09 Ocak 2024 05:00

Blinken tutuyor, Netanyahu vuruyor, Fidan bakıyor!

Hakan Erdoğan, Antony Blinken, Tayyip Erdoğan

Fotoğraf: TCCB / Murat Çetinmühürdar/AA

Paylaş

ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Türkiye’den başlattığı bölge ziyareti, Gazze Savaşı’nın başlamasından bu yana bölge ülkelerine yaptığı dördüncü ziyaretti. Blinken bu ziyaretlerinde sivillere yönelik katliamlara ve insanların yerlerinden edilmelerine karşı olduklarını söylüyor, insani yardımların arttırılmasından ve iki devletli çözümden söz ediyor ancak öte yandan İsrail Gazze’deki katliamlarına ve işgallerine devam ediyor. Blinken’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dışişleri Bakanı Fidan ve MİT Başkanı Kalın ile yaptığı görüşmede Erdoğan’ın oturuşu, Fidan’ın bakışları üzerinden ABD’ye mesaj verildiğine dair çokça haber yapıldı. Oysa bu haberlerde yapılmak istenen propagandanın aksine Erdoğan’ın oturuşu ve Fidan’ın Blinken’a bakışları aslında İsrail’in ABD desteğinde yaptığı katliamlar karşısında Türkiye’nin başını çektiği bölge ülkelerindeki rejimlerin acizliğini ortaya koymaktan öteye gitmiyor.

Blinken’ın ziyareti, özellikle son dönemde gerçekleştirilen saldırılar üzerinden bölgede tırmanan gerilimin yeni bir bölgesel savaşa dönüşüp dönüşmeyeceği sorularının sorulduğu bir dönemde yapılıyor olması bakımından da önem taşıyor. Bir yandan bölgede deniz üzerinden yapılan enerji transferi ve ticaret bakımından Hürmüz Boğazı’ndan sonra ikinci sırada olan Bab’ül Mendeb’de İran destekli Husilerin (Ensarullah) saldırıları sonrasında Kızıldeniz’de ABD’nin başını çektiği bir koalisyon gücü oluşturuldu. Öte yandan İsrail, İran Devrim Muhafızları Ordusunun Suriye’deki Komutanı Musevi’ye ve Beyrut’ta Hamas Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Aruri’ye yönelik suikastlar gerçekleştirdi. Ardından da ABD’nin Irak’ta Haşdi Şabi’yi hedef alan saldırıları ve İran’da Kasım Süleymani’ye yapılan suikastın yıl dönümünde gerçekleştirilen kanlı terör saldırıları geldi. Üst üste gerçekleşen bu saldırılar, birçok siyasi analizde Gazze Savaşı’nın bölgesel bir savaşa dönüşünü haber veren gelişmeler olarak değerlendirilmişti.

Bugün İsrail’in Gazze’deki insanlık suçlarının üstünü örtebilmek ve işgalini kalıcılaştırabilmek için kendi destekçilerini bölgesel bir savaşın içine çekmek istediğine şüphe yok. Ancak İsrail’in en büyük destekçisi ABD’nin de ve onun karşısındaki bölgesel güçlerin başında yer alan İran’ın da böyle bir savaşı istediğini söylemek bugün için oldukça zor. Elbette bu belirlemeyi yapmak, İsrail’in Gazze’deki işgalinin ve İsrail-Filistin sorununun bölgedeki güç ilişkileri bakımından oldukça önemli olduğu ve dolayısıyla sıcak çatışmaların içinde olmasalar da bölgede egemenlik mücadelesini sürdüren bütün güçlerin şu ya da bu şekilde bu savaşın içinde olduğu gerçeğini reddetmek anlamına da gelmiyor.

Sadece İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırı ve işgalinin sürdüğü son dört ayda Blinken’ın bölge ülkelerini dört kez ziyaret etmesi bile, ABD’nin bu savaştaki rolünü görmek için yeterlidir. İsrail’in ABD ve Batılı emperyalistlerin desteği olmadan savaşı sürdüremeyeceği ortadayken bütün aksi söylemlerine rağmen Blinken’ın bu ziyaretler üzerinden üstlendiği rol, İsrail’e karşı tepki göstermesi muhtemel güçleri kontrol altında tutmak olarak anlam kazanıyor.

Blinken, savaşın başından beri Gazzelilerin yerlerinden edilmelerine karşı olduklarını, Hamas sonrası Gazze’nin yönetiminin Filistinlilere devredilmesi gerektiği ve iki devletli çözümden yana olduklarını söylüyor. Böylece ABD, öncelikle İsrail’in saldırganlığı nedeniyle iş birlikçisi Arap rejimlerin kendisinden uzaklaşmasını önleyici bir tutum almış oluyor. İkinci olarak, en büyük destekçisi olduğu halde İsrail’in saldırganlığının kendisine rağmen devam ettiği algısını yaratarak bu katliam ve saldırganlığın siyasi sorumluluğundan da kurtulmak istiyor.

Böylesi bir tabloda ABD’nin Kızıldeniz’deki operasyon gücünü ve Haşdi Şabi’ye karşı Irak hükümetinin de tepkisine yol açan saldırılarını iki noktadan değerlendirebiliriz: Birinci olarak; bu saldırılar, İran destekli milis güçlerin İsrail’e karşı aktif pozisyon almasını önleme amacını taşıyor. Bu nedenle bu saldırıları da yukarıda işaret edilen ‘tutma’ rolünün devamı olarak okuyabiliriz. İkinci olarak da direniş ekseni içindeki ‘Şii’ milis güçleriyle gerilimin canlı tutulması üzerinden Körfez’deki Sünni Arap rejimlere nerede durmaları gerektiği hatırlatılıyor!

İran ve Lübnan Hizbullah’ı başta bölgedeki ortakları İsrail saldırganlığına rağmen İsrail-Filistin sorununun bölge ve dünya gündeminde yeniden öne çıkmasını ve İsrail saldırganlığına karşı dünyada yükselen tepkileri kendi lehlerine gelişmeler olarak değerlendiriyorlar. Bu nedenle İsrail’in bütün tahriklerine rağmen kendilerini sıcak savaşın içine çekecek ve bu pozisyonlarını zora sokacak adımlardan da kaçınmaya çalışıyorlar. Hizbullah’ın İsrail’e yönelik füze saldırılarını da bu çerçeveyi aşmayan yanıtlar olarak değerlendirmek gerekiyor.

Peki, içeride hilafet bayraklarıyla yapılan istismarcı gösteriler ve sert söylemlerin ötesinde bölgedeki bu gelişmeler karşısında Erdoğan iktidarı nerede duruyor?

Bölgesel liderlik, oyun kurucu ülke, Filistin davasının en büyük savunucusu olma iddiasındaki Erdoğan iktidarının bütün bu gelişmeler karşısındaki pozisyonu, içerideki istismarcı tutumun ötesinde Gazze’deki katliama ve bölgede olup bitene seyirci kalmaktan öteye gitmiyor. O yüzden Fidan’ın son görüşmede Blinken’a ‘ters’ bakışı, aslında Türkiye’deki iktidarın ABD emperyalizminin dayatmalarına ve İsrail saldırganlığına seyirci kalışının ifadesi olarak da anlam kazanıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa