Aşkın devlet ve kayıtsızlığımız
Fotoğraf: Evrensel
İnsan hakları kavramı üzerine hep daha kapsamlı bir yazı yazmayı düşünsem de bir türlü sıra gelmiyor. Çoğunlukla sağlık ortamına dair yaşanan sorunların çok yakıcı olması, hızla yapılan pek çok değişiklikle karşı karşıya kalmamız nedeniyle insan haklarına dair sözlerimi sağlık hakkı boyutuna daraltmak ve bu konuda söz kurmak zorunda kalıyorum ister istemez. Üstelik bir 14 Mart günü yayımlanacak bu yazıda sağlığa dair söz söylemesem, zorlu hekimlik koşullarına değinmesek olmayacak ama meslektaşlarım onlara yazdığım 14 Mart mektubunda bu sorunları, birlikte mücadelenin bize kazandırdıklarını okuyacaklar diye düşünüp rotayı insan haklarından yana çevirmekten yanayım izninizle.
Geçen hafta İzmir’de Halkların Köprüsü Derneğinin Güzel Çarşambalarından birine konuk oldum. Sevgili dostum, meslektaşım Cem Terzi’nin yıllardır büyük bir özveriyle emek verdiği derneğin etkinlikleri, seçilen konu başlıkları her zaman çok heyecan verici oluyor. Önceki program kayıtlarını izlemek isteyenler için de bağlantı kaydını buraya bırakayım. Bir başka sevgili dost, meslektaş, üstelik gazetemizin de yazarlarından canım Zeki Gül’ün kolaylaştırıcılığında hakikatin izini nasıl sürdüğümüzü, insan hakları mücadelesinin de hem hak ihlaline uğrayanlar hem de ihlali görünür kılma çabasında iz sürenler için onarıcı etkilerini uzun uzun konuştuk birlikte. İzmir’e gitmek için yola çıkmadan hemen öncesinde de Adalet Bakanlığının şevkle verdiğini düşündüğüm izin gereği TCK’nin 301. maddesi uyarınca başlatılan soruşturma için Emniyet Müdürlüğüne ifade vermeye gitmiştim. Devletin ne denli kırılgan, kolay incinebilir bir organizasyon olduğunu bir kez daha gördüm. Konu her zaman olduğu gibi işkence üzerine konuştuğumuz bir YouTube yayınıydı. Belki anımsarsınız, 2021 yılında, Twitter henüz X olmamışken, Terörle Mücadele Şubesi bir görselle örgüt mensubu bir gazetecinin, Erkam Tufan’ın programına katıldığım için terör propagandasından hakkımda soruşturma başlattıklarını duyurmuş ancak bu duyuru o mecrada asılı kalmış, geçen haftaya dek bana iletilen başka bir bilgi olmamıştı. Dönmüş dolaşmış, propagandadan değil ama devleti incitmekten soruşturma izni nihayet verilmiş. Peki nasıl incitmişim diye merak ederseniz, memlekette işkencenin yaygın bir uygulama olduğunu, cezasızlığın, işkence uygulananların kimliği, işlediği iddia edilen suçlar üzerinden meşru kılınmasının ayrıca topluma dolaylı bir tehdit niteliğindeki görsellerle işkence görüntüleri servis edilerek işkencenin sürmesine katkı sağlandığını Abu Ghraib örneğini de vererek anlattığım içinmiş.
Üzerinden 40 yıldan fazla zaman geçmişken 1980 cuntasından hemen sonra da böyle kolay incinirdi devlet ama yargı gülüp geçerdi çoğunlukla takipsizlik verip. Şimdilerde ise hep birlikte inciniyorlar. Hatta bu koroya bir kısım insanlar da katılıp “kutsal devlet” paravanının ardına sığınıyorlar. Devletler kutsal olmaz oysa ki... Hobbes’un Leviathan’ı zamanında belki ama insanların kendi rızalarıyla gücü Leviathan’a vermeden barış ve huzur içinde yaşamalarının mümkün görülmediği, yoksa şiddet, çatışma, güvensizlik ve terörün hüküm süreceği varsayılan yıllarla günümüz arasında aydınlanma çağını yaşamış bir dünya var.
Modernizmin bir eseri olarak çoktan devletle toplum arasındaki dolayımla kurumlar oluşmuş, bu kurumsallaşma devleti o aşkın Leviathan olmaktan çıkarıp denetim altına almış, organizasyon yapma ve aygıtları aracılığıyla yurttaşların iyilik halini gözetirken yurttaşların da bu organizasyon becerisi ve aygıtları denetleyebileceği mekanizmaları oluşturmuştu. İnsan hakları örgütleri de o denetim mekanizmalarından biridir ve ikinci paylaşım savaşı sonrası insan hakları mücadelesi veren insanların emekleri ile ulus üstü belgelerle koruma altına alınmışlardı. Neoliberal patriyarkal kapitalizmin hüküm sürdüğü günümüzde; modernizmin ortadan kalktığı, aydınlanmanın lanetlendiği bu çağda her şey öteye atıldı. Modern ötesi, hakikat ötesi derken sonrasına ötelediğimiz her kavramla birlikte adım adım devlet ile toplum arasındaki dolayım kalktı. Denetimsiz aşkın devlet toplumda rıza oluşturmayı başardı, başaracak. Gramsci’nin deyişiyle “Kayıtsızlık tarihin ağır yüküdür. Yenilikçinin boynuna geçirilmiş değirmentaşıdır, en parlak gayretlerin boğulduğu atalet durumudur, eski şehri kuşatan ve şehri en güçlü duvarlardan, en cesur askerlerden bile daha iyi savunan bataklıktır.” Başarının önündeki tek engel kayıtsızlığımızdan silkinmemiz olabilir ancak yoksa Leviathan hepimizi yer bitirir.
- İnadına tanıklık 05 Aralık 2024 04:41
- Çetelere bütçe 21 Kasım 2024 04:59
- Büyümeden annen sana, ölüm alacak 14 Kasım 2024 04:42
- Bu zamanda hekim olmak 07 Kasım 2024 04:43
- İnsan hakları mücadelesine devam 31 Ekim 2024 04:43
- Çeteler kol geziyor 24 Ekim 2024 04:43
- Kimi, niye aşağılıyoruz? 17 Ekim 2024 04:34
- Şiir yazmanın sorumluluğu 03 Ekim 2024 04:43
- Siyah çöp torbasına atılan insanlığımız 26 Eylül 2024 04:45
- Sistematik işkence 19 Eylül 2024 04:41
- Narin bir çocuk 12 Eylül 2024 04:43
- Savaş hesabı 05 Eylül 2024 05:26