2 Mart darbesinden 30 yıl sonra
Orhan Doğan | Sındırgı Media YouTube kanalında yayımlanan 'Meclisten Hapishaneye Oradaydım Belgeseli HD' adlı videodan alıntı
Yakın siyasal tarihimizin 30 yıl kadar öncesini hatırlamaya yaşı elverenler, DEP milletvekillerinin Meclisten polis tarafından zor kullanılarak çıkarıldığı o görüntüleri hatırlayacaktır. ‘2 Mart Darbesi’ olarak da ifade edilen o süreç ‘DEP Depremi’ adıyla kitaplaşmıştı.
2 Mart 1994’te Ahmet Türk, Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle, Sırrı Sakık ve Mahmut Alınak dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklandı. Daha öncesi de vardı. 4 Eylül 1993’te DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar Batman’da katledildi.
Seçim yaklaştıkça DEP il ve ilçe binaları art arda bombalanmaya başladı. Son olarak da Ankara’daki genel merkez binası bombalandı.
DEP, bu koşullarda kendileri açısından bir meşruiyeti kalmadığını belirttikleri 27 Mart 1994 yerel seçimlerine katılmayacağını açıkladı.
Seçimlerin ardından 16 Haziran 1994’te de Anayasa Mahkemesi DEP’i kapattı.
O seçimler 2002 seçimlerinde tek başına iktidara gelecek olan AKP’nin iktidar yürüyüşünün de Refah Partisi bağlamıyla başladığı seçimlerdir. Recep Tayyip Erdoğan o seçimlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olurken, DEP çekildiği için RP’li Ahmet Bilgin de Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olmuştu örneğin.
Siyasete yüzeysel bakanlar, ’30 yıldır aynı baskılar devam ediyor’ cümlesiyle sınırlı bir okuma yapabilir. Ama siyaset yüzeyselliği kaldırmaz.
Kürt siyaseti HDP sürecinde tüm demokratik ittifak güçleriyle birlikte 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde AKP’ye tek başına iktidarının sonuna geldiği duygusunu tattırdı.
Aradaki dönemde, Öcalan’ın ABD’nin yönettiği bir operasyon ile Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesi ve 25 yıllık İmralı tecrit süreci yaşanırken, 2013-2015 yılları arasında İmralı ve Kandil arasında mektupların gidip geldiği, iktidar ile Kürt vekillerinin dahil olduğu ‘müzakere süreci’ de yaşandı.
2015 yılında masanın Erdoğan tarafından, Kürt siyasetini suçlayarak devrilmesinden sonra da, uygulanan tüm kayyum atama, tutuklama ve baskının otomatiğe bağlandığı sürece rağmen Erdoğan iktidarı seçim kazanabilme stratejisini muhalefetin Kürt siyaseti ile ittifak yapmasını engelleme üzerine kurmaktan kurtulamıyor. Adeta buna hapsolan bir iktidar siyaseti var karşımızda.
Yaklaşan 31 Mart yerel seçimleri öncesi, iktidar sözcülerinin dillerinde düşürmedikleri “DEM ile demlenmek” sadece basit bir kriminalize etme taktiği değil, aynı zamanda bir çaresizliğin ifadesidir.
Burada bir parantez açarak AKP’li yıllara gelmeden önceki süreci hazırlayan yıllara da bir atıf yapmak gerekir. Demirel’in, 1991 yılının aralık ayında Diyarbakır’da kullandığı, “Kürt realitesini tanıyoruz” sözü de unutulmamalı. Bu vurguyu ‘ırki’ anlamda yapmadığı ifade eden Demirel’in ömrü hayatı boyunca güvenlikçi devlet politikalarına bağlı bir sağcı olduğu biliniyor.
Ancak hem Türkiye’de Kürt sorununun bir toplumsal talep olarak kendisini getirdiği düzlem hem de yakın coğrafya olarak Irak’ın kuzeyindeki Kürt dinamiği, Türkiye devlet aklını ve egemen siyaset sistemini yeni bir noktaya doğru daha o yıllarda zorlamaya başlamıştı. Egemen Türk devlet siyaseti o dönemden itibaren, tamamen inkar etmesinin tarihsel ve toplumsal açıdan artık mümkün olmadığı Kürt sorunuyla ilişkisini, “Kontrol edilebilir” bir düzlemde tutmayı benimsedi.
Bu yazının yazıldığı gün İstanbul’da ÖHD (Özgürlük için Hukukçular Derneği) tarafından “Tecrit Siyasetine Karşı Barış Ve Özgürlük Mücadelesi” başlığıyla düzenlenen sempozyumun açılışında konuşan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, babası Orhan Doğan’ın da dokunulmazlığı kaldırılarak tutuklanıp polislerce Meclisten götürüldüğü vekiller arasında yer aldığı 2 Mart 1994 tarihini hatırlatarak, bugüne kadarki sürece dair vurguların yer aldığı bir sunum yaptı.
Sempozyumun son konuşmacısı bir önceki dönemde HDP Milletvekili olan Gazeteci Tayyip Temel ise, devletin Kürt sorununa yaklaşımdaki kodlarına dair vurgular yaparken, AKP’nin (ya da bir başka partinin) güçlendiği zaman müzakere yapacağına dair beklentinin bir yanılgı olduğunu, doğrusunun tam aksi olduğunu ifade etti.
Müzakere tartışmalarındaki ‘samimiyet’ gibi siyasette pek açıklayıcı olmayan ya da şununla görüşülür, bununla görüşülmezin ötesine geçen yerinde bir vurguydu bu.
Bağlarken vurgulamak gerekiyor: Demirel, Özal ve Erdoğan, iktidar süreçleri içinde Kürt realitesine farklı tonlarda vurgu yapan 3 sağcı liderdi.
Erdoğan sonrasında o koltuğa oturan bir başkasından da benzer vurguları duyabiliriz.
Burada asıl mesele, devlet siyasetçilerinin artık kaçmaları mümkün olamayacağı kadar kendisini toplumsallaştıran Kürt sorunu karşısında Türkiye’nin demokratik güçlerinin aldığı ya da almaları gereken pozisyondur.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00