18 Mart 2024 04:55

Allah’ın mülkü kulun zenginliği

Turgut Altınok

Fotoğraf: Abdullah Güçlü /AA

Paylaş

Cumhur ittifakı Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Turgut Altınok malvarlığı sorusuna “Mülk Allah’ındır, biz emanetçiyiz” diyerek cevap vermişti. Gelen eleştiriler Altınok’u ve danışmanlarını huzursuz etmiş olmalı ki, onlarca daire, arsa, dükkan, bina ve şirketten oluşan mal varlığının bir bölümünü açıklamak zorunda kaldı. TL, döviz, hisse senedi gibi menkul kısmını ise açıklamadı.

Ne de olsa tapusuna sahip oldukları, saymakta zorlandıkları, tepe tepe kullandıkları malları Allah’a ait. Öyledir tabi. Ancak, her nasılsa, malın sefasını sürüp mülkün gelirinden sonuna kadar istifade etmesini de bildiler.

Öyle ki, mülkiyeti Allah’a ait olmakla birlikte ABD darphanesinde basılan, kara para, rüşvet, ihalelerden alınan paylarla biriktirilen milyon dolarları sıfırlamak için gösterilen olağanüstü çaba, oğlanın durumu anlayamayıp yeni bir deyimin yaratılmasına sunduğu katkı takdire şayandı.

Erdoğan’ın hocası, Fatih Erbakan’ın babası Necmettin Erbakan vefat ettiğinde, çocukları mülkiyeti Allah’a ait olan kilo kilo altınları, evleri-barkları, arabaları villaları hakça paylaşmak için birbirlerine girmiş, demediklerini bırakmamış, üstüne davalık olmuşlardı.

ABDULHAMİD’İN BAĞIŞI

Mülkün Allah’a ait olduğu iddiası yalnızca belediye başkan adaylarının pişkin pişkin sırıtarak söyledikleri bir yalan değil. Toplumlar tarihinde uzunca bir dönemin ideolojik şekillenişini temsil eder.

Osmanlı Beyliğinin kuruluş sürecinde ilk hükümdarlar fethettikleri toprakların bir kısmını savaşçılarına mülkiyet hakkıyla birlikte dağıtmıştı. Bu fetihler kimi tarihçilere göre Müslüman Türklere özgü gaza geleneğinin ürünüydü. İslam için savaşıyorlardı. Ancak, işin ilginci mücahitler, tıpkı bugünkü halefleri gibi, Allah’ın mülkünü oldubittiye getirip çitlerle çevirmekle kalmadılar, bu toprakları ele geçirmek için köklü Hıristiyan ailelerle işbirliği yaptılar. Üstelik sadece Bizans’a karşı değil diğer Müslüman Türk beyliklerine karşı da İslam için savaştılar. Allah’ın mülkünün başka bir “kulda” değil de kendilerinde olması için öldüler, öldürdüler.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son demlerinde, padişah Sultan Abdulhamit dünyanın en zengin hükümdarları arasına girmişti. Allah’ın izniyle. Allah’ın emaneti konusunda o kadar titizdi ki, parasını Alman Deutsche Bank’ta saklamayı uygun bulmuştu. Osmanlı ordusunun savaş için üç kuruşu kalmadığında, rivayete göre, İttihatçıların Abdulhamit’i, Allah’ın emanetinin bir kısmını bağışlamaya ikna etmek için ricanın yanı sıra nazik bir ölüm tehdidi de gerekmişti.

AVRUPA’DA TANRININ MÜLKÜ

Mülkün Allah’a havalesi bu topraklara özgü değildir. Avrupa Ortaçağı boyunca kilise, tanrı adına büyük toprakları yönetmişti. Kimi ülkelerdeki toprakları kralların mülkiyetini aşıyordu. Tanrının desteğini de alan manastırlar köylüler üzerindeki baskıyı öyle bir arttırmıştı ki, İngiltere’de 14. yüzyılın büyük köylü isyanlarında ele geçirilen başkeşişlerin sonu pek iyi olmamıştı. İngiliz Tarihçi Rodney Hilton’ın deyimiyle “köylülerin özgürlük mücadelesi” baskıların azaltılmasının yanı sıra kilise ve aristokrasinin geniş topraklarının köylüler arasında paylaştırılmasını öngörüyordu.[1]

Neyse ki, 16. yüzyılda, Kral VIII. Henry, tanrının mülkiyetindeki manastırları tasfiye etti ve topraklarını kamulaştırdı. Gelirlerini kendine bağladı. Bununla da yetinmedi. Kendine uygun bir mezhep icat etti. Burjuvazinin gelişimi, uluslaşma ve diğer tarihsel koşulların yanı sıra, Katolik Roma’dan bağımsızlığını sağladı. Mülkü daha güvenilir bir tanrıya vakfetmiş oldu.

EMEKÇİNİN MAL BEYANI

Tarih boyunca mülkün Allah’a ait olduğunu iddia etmek suretiyle mal-mülk için savaşlar, işgaller eksik olmadı.

İşin ilginci mülk bir türlü yoksula, işçiye, emekçiye emanet edilmedi. Mesela, Birinci Dünya Savaşı sırasında küçük ölçekli tüccar-esnaf olan günümüzün seküler holdingleri 1920’li yıllardan itibaren büyüdü, büyüdü, ülkenin her yanını malı mülkü eyledi.

Şimdi, daha modern zamanlarda ve neoliberal çağdayız. 30 yıldır devletin ve Allah’ın mülkleri özelleştirildi. Her şey paraya bağlandı. Laik olup parasal sıkılaşmayı destekleyen TÜSİAD’çılar da, Allah’a en yakın MÜSİAD’çılar da emanetleri kapıştı. Her cemaat kendi şirketini kurdu. AKP’li Zehra Taşkesenlioğlu’nun dediği gibi, Allah onu mal-mülk, zenginlik vererek imtihan etti. Kimisine de Ankara’nın yarısını. Ancak, işin suyunu o kadar çıkardılar ki, mavi yakalısından beyaz yakalısına tüm emekçileri enflasyon betonu altına gömdüler. Bürokrasiye kapağı atan zengin, zengin daha zengin, en zengin de multi-zengin oldu. Ülke ay sonunu borçla geçirenler ile çuval çuval parası ve onlarca dairesi olanlar arasında ikiye bölündü.

İşte bu ahval ve şerait içinde, dizi dizi mallarını-mülklerini beyan etmek bir sorun haline geldi. Zenginliğin tek geçer akçe sayıldığı bir çağda yoksulluğun diz boyu seviyesi, zenginleri, taptıkları mallarını açıklamaktan -en azından bazı koşullarda- utanır hale getirdi.

Utanmakta haklılar. Onlar “emanet”lerini Allah’tan değil emekçilerden çaldıklarıyla, vergilerden uçlandıklarıyla, kara parayı akladıklarıyla, ihalelerle biriktirdiler. Bir biçimde hepsi.

Yoksulun ise malı mülkü yoktu ama bir beyanı vardı. Metin Üstündağ şöyle sıralamıştı:

- Avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen
- Gökyüzünde bi bulut
- Bitlis’te beş minare
- Biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili
- Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı
- Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü
- Palandökende bir palan, iki döken
- Kastamonu’da üç kasto
- Üç fay hattı
- Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma…
- Bi marmara denizi
- Camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci
- Her akşam karıştırılan dört çöp bidonu
- Çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili
- Nakit 15 kuruş
- Anne babadan kalma yarısı yasanmış bi ömür.

[1] Bkz. Rodney Hilton (2003) Bond Men Made Free: Medieval Peasant Movements and the English Rising of 1381, 2nd Edition, Routledge, London and New York.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa