a kendisini ‘devlet görevlisi’ olarak tanıtan birinin, direnişi sonlandırması ve EMEP üyeliğinden istifa etmesini telkin etmesi boşuna değil.

Faşizmin inşasına yönelen bir sermaye iktidarı, örgütlenmiş işçi sınıfının olduğu bir ortamda amaçlarını öyle kolay hayata geçiremez.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa