06 Ocak 2024 04:58

Şeriat, rezonans, Can Atalay

Can Atalay için Çağlayan'da düzenlenen eylem

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Paylaş

Galileo, bir etki ile oluşan hareketin o etki ortadan kalktıktan sonra da bir süre devam etmesini rezonans kavramını kullanarak tarif ediyordu. Etki devam ettiğinde ise rezonans artmaktaydı. Onun buluşu zaman, mekan üzerine düşünüş biçimlerini de etkilemişti. Etki kendisinden sonraki hareketi de şekillendirmekteydi.

Maddenin bir kurala bağlı olarak hareket ettiğini gösteren Descartes-Newton çizgisine sadık kalan fizik yeni bir zaman ve mekan anlayışına yol açtı ve bunun sosyal sonuçları da oldu: Doğanın ve toplumsal ilişkilerin iç düzeninin belirli zorunluluklar temelinde işlediği. Sosyal ilişkiler bakımından ise her durumun sınıflandırılabileceği. Marx’a göre rezonans yasaya dahildi.

Kuantum fiziğine göre ise hareketin yönü ve mekan belirlenebilir bir şey değildi. Buradan yola çıkarak sosyal ilişkilerin seyri arasında öngörülemezlik olduğunu tespit eden sosyal bilimciler ve onları takip eden politikacılar kuantum bilimini kendi dünya görüşlerinin doğrulayıcısı olarak kullandılar. Kesinliklerin ve kuralların sonunun geldiği de ilan edildi. Bu yeni döneme postmodernite adını takan da oldu.

Türkiye’de en önemli tartışma konularından biri ekonomiyse diğerinin hukuk olması bir rastlantı değil. Attığı bir taşla binlerce kurbağayı ürküten iktidar, devamlı ‘iterek’ toplumsal rezonansa neden oluyor. Bunun sebebi de etkinin yarattığı süreğen hareketi durduracak bir yeterli tepkinin, sınıf hareketinin olmaması doğal olarak. Rezonans bu boşlukta etkili oluyor.

Bu hafta içinde bir yandan hilafet, şeriat tartışması açarak diğer yandan da AYM’nin Can Atalay hakkındaki AYM kararının ikinci kez reddedilmesiyle toplum hukuk, yasa, anayasa gibi bağlayıcı zamkların nasıl eritilebildiğine şahit oldu; topluma sürekli basınç uygulanarak salınım kesintisizleştiriliyor.

Güya Filistin’le dayanışma için düzenlenen ve bir dizi yandaş vakıf ve kuruluşun yanı sıra bürokratların da katıldığı Galata Köprüsü üzerindeki mitingde açılan ‘hilafet bayrağı’, atılan şeriat sloganları sarsıcı etkisini devam ettiriyor. Yasaların yasakladığı, ulus-devletlere bölünmüş Müslüman dünyasında hilafet gibi bir eski zaman adetinin mantıksal geçerliliğinin kalmadığı günümüz koşullarında bir dizi kavram birbirine karıştı. Taşınan bayrağın tevhit değil hilafet sancağı olduğu, Suudi Arabistan’a tepkinin Arap düşmanlığıyla özdeşleştirildiği, İsrail’in Filistin’e saldırısının bir dinler savaşı olarak görüldüğü, hilafet bayrağı taşıyan kişiye yumruk atan gencin suçlu mu olduğu gibi, yeri ve zamanı görecelileştirilen soruların yanıtları meseleyi işin içinden çıkılamaz hale getirdi. Çünkü artık hukukun sınırları bulanıklaştı ve fıkıh ile hukuk arasındaki geçirgenlik büyüdü.  

Can Atalay’la ilgili AYM kararını ikinci kez reddeden Yargıtayın ‘jüritokratik bir davranış’ olarak nitelendirmesi boşlukların iktidar tarafından nasıl doldurulduğunun kanıtıydı. Bir hakim grubunun diğer hakim grubunu vesayetçilik ve hakimler diktası kurmakla suçladığı sondan bir önceki nokta. Yargıtayın kararında AYM’nin ‘Anayasa hükümlerini uygulanamaz hale getiren keyfi kararlar verdiği bu keyfiliği denetleme konusunda yasal boşluk’tan yararlandığı iddia ediliyor. Bu boşluğu doldurma yetkisini üstlenen de Yargıtay oluyor. Hem de nasıl: Fethullah Gülen, Cemil Bayık, Murat Karayılan gibi şüpheli ya da sanıkların milletvekili seçilmeleri durumunda cezaların infaz edilememesi durumu açılır diyerek ve kendince Atalay’ın durumuyla terörü aynılaştırarak.

Sürekli olarak devlet olanaklarını kullanarak yeni sahneler kuran, cereyan eden durumlara akıl dışı açıklamalar getirmeye çalışan siyasi rejimin her düzeyden sözcüleri, ortaya kaldırılması ağır kayaları yuvarlamaya devam ediyorlar.

Bu gidiş iyi bir gidiş değil; hiç kimsenin bugününden ve yarınından emin olamayacağı güvenliksiz, güvencesiz; neyin doğru, neyin yanlış olduğu konusunda bir fikri olamayan, yukarıdan gelen bir itkiyle kaygan zeminde hedefsiz kalan bir toplum inşa edilmekte. Her seferinde biraz daha güç kaybına uğratılan toplumsal refleksin zaman ve konum sabitesi yerinden oynadıkça güç kazanan faşizm oluyor. Üstelik yaptığı her şeyi yasal kılıfına uydurarak.

Çaresi yok değil. İktidarın her durumda yeniden yarattığı şekilsizliğe, biçimsizliğe ve günübirlik kararların yol açtığı sarsıntılara karşı hakların ve laikliğin, emekçilerden yana bir yasal düzen talebinin kesintisiz ve kesinlikli rezonansını üretmek… Ortada kendi kötülük düzenini payidar kılmak için her şeyi yapabilecek, bilimi tahrif ederek yol alan erke öngörülemeyen boşluk bırakmamak.

Şeriat istemiyoruz, Can Atalay’ı da geri istiyoruz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa