Kaymakam-İmam olayını devletin dönüşümü üzerinden düşünmek
Burak Akeller I Fotoğraf: DHA
Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde Kaymakam Burak Akeller’in 19 Ocak’ta cuma namazı için gittiği camide imamı darbettiği iddiası hafta boyunca gündemdeki yerini korudu. “Ben devleti temsil eden biri olarak kimseyi darbetmedim” sözleriyle kendini savunan Akeller’in aksine İmam Mahsum Koçağa, namaz sonrasında odasına gelen kaymakamın kendisine küfür ve hakaret ettiğini, yumruk ve tekme attığını, sarık ve cüppesini çıkarttırdıktan sonra mikrofon sopasıyla bacaklarına vurduğunu söyledi. Olaydan sonra hastaneden darp raporu aldığını belirtti. Kendisine terörist dediğini iddia ettiği Akeller’e babasının korucu, ağabeyinin polis olduğunu belirterek itiraz ettiğini söylemesi akıllarda kaldı.
Olay adli ve idari makamlar tarafından incelenirken, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya sosyal medya hesabından yaptığı açıklama ile pozisyonunu belli etmişti: "Kaymakamımız Burak Akeller cuma hutbesinde ‘Şehitlerimiz ile ilgili kısmı okumayan’ cami imamına okuması için hatırlatmada bulunmuş ve Diyanet İşleri Başkanlığının gönderdiği metnin tam okunmasını sağlamıştır.”
Diyanet-Sen, Kaymakam Akeller’in saldırısının planlı olduğunu iddia etti. Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın’ın “Türkiye bir hukuk devletidir. Dolayısıyla, imam-hatibin işlediği bir kusur, bir ihmal, bir kasıt varsa hukuk devleti ilkeleri içinde yapılması gerekenler bellidir. Aynı ilke, kaymakamın eylemi için de geçerlidir” şeklindeki açıklaması Türkiye’nin değişik yerlerinde görev yapan kaymakam ve vali yardımcılarınca sosyal medya üzerinden ağır sözlerle eleştirildi. Konu muhalif medyada, eksik bir biçimde, sadece Cumhur İttifakı içindeki gerilimin dışa vurumu olarak tartışıldı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında; "Huzurlarınızda Kulp Kaymakamımız Burak Akeller’in tertemiz alnından öpüyor, onu yetiştiren anasına, babasına şükranlarımı sunuyor, Müslüman Türk duruşundan dolayı tebrik ediyor, başarılar diliyorum.” sözleriyle Kaymakam Akellere’e sahip çıkışının ardından konuya ilişkin şu ana kadar yapılmış en yerinde saptamayı dile getirdi: “Mesele sadece bir kaymakam ile bir imam arasında geçen tatsız bir olay değildir.”
Eğer “tatsız bir olay” olmakla sınırlı kalsaydı, mülki idare amirlerini de kapsayan ‘Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ile Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik’in şu maddesini hatırlatmak yeterli olabilirdi:
Madde 10 - Kamu görevlileri, kamu yönetimine güveni sağlayacak şekilde davranırlar ve görevin gerektirdiği itibar ve güvene layık olduklarını davranışlarıyla gösterirler. Halkın kamu hizmetine güven duygusunu zedeleyen, şüphe yaratan ve adalet ilkesine zarar veren davranışlarda bulunmaktan kaçınırlar...
Yönetici veya denetleyici konumunda bulunan kamu görevlileri, keyfi davranışlarda, baskı, hakaret ve tehdit edici uygulamalarda bulunamaz…
Ancak, Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde yaşananlar “tatsız bir olay”ın çok ötesine geçen bir durumu, burjuva devlet aygıtı içerisinde önemli bir dönüşümü işaret ediyor. Kaymakam Akeller’in uyarısı üzerine imamın atladığı iddia edilen bölümü tekrar okumasına rağmen ortaya çıkan durum büyük fotoğrafa yoğunlaşmayı gerektiriyor.
Diyanet-Sen ve Memur-Sen’in hem üyeleri hem de ilçede temsilcileri olan bir kişiye ilişkin iddiaların soruşturulmasını talep etmesinden sonra bir kısım mülki idare amirinin sosyal medya hesaplarından örneği görülmemiş bir içerikle gösterdiği tepki, sadece yönetsel norm ve bürokratik geleneklerin aşınma düzeyini değil, “Yeni Türkiye”de devletin baskıcı yapısının geldiği aşamayı da gösteriyor.
Temel eğitimde okullarda, çıraklık döneminde iş yerlerinde ve askerlikte şiddetin kanıksandığı, yadırganmadığı bir kültürel coğrafyada yaşıyoruz. Kamu yönetiminde amirin astına karşı hakaret ve şiddeti de ilk defa duyulmuyor. Ancak bu defa mağduru haksız, şiddet uygulayanı haklı gösteren bir algı yönetimi ile karşılaşıyoruz.
***
Marx’ın bürokrasi kavramsallaştırması Hegel’in devlet felsefesine yaptığı eleştiriye dayanır. Devleti toplumun üzerinde yüce bir varlık olarak gören, bürokrasiyi sivil toplum ile devlet arasında bir köprü olarak açıklayan Hegel’in aksine Marksist çözümlemeye göre bürokrasi, devlete egemen olan sınıfın diğer toplumsal sınıflar üzerindeki hegemonyasını sürdürmede kullandığı bir mekanizma. Kapitalist toplumda bürokrasi, sınıflar ve siyasal kategoriler üstü bir görüntü vererek sömürü düzeninin devamlılığını sağlarken, kendi çıkarını en yüksek düzeye çıkarıyor.
Bürokrasi ve siyaset arasındaki ilişki ülkemizde devletin niteliğini yansıtan önemli göstergelerden biri. Askeri bürokrasinin tarihsel önemini yitirdiği coğrafyamızda, Kulp’ta yaşanan olay ve en tepeden gönderilen ‘aferin’ mesajları, devletin cebberutlaşma yolunda hızla ilerlediğini ve ‘devlet baba’nın sivil bürokratlarının dönüşen rolünü gösteriyor.
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32
- Sağda birlik arayışları ve Kürtler 29 Eylül 2024 04:45
- Günay Kubilay'dan "Bir Kumpas Davasının Anatomisi" 22 Eylül 2024 04:00
- Narin… 15 Eylül 2024 04:51
- Reşit Kibar "Ne" için öldürüldü? 08 Eylül 2024 04:04
- ‘Barış’ emekçinin hayatına nasıl dokunur? 01 Eylül 2024 04:10
- ‘Kolektif Şiddet Siyaseti’ 25 Ağustos 2024 05:07
- Filistin kimin ‘dava’sı? Filistin kimin ‘dava’sı olmalı? 18 Ağustos 2024 04:50