01 Şubat 2024 04:45

Stoltenberg’in eli!

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg

Jens Stoltenberg | Fotoğraf: NATO

Paylaş

Jens Stoltenberg, kuruluşundan günümüze dek, tüm öteki Batılı emperyalistlere kıyasla en başta ve en çok ABD emperyalizminin stratejik çıkarlarının askeri savaş aygıtı olarak çalışan NATO’nun halihazırdaki genel sekreteridir. Onun eli, Pentagon ve Beyaz Saray’ın en kolay kullandığı eldir. O elin dünya halkları yararına bir başka eli tuttuğu görülmemiştir. NATO, kuruluşundan bu yana “barış ve adalet” adına çok sayıda ülkeye saldırmış, kitlesel katliamlara imza atmış; ülkelerin ve halklarının tarihsel-kültürel birikimlerini imha etmiş, milyonlarca ve milyonlarca insanın katledilmesine yol açan savaşların işgalci haksız tarafı olmuştur.

NATO’yu desteklemek, NATO’da yer almak, NATO’ya katılmak, onun bu stratejik işlevini kabullenmek, katılmak ve desteklemek demektir. Evrilip-çevrilecek, kıvrılıp örtülecek bir yanı yoktur. Türkiye’yi yönetenler, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılmasına onay verirken, Bayar-Menderes iktidarı eliyle 1952’de üye olduğu NATO’nun önce SSCB’ye sonrasında da Rusya’ya karşı sürdürdüğü stratejinin güçlerinden biri olarak hareket etmekte olduğunu yeniden ilan etmiş oldular. Bir devlet politikasıdır bu ve CHP yönetimi de bu politikada Erdoğan iktidarıyla birleştiğini bir kez daha göstermiş oldu. Şimdi sorun, Türk-Kürt-Arap ve diğer tüm milliyetlerden Türkiye işçi ve emekçilerinin, Batılı emperyalist devletlerin ve uluslararası kurumlarının savaş söylemine daha fazla başvurup sürmekte olanlardan çok daha büyük ve yaygın savaşlar için hazırlıkları artırdıkları bir dönemde, tekelci gericilik ve ‘tek adam iktidarı’nın şiddet ve saldırı politikalarında yoğunlaşmasına karşı nasıl bir tutum alacağıdır.

Siyasal gericiliğe, ilhakçı-yağmacı savaş ve şiddet politikalarına karşı barikat kurmak şu ya da bu ülkenin işçi ve emekçileriyle sınırlı kalmayan uluslararası bir dayanışmayı gerekli hale getirmiştir. Kitlesel güçlü ve yaygın muhalefetle emperyalist kapitalist hükümet ve devletlerin silahlanma ve savaş hazırlıklarına dur denmesi, çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için yürütülecek mücadelenin mevzi kazanmasının da koşulu haline gelmiştir.

Böyledir çünkü ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkeler başta olmak üzere hemen tüm ülkelerin burjuva yönetimleri, Rusya’nın komşularına ve NATO ülkelerine saldırıya hazırlandığını söyleyerek kaynakların insan soyunu yeni bir büyük imhaya sürükleyecek savaş için seferber edilmesinin zorunlu olduğu yalanıyla halk kitlelerini sermaye çıkarları için susmaya ve boyun eğmeye çağırıyorlar.

Sorun bugünden yarına bir büyük uluslararası dünya savaşının çıkıp çıkmayacağı değildir. Gelgelelim halklar susar ve susturulabilirlerse, Filistin’deki siyonist işgal ve imha, Batılı emperyalistlerin desteğinde ve “Türkiye olarak bu meselede onurlu, kararlı ve vicdanlı bir duruş sergiledik” diyecek kadar gerçeklerle bağdaşmaz açıklamalar yapan Türkiye yönetenlerinin gözü önünde devam edecek; bölgenin birçok ülkesi, Suriye, Irak ve Libya’nın içinde bulunduğu duruma düşme tehlikesiyle yüz yüze gelebilecektir. NATO ittifakı ve Rusya-İran cenahı arasındaki olası bir çatışmadan en çok zarar görecek olanlar ise sürmekte olan savaşlarda yaşandığı üzere işçi sınıfı ve diğer emekçi halk kitleleri olacaktır.

Türkiye’nin tüm milliyetlerden emekçileri, Bahçeli-Erdoğan ve eklerindeki birleşik kuvvetlerin izledikleri iç ve dış politikanın ülkeyi ve halkını giderek hızlanan bir ivmeyle kapitalist barbarlık ve uçurumun girdabına sürüklemekte olduğunu görmez ve püskürtecek bir tutum geliştirmezlerse eğer daha büyük tehditlerle karşı karşıya kalacaklardır. İktidarını sürdürmek için yasa-Anayasa tanımazlık dahil her yönteme başvuran Erdoğan yönetiminin dayatmalarına muhalefet edenleri ihanetle suçlayan Bahçeli’nin “Türkiye’de sınıflar yoktur!” demesi boşuna değildir. “Millet-millet” diye alanlarda bağıranlar sadece Türkiye yönetenleri olmadılar ve değiller. “Milletimiz savaşa hazır olmalıdır!” çığırtkanlığı uluslararası alanda giderek yayılmakta; yasal haklar kısıtlanmakta, halk direnişine karşı intikamcı burjuva baskı ve şiddet siyaseti giderek yoğunlaştırılmaktadır. Can Atalay olayı örneklerden sadece biridir.

Emperyalist barbarlığa ve iş birlikçi burjuva tiranlığın baskı ve saldırı politikalarıyla ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı mücadele iç içe geçmiştir. Ücret artışı, iş güvenliği, sendikal-siyasal talepler için mücadelede başarı sağlamak için emperyalizme ve iş birlikçi gericiliğe karşı mücadelede birleşmek gerekir. En zengin yüzde 20’nin tüm ülke gelirlerinin yüzde 50’sine el koyduğu bir ülkede “Sınıflı bir toplum yapısı yoktur” diyenler, gelişen ve gelişebilecek olan emekçi mücadelesine set çekmek isteyenlerdir. “Toplumsal uzlaşı”dan söz edenler, burjuva saldırılarının sınıfsal karakterini karartanlardır. Kapitalizm, özellikle de tekelci aşamasında, yaşanarak görüldüğü üzere “toplumsal barış”a olanak tanımaz. Pazar ve etki alanları kavgası artan şekilde kızışmaktadır. Burjuva devletlerinin artan silahlanması içeride halk kitlelerine yönelik baskı ve saldırıların artması, militarist şiddet politikalarının yoğunlaşması da demektir. Burjuvazi çıkarları gerektirdiğinde yasalarını, Anayasa’sını, sözde barış anlaşmalarını lağvetmekte; silah siyaseti öne çıkmakta, büyük katliamlar yaşanmaktadır. Örnekleri giderek çoğalıyor. İşçi sınıfı başta olmak üzere dünya halkları, uluslararası dayanışmayı büyüterek bu politikaları püskürtmeyi başaramazlarsa eğer, Biden ve Netanyahu’nun, Stoltenberg, Scholz ve Erdoğan’ın, Putin ve Şi’nin adlarının öne çıktığı günümüz burjuva dünyası daha büyük yıkımlara yol alacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa