02 Ocak 2024 05:00

HÜDA PAR ve federalizm tartışması: İki yanlış bir doğru etmiyor!

Zekeriya Yapıcıoğlu ve Tayyip Erdoğan

(Arşiv) Zekeriya Yapıcıoğlu ve Tayyip Erdoğan | Fotoğraf: TCCB

Paylaş

Geçen hafta Meclisteki bütçe görüşmelerinde CHP Grup Başkan Vekili Ali Mahir Başarır’ın AKP ve MHP’yi sıkıştırmak adına yaptığı HÜDA PAR’ın “Eyalet sistemi, federasyon ve özerkliği savunduğu” eleştirisi, yeni bir tartışma başlattı. Nedim Şener, Mehmet Metiner, Barış Terkoğlu ve Mehmet Ali Güller gibi isimler başta olmak üzere medyada da sürdürülen bu tartışma bir yanıyla ‘Şeyh Said’ tartışmasına da benziyor. Çünkü bu eleştiriler, her ne kadar Erdoğan’ı ve iktidar blokundaki (Cumhur İttifakı) gerici güçleri sıkıştırmak adına yapılmış olsa da sorunu yanlış teşhis ettiği için bu gerici güçlere yeni manevra alanları yaratan sonuçlara yol açıyor.

Öncelikle iktidarın medyadaki iki maaşlı memuru; “Eyalet sistemi, özerklik, federasyon gibi yönetim modelleri üzerinde serbestçe tartışılabilmelidir” diyen HÜDA PAR Genel Başkanı Yapıcıoğlu’na “Bu talepler bölücü değil mi?​” diye soran Nedim Şener ile “Kardeşlerimin partisidir” diyerek HÜDA PAR’ı savunmak için öne atılan Mehmet Metiner arasındaki tartışmayı iktidar bloku içi bir tartışma olarak nitelemek gerekiyor. Şener, iktidarın kendisine istismar alanı açmak için bile olsa katı şoven-milliyetçi çizgisinde hiçbir esneme olmaması gerektiğini savunuyor. Metiner ise iş birlikçi Kürt burjuvazisi ile HÜDA PAR ve kimi tarikat/cemaatler üzerinden iktidarın Kürtlerin belli kesimlerini yedeklemesini sağlayacak söylem ve politikalarını sürdürülmesini istiyor.

Ne kadar karşıt görünürlerse görünsünler iktidara hizmet için yarışan bu kesimleri ve Şener, Metiner gibi sözcülerini kendi iktidar bloku içinde yedeklemiş olmaktan en çok Erdoğan’ın memnun olduğuna şüphe yok! Dolayısıyla Erdoğan’a hizmette kusur etmemeye çalışan Şener ve Metiner gibi isimlere burada söylenebilecek fazla bir şey de yok!

Bizim için asıl tartışma konusu olan muhalefet yapma, Erdoğan’ı sıkıştırma adına sorunu yanlış tahlil eden ve dolayısıyla yanlış sonuçlar çıkartarak iktidar bloku içindeki güçlere istismar alanı yaratan yaklaşımlardır.

Cumhuriyet’ten Barış Terkoğlu, Erdoğan’ın 1991’de Refah Partisi İstanbul İl Başkanı iken hazırlattığı “Kürt sorunu raporu”nu hatırlatarak HÜDA PAR’ın “Erdoğan’ın projesini çaldığını” söylüyor ve iktidarın HÜDA PAR’ın görüşleri karşısındaki suskunluğunu “helal bölücülük” olarak tanımlıyor. Cumhuriyet’in bir diğer Yazarı Mehmet Ali Güller ise “Erdoğanizm-federalizm” yazısında işi bir adım daha ileriye götürerek başkanlık sistemi ile federasyon-özerklik savunusu arasında doğrudan bir ilişki kuruyor. Dolayısıyla “Erdoğanizm”e, başkanlık sistemine karşı çıkmak için sanki federasyona ve özerkliğe karşı çıkmak gerektiği sonucunu çıkartarak “Erdoğanizm”e karşı olmak adına Kürt sorununda şoven bir çizginin savunuculuğuna soyunuyor.

Öncelikle her ne kadar buradan yanlış sonuçlara varmış olsa da Terkoğlu’nun “helal bölücülük” nitelemesi ile önemli bir noktaya temas ettiğini belirtmek gerekiyor. Bugün bırakalım federasyonu, özerkliği; yerel yönetimlerin büyük oranda merkezi idareye bağlı olduğu koşullarda bile Erdoğan iktidarı Kürt hareketinin (HDP/DEM Parti) kazandığı hemen bütün belediyelere kayyum atamış durumda. Dolayısıyla Erdoğan ve en kahraman milliyetçi Bahçeli’nin HÜDA PAR’ın Kürt sorununda istismarcı söylem ve politikaları karşısındaki sessizliklerinin arkasında iktidarın bekası için her yolu mübah gören bir anlayışla hareket etmeleri gerçeği bulunuyor.

DEM Partinin devamcısı olduğu Kürt hareketini ‘birlikte yaşam projesi’ olarak demokratik özerkliği savunduğu için “bölücü” ilan eden iktidar, zamanında federasyonu savunan PSK’nin Lideri Kemal Burkay’ı da resmi törenle karşılamıştı ki yanlış anlaşılmasın; burada haksız nedenlerle yıllarca sürgünde yaşamak zorunda kalan Burkay’a geri dönüş yolunun açılması değil, bunun arkasındaki niyet eleştiriliyor. Yine bugün eski Kürt partilerini hatırlatıyor diye HEDEP ismini bile yasaklayanlar, Kürt hareketi bölünür umuduyla “Kürdistan” ismini taşıyan birçok partinin kurulmasına sessiz kalmışlardı. Dolayısıyla Terkoğlu’nun, daha önce bu köşede de tartışma konusu yapılan HÜDA PAR’ın Kürtlerin Hamas’ı yapılmak istendiği ve bu nedenle iktidar tarafından Kürt sorunundaki istismarcı söylem ve politikalarına bir alan açıldığı tespiti doğrudur.

Ancak Terkoğlu ve Güller’in, zamanında yaptığı kimi açıklamalardan yola çıkarak Erdoğan sanki bugün eyalet sistemini, özerkliği savunuyormuş gibi sonuçlar çıkarmaları ve dahası “Erdoğanizm”e karşı çıkmak ile Kürt sorununun çözümü bağlamında gündeme gelen/getirilen özerklik, federasyona karşı çıkmayı birbirine koşut haline getiren yaklaşımları Erdoğan’ı ve kader birliği yaptığı tekelci burjuva gericiliğin politikalarını anlamaktan ne kadar uzak olduklarını gösteriyor. Dahası CHP’li Başarır’dan başlayarak iktidarı sıkıştırmak adına savunulan bu görüşler, Kürt sorunu ve demokratikleşme konusunda ülke tarihinin en saldırgan iktidarlarından biri olduğu halde Erdoğan iktidarı ve iktidar bloku içindeki HÜDA PAR’ın bu sorunu istismar edebilmelerini kolaylaştırıcı bir rol oynuyor.

Öcalan’la sürdürülen “çözüm süreci”nde Erdoğan’ın birbiriyle iç içe geçmiş iki hedefi bulunuyordu: Birincisi, Kürtleri içeride başkanlık rejimine ve dışarıda da (özellikle Suriye savaşında) yayılmacı emellerine yedeklemekti ki Erdoğan’ın başkanlık rejimini savunurken “Lozan’ı zafer diye yutturdular” çıkışının arkasında da bu yayılmacı emeller bulunuyordu. Erdoğan ve kader birliği yaptığı tekelci burjuva güçler, Kürtleri bu hedeflerine yedekleyebilmek için Öcalan ile “Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” pazarlığını yapmışlardı. Dolayısıyla arşivlere bakılsın, Erdoğan’ın eyalet sistemini savunduğu dönemler bu pazarlıkların yapıldığı ya da seçim meydanlarında Kürtlerden oy almak için bu alanda “reformlar” yapılacağını vadettiği dönemlerdir.

Bilindiği gibi bu beklentileri gerçekleşmeyince Erdoğan masayı devirerek Kürt sorununda savaş ve şiddet politikalarına geri dönmüş ve FETÖ’nün darbe girişiminden sonra bu kez MHP ile bugüne kadar bir kader ortaklığına dönüşen iş birliğinin adımlarını atmıştı.

Kürt sorunu konusunda hazırlanan raporlara gelince, Türk burjuvazisinin en büyük örgütü olan TÜSİAD da bu konuda Erdoğan’ın 1991’de hazırlattığı rapordan daha “ileri” taleplerin yer aldığı raporlar hazırlatmıştı. Herhalde TÜSİAD’ın derdi ülkeyi bölmek değil, bu sorunu Türk burjuvazisinin çıkarları temelinde çözmekti.

Öte yandan Türkiye’de başkanlık sistemini de Erdoğan’dan çok daha önce Özal ve yine TÜSİAD savunmuştu. Çünkü bu sistem ile o dönemlerde özellikle özelleştirmeler konusunda bürokrasinin devre dışı bırakılması ve sermayenin çıkarları temelinde hızlı kararlar alınıp uygulanabilmesi amaçlanıyordu. Bugün yasama, yürütme ve yargıyı tek elde toplayan Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ülkenin bütün yer altı ve yer üstü zenginliklerini sermaye için nasıl dizginsiz bir sömürü ve yağma alanı haline getirdiği üzerinden uzun uzun durmaya gerek yok.

Kürt sorunu konusunda taktıkları şoven gözlük, bu arkadaşların Erdoğan iktidarı ve kader birliği yaptığı sermaye güçlerinin yerelleştirme politikaları konusundaki asıl hedeflerini ve bu konuda atmış oldukları adımları görmelerini de engelliyor. Çünkü bugün binlerce Kürt siyasetçiyi cezaevlerinde tutan, Kürt belediyelere kayyumlar atayan, Kürt sorununu çözmek adına sınır ötesinde operasyon üzerine operasyon yapan ve bırakalım Kürt siyasetini, son CHP örneğinde olduğu gibi onunla en ufak bir temas içinde olanları bile terör destekçiliği-iş birliği ile suçlayan Erdoğan iktidarı, aslında yerel yönetimlerin neoliberal dönüşümü konusunda istediği adımların büyük bir bölümünü gerçekleştirdi.

Erdoğan iktidarı; yerel hizmetlerin özelleştirilmesi, ticarileştirilmesi ve yerelin sınırsız bir biçimde sermayenin yapmasına açılması için iki önemli adımı çoktan gerçekleştirmiş durumda. Bu adımlar, 2012’deki büyükşehirler yasası ve 2006’da kabul edilen ve ülkeyi 26 bölgeye bölen kalkınma ajanslarıydı ki bunlar üzerinden “Yerelin ekonomik potansiyelini harekete geçirmek” adı altında neoliberal dönüşüm ve yapmanın önü açılmıştı. Burada bu neoliberal dönüşümü, “katılımcılık”, “demokratikleşme” adı altında savunan liberaller de ayrı bir tartışma konusudur.

Sonuç olarak; zamanında Özal’ın önemli enerji kaynaklarına sahip olan Irak Kürdistan Bölgesi’ni ‘yutmak’ için federasyonu dillendirmesi gibi, tekelci burjuva gericilik ve sözcülerinin işlerine geldiği zaman ve yerde federasyon, özerklik, eyalet sistemi gibi konuları tartışmaya açmakta bir sakınca görmedikleri açıktır. Muhalif olma adına Kürt sorununda ortaya konan şoven yaklaşımlar, bu sermaye politikalarının gerçek hedeflerini anlaşılmaz kılmakla kalmıyor; bu gerici güçlerin sorunu istismar edebilmesine de alan açıyor. Oysa hem iktidar ve kader birliği yaptığı gerici güçlerin gerçek yüzlerini teşhir edebilmenin ve hem de bu emek düşmanı politikalara karşı her milliyetten işçi sınıfı ve emekçilerin birleşik mücadelesini geliştirebilmenin yolu, Kürt sorununun eşit haklara dayalı demokratik barışçıl çözümünü savunmaktan geçiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa