23 Aralık 2023 04:58

Tarikatlar, cemaatler... Ama ya STK'ler

kuran okuyan çocuk

Görsel: Bing/Murat Uysal/Evrensel

Paylaş

Milli Eğitim Bakanı ‘Siz tarikat, cemaat diyorsunuz biz STK, onlarla protokol yapmaya devam edeceğiz’ diye meydan okuyunca hiç bitmeyen bir tartışma tekrar alevlendi. Tarikat ve cemaatler, kendileriyle devletin yaptığı ‘protokoller’ sonucu kurulan yurtlar, dershaneler ve okulların inşası ve yönetimi, ordu ve bakanlıklar içindeki belirimleriyle son zamanların en popüler konularından biri haline geldi.

Tarikat ve cemaatlerin kötü ünlü faaliyetleri konusunda kamuoyunda yeterince bir doygunluk olduğu söylenebilir. Devlete ait olması gereken eğitim ve sağlık gibi hizmet alanlarının iktidara yakın cemaat ve tarikatlara nasıl özelleştirildiği, özellikle yurt ve okullarda gençlerin nasıl bir zihinsel terbiyeden geçirildiği herkesin malumu. İktidar bu kurumları sermaye birikim sürecine dahil etmiş, bazıları holdingleşecek kadar büyümüş, kimileri iktidarın görünmez ortağı olarak bürokrasiyi ve bakanlıkları kadrolarıyla doldurmuş bunu yaparken de, her biri kapalı kutu olan yapılara tahsis edilmiş kurumlarda tacizden istismara bir dizi suç ortaya saçılmıştı. Saçılmaya da devam ediyor.

Tarikatlarla iktidar arasında birbirini besleyen bir ilişki var. 15 Temmuz’dan sonraki süreçte Gülen Cemaati dışında kalan, onlarla rekabet ve anlaşmazlık halindeki bir dizi tarikat mensubu iktidarın askeriymiş gibi sokakları gövde gösterisi yaparak doldurmanın sağladığı imtiyazdan bir hayli yararlandılar. İktidar da bu kesimleri yetki dağıtıp alan açarak kendisinin bir uzantısı haline getirdi. Vaktiyle Gülen Cemaatinin bir sivil toplum örgütü olduğu daha çekinik bir sesle dile getirilmişti, şimdiki ses tonu meydan okuyucu. Çünkü sahiden de atı alan Üsküdar’ı geçti ve Bakanınki sadece malumun ilanı.

PEKİ YA STK’LER?

STK’ler genellikle devlet dışı oluşumlar olarak tanımlanır ve belirli konulara duyarlılıkları harekete geçirerek hükümetler/iktidarlar üzerinde demokratik bir yaptırım, denetleme ve talep örgütleyici bir rolleri olduğu varsayılır. Ne var ki bu da bir yanılsamadır, devletler çok eskiden beri yasaların sınırladığı bazı ‘işleri’ yürütebilmek için STK’ler kurdurmuşlar, kurmuşlar ve onları dolaylı yollardan yönetmişlerdir. Türkiye’de bu yönelimden azade değil. Azınlıklara yönelik tedhiş, linç ve yağma hareketleri de devletle iltisaklıydı. ‘Komünizmle mücadele’ protokolü de bu STK’lerle yapılıyordu.

Ama STK’lerin modern besiyeri 1990’lar yılından itibaren, yani tek kutuplu dünyanın ilan edilmesiyle oluşur. Dünya Bankası ve bölgesel kalkınma organlarında, Davos zirvelerinde sivil toplum vurgusu öne çıkar. Yeni bir paylaşım savaşı ve rekabetinin düzenlendiği bu zamanlarda adına yönetişim denen bir idari mekanizma tavsiye edilirken sivil toplum kuruluşları ve şirket CEO’larının birlikte katıldığı toplantılar düzenlenir ki, emekçilerin birikmiş tepkilerinin bastırılması konusunda STK’ler suç ortaklığında buluşsun; neoliberal saldırılara, çocuk kandırır gibi modern argümanlar oluşturulsun.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice ‘Ortadoğu’nun birçok ülkesinin sınırlarının yakın gelecekte değişeceğini, diktatörlüklere karşı sivil toplum kuruluşlarının güçlendirilmesi için çalışma yaptıklarını’ söylerken STK’lerden Yeni Dünya Düzeni ve genişletilmiş Ortadoğu projesini hayata geçirmek için nasıl yararlanılacağına da işaret etmişti. Güdümlü STK’lere ihtiyacı vardı projeci emperyalizmin.

Demek ki STK sözcüğü içinde bir dizi karmaşık anlamı barındırıyor. Bu anlam mali sermayenin yönetildiği merkezlerde hükümetler dışında kurulu fakat gerçekte hükümetlerle iş birliği halinde, sermayenin kalkınma planlarıyla yeniden paylaşım planının bir uydusu. Halklar açısından ise başka bir görüngünün karşılığı. Bu görüngü emekçi sınıflarla yapılan müzakere süreçlerini üstlenerek talep odaklı mücadele yürüten sendikalar ve sol siyasal partilerin zayıfladığı bir dönemin çıktısıdır.

Kendilerini felaket bölgelerine yardım örgütleyen, demokratik kararların çıkarılması konusunda bir baskı aracı olarak gören kısa ya da daha uzun vadeli tepkiler örgütlemeye çalışan STK’ler aralarında kalıcı ortaklıkların olmadığı bireylerden teşekkül eder. Bugün bunların birçoğu AB fonlarına bağlı olarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Ya da AB’nin fonu karşılığında kuruluyor, AB kurdurttuğu vakıflara da STK adını verebiliyor.

Bizde ise her türlü talep örgütlenmesine yönelik şiddet bir ‘güvenlik’ meselesi haline getirildi. Dolayısıyla her türlü beklenti iktidarın bir savaş alanına dönüşmüş durumda. Şimdi toplum içine birer kılcal damar olarak uzanan tarikat ve cemaatler, iktidar partisinin yerel örgütleri ve vakıflar halkın temel ihtiyaçlarını karşılamaya soyunan ama aynı zamanda bu ihtiyaçların ticaretini de yaparak sömüren birer nüfuz kaynağı olarak devrede. Onlar devletten devlet onlardan ‘iş’ alıyor.

Devlet güdümündeki bir kanunsuzluğun taşeronları olarak hizmet eden parça başı protokollerle kapitalist işletmelerini büyüten dini-siyasi-ticari oluşumları STK diye niteleyen Bakan haklıdır. Sivil her şeyi militarize ederek kendisine bağlayan uymayanları hapishanelere dolduran bir iktidarın STK’si da öyle olur. Vesayete de son verdiklerini iddia ederken her şeyi vesayetlerine almışken hani.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa