23 Şubat 2024

Şeriat mı?

MetroPOLL araştırma şirketinin 2023 ekim ayında yaptığı ankete göre yüzde 64 civarında bir çoğunluk cumhuriyet veya demokratik cumhuriyet seçeneğini tercih etmiş. Aynı oranda denek, laik bir ülkede yaşamak istediğini söylemiş. İslam cumhuriyeti isteyenlerin oranının ise yüzde 19.2 olduğu görülüyor. Bu sayı tabii ki az değil. Şu sıralar bir yerden düğmeye basılmış gibi yapılan şeriat ataklarının sonuçlarını sonraki gelişmelerde göreceğiz.

Son iki ayda olanları hatırlayalım: Ocak ayının ilk gününde “Şehitlerimize rahmet, Filistin’e destek, İsrail’e lanet’ mitinginde IŞİD’inkini andıran bir bayrağın açılması epey tepkiye yol açtı. Bunun üzerine, açılanın hilafet bayrağı değil tevhid bayrağı olduğu söylendi, ki birbirinden çok farkı yoktu. İki hafta geçmeden, adliye koridorlarında atılan ‘Şeriat isteriz’ sloganları gündemi işgal etti. Adliye vakasının yaşandığı gün Erdoğan şu ifadeleri kullanıyordu: ‘Türkiye’nin rejimiyle ilgili tereddütler 29 Ekim günü bitmiş bir tartışmadır. Anayasa’mızın ilk maddesindeki Türkiye Devleti Bir Cumhuriyettir ifadesi bu iradenin sembolüdür.’ Şubat ayının ilk gününde düzenlenen Diyanet Akademisi mezuniyet töreninde ise şöyle diyecekti: “İslam’ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık, esasında dinin bizatihi kendisine husumettir…”

Bu haftaki şeriat gündemi malum, bir zamanlar Refah Partisinden Rize milletvekilliği yapmış, geçmişi ve her sözü olaylı Şevki Yılmaz’ın 2. Abdülhamit’in 4. kuşak torununun düğünündeki provokatif söylemi oldu. Kurduğu Manevi ve İktisadi Kalkınma Vakfı (MİKAV) aracılığıyla devletten destek alan, Nadide adını taşıyan okul dizilerine ek olarak aynı isimde hac-umre düzenleyen turizm şirketinin de sahibi Yılmaz, Atatürk’ü ‘Selanik’ten gelen dönme’ diye tanımlamış ve beddua etmişti. Sonra sözlerini revize etti.

Bu, suyu bulandırıp ‘Bakalım ne oluyor’ diye bekledikten ya da kazlar yolunurken ‘Sesleri ne kadar çıkıyor’ diye seyrettikten sonra, iki ileri bir geri mehter adımlarıyla hedefe doğru ağır ağır yol katetme tarzının AKP iktidarı boyunca çok tekrarlandığı açık. Tarikat-cemaatlerle iç içe geçerek iktidarı ve parayı paylaşmanın her gün yeni biçimlerinin belirdiği, tepkinin dozu artınca kolay bir U dönüşünden sonra daha sert hamlelerle mevzi kazanıldığı da bir gerçek. Özellikle seçim dönemlerinde halkın bir kesiminin sinir uçlarıyla oynamak ise üzerinde ustalık kazanılmış bir propaganda sanatı.

Ernest Renan, mealen, bir milletin şekillendirilmesinin her gün yapılan plebisitle alınan rızaya bağlı olduğunu yazar. Bizde de kurbağa sıcağa alıştırılırken aynı şey yapılıyor. Başka bazı konularda da olduğu gibi şeriat talebinin grup nümayişleri, bireysel söylemler, sağa sola çekiştirilebilecek simgelerle köpürtülmesi, sözcüklere yeni anlamlar yüklenerek eğilimlerin meşrulaştırılması ekonomik gelişmelerin baskısı altında ezilip dağılan yoksulları daha uhrevi gerekçelerle eski yerine, daha güçlü bir uyaranla sabitlemek amacını taşıyabilir. Yine de bunun basit bir seçim oyunu olmadığını hesaba katmak gerekir.

Her biri birbirinden farklı içtihatlarla yönetilen İran, Afganistan, Suudi Arabistan, Yemen, Pakistan gibi ülkelerin şeriat adına dünyaya kazandırdığı deneyimler ile IŞİD vahşetinin taze anıları ortadayken şimdiden yerli-milli bir şeriatı teorize edenler kavramın etimolojik kökeninden başlayıp şeriatın önerdiği sistemin ne kadar adil olduğu konusunda bir dizi söylem üreterek böyle bir düzenin hiç de korkutucu olmadığını temin etmeye çalışıyorlar. Sert politik meydan okumalardan apolitik magazinleştirmeye kadar çağrının ağırlığını hafifletmeye yönelik bir dizi manevra var.

‘Gerçek şeriatı’ anlatmaya çalışan ilahiyatçılar yarış halindeler. Birbirine benzemeyen iki ilahiyatçıdan alıntılar şöyle: ‘Allah’a imanın iki tane göstergesi vardır; biri Allah’a ibadet diğeri yeryüzünü imar. Şeriat sadece mabede, ahlaka karışan bir sistem değil, ticaretten siyasete, adaletten gündelik hayata kadar hemen her şeyin Allah’ın hükümlerine göre düzenleneceği, insanın değil Allah’ın kuralıyla yönetilecek bir sistem’ (Siyer Vakfından Muhammed Emin Yıldırım), ‘Şeriata karşı çıkmak adalete karşı çıkmaktır’ (Anti Kapitalist Müslüman- İhsan Eliaçık)

Sonra gelsin gösteriler, sloganlar. Hâlâ yürürlükteki Anayasa ve ceza kanunlarına göre şeriatı savunmak suç olmasına rağmen ‘İfade özgürlüklerini kullanıyorlar’ diye yapılan resmi açıklamalar, onu uysalca takip eden mahkeme kararları. Ya da ‘Bu ülkeye şeriat gelmez’ diye tepki küçümsemeleri. ‘Tevhit Bayrağı bir tasarım harikası’ (Murat Bardakçı) diyenlerin, gerilimi apolitik bir düzeye çekerek, başı kuma gömmeleri…

M.E. Yıldırım’ın Allah’ın iki emrinden biridir dediği ‘yeryüzünün imarı’ adına halkın topraklarının, madenlerinin, derelerin ve tarım arazilerinin nasıl yağmaya tutulduğunun son örneği İliç’te görüldü. Şevki Yılmaz’ın ‘Kaymakamlarımız, Danıştay ve Yargıtay hakimlerimiz var, çok bereketini gördük’ diyebildiği ve adaletin hep iktidarın kıymetlilerine işlediği bir ortamda şeriat ve hilafet istemek bu çapaçul rantçılığın daha fazlasını istemekten başka bir anlama gelmiyor. Okulların ve yurtların devlet protokolleri ile tarikatların müfredatına teslim edilmesine bakılırsa şeriat yaşken eğip eğitiyor, Gülen Cemaatinin yaptığı gibi sızıyor, sızdırılıyor zaten. Şeriat isteyenler seslendikleri yoksullara, onların zaten yanlarına uğramayan adaletin boşluğunun dolacağını vadediyorlar.

Şeriat bir talep haline getirilmeye çalışılıyor. Çünkü rejim bir eşikte. Halk adil bir düzen istiyor. İktidar da bu talebin önünü kesebilmek için daha baskıcı olacağı bir dönüşüm geçirmeden yaşayamaz durumda ve buna da olabildiğince rıza üretmesi gerekiyor.

Ayaklarının altındaki zemin her gün biraz daha kayan, hukuki güvenceleri tırpanlanan yoksul emekçilere hırsızın elinin kesileceğini, haksızın hesabının sorulacağını vadediyorlar. Çünkü şimdi yağmanın, yıkmanın, talanın bir cezası yok. ‘Bekleyin şeriat çözer’ propagandası yükleniyor.

Ama suçun üstünü örtmek o kadar kolay değil.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamuda işçiden gizli pazarlık

Kamuda işçiden gizli pazarlık

Türk-İş ve Hak-İş’in üç genel başkan yardımcısı, 600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşme görüşmeleri için önümüzdeki hafta Çalışma Bakanlığına sunmak üzere zam talebini belirledi. Ancak zam oranı açıklanmadı. Pazarlığı yapılacak rakamdan haberi olmayan işçiler tepkili: “Neyi kimden gizliyorsunuz, taslağı açıklayın.”

22 bin 131 TL Türk-İş'in belirlediği açlık sınırı

72 bin TL Türk-İş'in belirlediği yoksulluk sınırı

30 bin TL kamu işçisinin ortalama ücreti

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et