19 Aralık 2023

İklim ve Çin’le Batı arasında Türkiye

Bu yıl Dubai’de düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı (COP 28) sonuçlandı. Fosil yakıtlardan uzaklaşmaya ve sıcaklık artışını yıllık 1.5 derecede tutmaya çağıran sonuç bildirgesine zirveye katılan 198 ülkenin tamamı imza attı ama bu belge somut öneriler içermediği için ‘dilek ve temenniler’ olmaktan öteye geçebilecek mi sorusunun yanıtı toplantıda imzalanan diğer belgeler ve yapılan açıklamalarda gizli.

Toplantıda, ‘kırılgan ülkeler’ denen, küçük ve sanayileşmemiş ekonomileri olan ülkelerin fosilsizleşme ve yenilenebilir enerjiye dönüşümde uluslararası toplum tarafından maddi olarak desteklenmesi amacıyla bir Kayıp ve Zarar Fonu oluşturuldu. Bu fonu hangi büyük ekonomilerin destekleyeceği ve hangi ülkelerin ‘kırılgan’ sayılacağı ve bu fondan yararlanacağı toplantının odağındaki tartışmaydı. Çünkü, bu fona maddi destek sağlayacak ülkeler aynı zamanda fondan yararlanacak ülkelerin enerji piyasalarında üstünlük kazanacak. Yani, bir yandan iklim konusunda ahlaki bir tutum sergilerken bir yandan da küresel ekonomik rekabet içinde kazanç sağlayacaklar; hem iş hem alışveriş. Öte yandan, bu fondan yararlanacak ülkeler yeşil dönüşüme katkıda bulunurken ekonomilerini düze çıkarıp mevcut iktidarların halk nezdinde meşruiyetini arttıracak; bu açıdan da hem iş hem alışveriş. Çin, fon sağlayıcı ülke olarak bu denklemde yer alırken, Türkiye de fondan yararlanıcı olarak resmin içine girmek istiyor. 

Hem kendi ekonomisinin büyüklüğü hem de Kuşak ve Yol Girişimi, Küresel Kalkınma Girişimi gibi politikalarıyla Küresel Güney denilen kalkınmakta olan ülkelere desteğiyle bilinen Çin’in Kayıp ve Zarar Fonuna yapacağı katkı fonun önemli mi olacağı, kağıt üzerinde mi kalacağına dair geleceğini belirliyor. Bu soruya, Çin’in İklim Değişikliği Özel Temsilcisi ve Çin delegasyonunun başı Xie Zhenhua, Kayıp ve Zarar Fonunu Güney-Güney İşbirliği’nin bir parçası olarak gördüklerini söyleyerek yanıt verdi.

Çin, her ne kadar fona destek sağlayacak kadar büyük bir ekonomisi olsa da, kendini bir Küresel Güney ülkesi olarak konumlandırıyor ve BM içinde Güney-Güney İşbirliği’nin ve “ortak ama ayrı sorumluluk” kavramının savunucusu olarak ortaya çıkıyor. ‘Ortak ama ayrı sorumluluk’, iklim değişikliği küresel bir sorun olsa da, eskiden üçüncü dünya ülkeleri denen, şimdi Küresel Güney olarak adlandırılan coğrafyaların, tarihsel olarak erken gelişmiş Batı ülkeleriyle aynı sorumluluk ve beklentileri paylaşamayacağı iddiasıyla sömürgecilikle bulundukları gelişmişlik düzeyine ulaşmış ülkelerin daha fazla sorumluluk alması ve Küresel Güney ülkelerini desteklemesi gerektiğini iddia eden bir çerçeve.

Güney-Güney İşbirliği çerçevesinde ise, Çin, geç kalkınan bir ülke olmasına rağmen şu an diğer kalkınmakta olan ülkeleri destekleyebilecek konumda olduğu için sorumluluk alacağını söylüyor. Elbette bu sorumluluk aynı zamanda Çin’in kendi ekonomisi için de bir kazanç anlamına geliyor.  Çin’in kalkınmakta olan ülkelerle imzaladığı birçok iklim ve Güney-Güney İşbirliği anlaşmaları, pratikte Yeşil Kuşak ve Yol çerçevesinde Çin’in yeşil teknoloji ve finans mekanizmalarının kullanıldığı güneş enerjisi projeleri anlamına geliyor. Mısır, Etiyopya, Arjantin ve Karadağ, bunlara birer örnek.

Çin yenilenebilir enerji tedarik zincirlerinde egemen durumda. Şu anda, Çin dünya rüzgar enerjisi ekipmanlarının yüzde 50’sini ve dünya güneş enerjisi PV ekipmanlarının yüzde 80’ini sağlıyor. Çin devleti bu pazar üstünlüğünü Çin’li üreticilerinin yenilenebilir enerji üretim maliyetlerini azaltmada oynadığı role dikkat çekerek bir Güney-Güney dayanışması olarak ifade ediyor.

Her ne kadar Çinli üreticilerin kendi yeşil piyasasına girmesini kısıtlamaya çalışsa da, BM fonlarından yararlanmak söz konusu olunca Türkiye, ‘kırılgan ülke’ olarak tanımlanmak için çaba sarf ediyor.

Yeşil İklim Fonu’nun yanı sıra yeni oluşturulan Kayıp ve Zarar Fonundan da faydalanabilmek için dünyanın geri kalanından daha fazla ısınan Akdeniz bölgesinde olmasını öne çıkarıyor. Oysa, Akdeniz bölgesinde ‘kırılgan’ olarak tanımlanan ülkeler küçük ada ülkeleri. Bu ülkeler aynı zamanda alt gelir grubunda ve karbon salınımları düşük. Oysa Türkiye üst-orta gelir grubunda ve dünyada en çok karbon salınımı yapan ilk yirmi ülke arasında. Yani, bir erken kalkınmış Batı ülkesi olmasa da bu sınıflandırmaya girmesi zor.

Türkiye, bu arada kalmışlıktan kurtulmak için Çin’in yaptığı gibi, sanayi üretimini AB’nin Yeşil Mutakabatı’yla uyumlulaştırmaya çalışabilir. Oysa geçen yazımda bahsettiğim gibi, Türkiye’nin AB’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizmasından zarar görmemek için bir Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kurma planı henüz yok. COP28’de de, sırf BM’nin fonlarından faydalanabilmek için,  katılımcı ülkelerin çoğunun imzacı olduğu yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği taahhüt belgesini desteklemedi. Desteklemeyen diğer ülkeler fosil yakıt üreten ve satan Suudi Arabistan, Rusya ve Irak. Oysa Türkiye, vazgeçemeyeceğini iddia ettiği petrol ve gaz gibi fosil yakıtların da alıcısı durumunda. Fosilden çıkış planı yapıp AB’yle olan Gümrük Birliği anlaşmasının ona göre güncellenmesi için bir politika oluşturursa yenilenebilir enerji ve finans piyasalarını da güçlendirebilir. Şu andaki pozisyonuyla Türkiye iklim konusunda da Çin’le Batı arasında ortada kalmış durumda.

Evrensel'i Takip Et