Faşist belediyecilik anlayışından güncel dersler
Fotoğraf: Bundesarchiv, Bild 183-H04436 (CC-BY-SA 3.0)
Almanya’da faşizmin yükselişinden önce belediye yönetimleri eyaletlerin (Lander) yetki alanı içindeydi. Bu nedenle yerel yönetimler birbirinden farklılıklar göstermekteydi. Eyalet yönetimlerinin Nazilerce merkezi yönetime bağlanması hamlesi, belediyelere yönelik önemli değişiklikleri beraberinde getirdi. 30 Ocak 1935 tarihinde Hitler kabinesi Alman Belediye Yasası’nı (Deutsche Gemeindeordnung) çıkardı. 1 Nisan 1935’te yürürlüğe giren bu yasa tüm Almanya’da belediyelerin yönetim yapısını tek tipleştirdi.
Aslında yerel yönetimlere müdahale Hitler’in iktidara gelişinden hemen sonra “senkronizasyon/koordinasyon” (Gleichschaltung) kılıfı içinde başlatılmıştı. 1933 yılının mart ayında yalnızca Nazi Partisi üyelerinden oluşan tek parti yerel meclisleri kuruldu. Yerel kurullar Yahudiler, cumhuriyetçiler, sosyalistler ve benzeri “güvenilmez” unsurlardan temizlendi. Belediyelerde orta ve alt düzeylerde görev yapanlarda ciddi değişikliklere gidilmediyse de Hitler öncesi dönemde görev yapan belediye başkanları (burgomaster) arasında tam bir temizlik yapıldı. O dönemde nüfusu yüz binin üzerinde olan 54 şehirden yalnızca dördünde önceki belediye başkanları görevde kalabildi. Yerlerine “hak eden”(!) parti üyeleri atandı.
Yerel yönetimlerin her düzeydeki “senkronizasyon/koordinasyon” süreci bunlarla sınırlı kalmadı. 1933 öncesinde yerel yönetimlerin örgütlü gücünü temsil eden dernekler (Deutscher Stadtetag, Deutscher Landkreistag gibi) yok edildi. Bunlar 1933 mayısında “gönüllü”(!) olarak kendi yöneticileri tarafından kapatıldılar. Yerlerine Almanya’daki tüm belediyeleri kapsayan, bunların hepsini temsil ettiği iddia edilen bir organizasyon (Deutscher Gemeindetag) kuruldu. Tüm faşist yapılarda olduğu gibi liderlik ekseninde işleyen bu kuruluşa belediyelerin üye olması ve maddi kaynak sağlaması zorunluydu.
Faşistlerin Alman Belediye Yasası’na (Deutsche Gemeindeordnung) göre herhangi bir belediyenin en önemli üç yöneticisi; merkezi hükümetin içişleri bakanı, yerel parti komiseri ve yörenin belediye başkanıydı. Bu şemaya göre merkezdeki içişleri bakanı tüm belediyeleri kontrolü altında tutup, son kararları veriyordu.
Faşist parti komiserleri Hitler’in partideki Vekili ve SS Onursal Lideri (SS Ehrenführer) Rudolf Hess tarafından atanıyordu. Hess dilediğini atamakta serbest olmasına rağmen genellikle partinin yerel yöneticisini (Gauleiter veya Kreisleiter) bu görev için seçiyordu. Belediye bünyesinde herhangi bir konuda uzlaşılamaması durumunda son söz belediye başkanının değil, parti komiserinindi. Merkezin baskısı o kadar yoğundu ki kendileri de parti üyesi olan belediye başkanlarının bu durumdan yakındığı oluyordu.
1933’ten sonra belediye başkanı ve belediye meclisi üyeleri (Beigeordneten) yapılan başvurular arasından parti komiserince hazırlanan üç kişilik listeden merkezi karar organlarınca seçiliyordu. Nüfusu yüz binin üzerindeki belediyelerde bu karar doğrudan doğruya içişleri bakanınca veriliyordu. Atamaya yetkili merci parti komiserinin önerdiği kişileri beğenmeyip, hazırladığı listeden atama yapmazsa, parti komiseri yeni bir liste göndermek zorundaydı.
Belediye meclisine karşılık gelen kurul üyeleri belediye başkanının ve onun üzerindekilerin kontrolü altında çalışıyordu. Bu nedenle kurulan mekanizmalar tam itaati garanti altına alıyordu. Örneğin Hitler’in Alman Belediye Yasası’nın 57. maddesine göre bir belediye meclisi üyesi, belediye başkanının görüşüne aykırı bir önerisi olduğunda bunu tutanaklara girecek şekilde ifade etmeye, muhalefet ettiğinin kayıtlara geçirilmesine zorunlu bırakılıyordu.
Kağıt üzerinde öncekine göre daha güçlü bir belediye başkanı tanımlanıyor ve Nazilerin yerel yönetimlerin özerkliğine dokunmadıkları iddia ediliyordu. Oysa uygulama, özerklik bir yana, faşist siyasete tabi olmayan yerel iradenin kendini ifade edeceği hiçbir kanalın mevcut olmadığını, merkez tarafından baskı altında tutulan belediye örnekleriyle bunun tam tersini gösteriyor.
***
Türkiye’de siyasetin kayırmacı ilişkiler ekseninde ve ilkesiz bir yönelim içindeki gelişiminde yerel seçimler özel bir yer tuttu. Elit ve erkek egemen muhafazakarlığın rengini verdiği siyasal düzlemde, yerel seçimler, demokrasinin yeşerdiği özerk arayışlar yerine sıkça faydacı ittifaklara ve çıkar eksenli vazgeçişlere sahne oldu.
Yaklaşan 31 Mart yerel seçimlerine hazırlıklar tüm hızıyla devam ediyor ve güncel manzara bundan farklı değil. Özellikle belli kesimlerce yürütülen yerel seçim kampanyalarında “güç birliği ve iş bitiricilik” söylemi altında merkezi yönetimin gücüne ve kaynaklarına yaslanmayı öneren yaklaşımlara sıkça başvurulduğu görülüyor. Burjuva demokrasilerinin dünya düzleminde gerilediği, faşist eğilimlerin güçlendiği bir dönemde, yazının başında anlatılan tarihsel örnek dikkate alınarak bu gibi yaklaşımların içerdiği tehlikeyi görünür kılmak, tarihten ders almayı unutmamak gerekiyor.
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32
- Sağda birlik arayışları ve Kürtler 29 Eylül 2024 04:45
- Günay Kubilay'dan "Bir Kumpas Davasının Anatomisi" 22 Eylül 2024 04:00
- Narin… 15 Eylül 2024 04:51
- Reşit Kibar "Ne" için öldürüldü? 08 Eylül 2024 04:04
- ‘Barış’ emekçinin hayatına nasıl dokunur? 01 Eylül 2024 04:10
- ‘Kolektif Şiddet Siyaseti’ 25 Ağustos 2024 05:07
- Filistin kimin ‘dava’sı? Filistin kimin ‘dava’sı olmalı? 18 Ağustos 2024 04:50