26 Şubat 2024 05:15

Kardeşin duymaz el oğlu duyar

iliç maden ocağı

Fotoğraf: AA

Paylaş

Kayseri Develi’deki Öksüt Altın Madeninde tekniker olarak çalışırken civa zehirlenmesine maruz kalan Yahya Kemal Telci, Kanada’da yayın yapan “Turkish Voice of Canada” kanalından Kanadalı yetkililere; “Benim topraklarımı zehirlediniz, bedenimi zehirlediniz. Katilinizi çekin ülkemizden!” diye seslendi. 

“Katil” diye hitap ettiği Öksüt Altın Madeninin Kanadalı CEO’su David Bickford’du. Bickford’dun altın döküm odasında civa olduğunu öğrendikten sonra üretimi durdurmadığı ve o bölümde çalışan işçilerin civalı ortamda çalışmasına göz yumarak bile bile zehirlenmelerine neden olanlardan birisi olduğu bilirkişi raporu ile ortaya konmuştu. Şirketin Türkiye’de ki en üst düzey görevlisi olduğu için de bütün tepkilerin odağı haline gelmişti. Yahya Kemal Telci de kendisi ile birlikte 70’in üzerinde işçinin zehirlenmesine neden olan Bickford’dun elini kolunu sallayarak ülkemizde gezmesine tepki gösteriyordu. “Ben ve arkadaşlarım civadan ciddi şekilde yaralandık. Bile bile o ortamlarda çalıştırıldık. Bir tane yetkili bile tutuklanmadı.” diyordu. 

İliç’teki maden faciasından sonra ülkemizdeki siyanürle altın ayrıştırma yapılan madenler ve bu madenlerin uluslararası ortakları bir kez daha tartışılmaya başlandı. Her ne kadar tepkilerin odaklandığı Kanada “Bizim İliç’teki madenle ilgimiz yok” diye büyükelçi düzeyinde açıklama yapma gereği duysa da Türkiye’li deneyimli bir gazeteci olarak yıllardır Kanada’da yaşayan İrep Çakır ülkemizdeki Kanadalı şirketlere ait diğer madenleri gündeme getirerek “Bunlarda mı Kanadalı değil?” diye sordu programında. 

KANADALI ALTIN ŞİRKETLERİNİN SUÇ SİCİLLERİ

Ben de dilim döndüğü kadar Kanadalı şirketlerin Türkiye’de ki suç sicillerini anlatmaya çalıştım. Kışladağ Altın Madeninde yaşanan doğa kıyımını, siyanür zehirlenmesi nedeniyle ölen ya da sakat doğan kuzuları, 1500 Eşmelinin nasıl siyanürle zehirlenip ölümün kıyısından döndüğünü, İzmir Efemçukuru’da, birinci derece doğal sit alanı da olan su havzasında TÜPRAG şirketinin kaçak maden sondajlarını, Develi’deki madende çalışan işçilerin kanlarında çıkan kurşun ve civayı anlattım. Kanada’nın “Biz doğaya ve insan haklarına saygılı bir ülkeyiz” söylemenin gerçekleri yansıtmadığını ortaya koyan örneklerden bazıları idi bu anlatılanlar. 

Önümüzdeki ay Kanada’da yapılacak Türkiye-Kanada iş insanları ortak toplantısında bu anlatılanlar hiç gündeme gelmeyecek olsa da biz ısrarla ülkemizde çalışan bu madenlerde işlenen suçları sayıp döktük. 

BİZDE YASALAR YOK SAYILIYOR BARİ KANADA KENDİ YASALARINI UYGULASIN! 

Develi’deki madende işçilerin civa ile zehirlediği haberini yaptığımda Yahya Kemal Telci benden Kanadalı basın mensuplarına ulaşabilmek için yardım istemişti. “Bu şirketin ülkemizde yapıp ettiklerini Kanadalılar da duysun. Kendi ülkelerinde asla yapamayacakları ne varsa bizde yapıyorlar” diyordu. 

İrep Çakır’ın programı onun için tam da sesini Kanadalılara duyurmak anlamında çok önemli bir fırsat oldu. Çakır’ın programının hemen ardından bir Alman kanalı da Telci ile Develi’deki zehirlenmeye dair program yaptı. 

Bu şirketlerde çalışan işçilerin, diğer ülkelerdeki yetkililere seslenmek istemeleri kendi ülkelerinde seslerinin duyulmamasının bir sonucu idi. Ülkedeki hukuk bu işçilerin yarasını sarmıyor, doğayı, canlıları, çalışan işçileri hiç umursamayan bu maden şirketlerinin yaptıkları yanlarına kâr kalıyordu. Bu nedenle “Kardeşin duymaz el oğlu duyar” sözündeki gibi seslerini el oğluna duyurmaya çalışıyorlar. 

***

Hafta sonu Ordu’dayım. Bölgedeki madencilik faaliyetleri ile ilgili bir panele katılmak için geldim kente. Panelde Ordu’nun farklı ilçelerinden gelen kişiler de madenlerle ilgili yaşadıkları sorunları ve mücadeleleri anlattılar. Belediye İş Sendikasının toplantı salonunu hiç boş yer kalmayacak şekilde dolduranlar birbirlerine çok önemli deneyim aktarımında bulundular. Bunlardan iki tanesini yazmak istiyorum. 

BİLİRKİŞİ KEŞFİNDE YÜZLERCE KÖYLÜ 

Ordu Sayaca Derneğinden Resul Ses’in bentonit madenine karşı açtıkları davanın bilirkişi keşfi ile ilgili anlattıkları mücadeleye kitlesel desteğin önemine çok iyi bir örnekti; “Bilirkişi heyetinin aracını köyün dışında karşıladık. On kişi kadar vardık. Hakim üstten üstten konuşuyordu bizimle, otoritesini baştan kabul ettirmek istiyordu. Bilirkişiler ise yüzümüze bile bakmıyordu. Ne zaman ki keşfin yapılacağı yerde yüzlerce köylünün toplandığını gördüler tavırları birden değişti. Biz derdimizi anlattık, hepimizi dinlediler, bizi anladılar. Bilirkişi raporu da bizim anlattıklarımızın teknik bir dille yazıya dökülmesi olarak çıktı.”

VALİ, KAYMAKAM ÇAKARLI ARAÇLARIYLA MADEN İÇİN YER BAKMAYA GELMİŞLER! 

Ulubey Çağlayan Köyü Muhtarı Erdal Koç bir sabah erkenden köyüne yakın bir yere 7 tane çakarlı araçla vali, kaymakam ve diğer yetkililerin geldiğini bir köylüsünün haber vermesi ile öğrendiğini belirterek; “Koşup gittim ne oluyor acaba diye. Ben giderken çakarlı araçlar cıv cıv yanımdan geçip dönüyorlardı. Sadece jandarmanın aracını durdurabildim,” Ne oluyor, gelenler kim?” diye. O zaman jandarmadan öğrendim köyümde kurşun-çinko - bakır madeni işletilmek istendiğini, gelenlerin de vali kaymakam olduğunu. Maden açılmak istenen yer köyüme 50, Çağlayan Şelalesi’ne 100 metre yakınlıkta. Ulubey belediye başkanı bizim köylü. Ona sordum ‘Başkan bu ne diye’, onun da hiçbirşeyden haberi yok. Bu nasıl iş anlamadık!”

Ülkenin onlarca yerinde enerji maden projelerine karşı direnen köylülerin benzer öyküleri var. Bunların büyük bir çoğunluğunu hiç duymuyoruz. Bu köylülerin seslerini kimse duyurmuyor. Çoğunda komşu köylerden bile ses, destek gelmiyor. Komşusu bile duymuyor bu çığlıkları. Kimi bu tür toplantılara gelip seslerini duyurmaya çalışıyor, kimi Türkiye’li yetkililerden umudunu kesmiş kardeşine duyuramadığını el oğluna anlatmaya çabalıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa