23 Mart 2024 05:58

Başa çıkılmaz çelişkiler, vicdani ret, tükenen hukuk

Fotoğraf: Pixabay

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Geçen hafta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye'yi mahkum eden bir karar daha verdi. Bu kez konu, daha önce Osman Murat Ülke, Yunus Erçep, Feti Demirtaş, Halil Savda, Mehmet Tarhan, tek dosyada Yehova Şahitleri Çağlar Buldu, Barış Görmez, Ersin Ölgün ve Nevzat Umdu ile Enver Aydemir davalarında olduğu gibi, Türkiye'nin vicdani ret hakkına dair yasal bir düzenleme yapmamış olmasıydı.

Kıbrıslı Murat Kanatlı, aslında 2005'te zorunlu askerlik görevini yaptı. Kıbrıs'taki “seferberlik” düzenlemesi uyarınca her yıl bir gün kışlaya çağrıldığında, üç sene bu zorunluluğu da yerine getirdi. Fakat 2008'de 15 Mayıs Vicdani Retçiler Günü'nde reddini açıkladıktan sonra 2009'da seferberlik hizmetini reddetti ve on gün tutuklu kaldı. Kendisini “suçlu” görmediğinden para cezasını da ödemedi. İç hukuk yolları tükendiğinde 2015'te AİHM'e yaptığı başvuru geçen hafta sonuçlandı. Mahkeme, sözleşmenin 9. maddesinde düzenlenen düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi.

*

Avrupa Konseyi'nin 1966’dan bu yana vicdani ret konusunda çeşitlilik içeren kararları arasında, AİHM Büyük Daire'nin 2011'de Ermenistan vatandaşı Yehova Şahidi Vahan Bayatyan dosyasına verdiği karar milat niteliğinde. Öncesinde devletler daha çok retçilerin maruz kaldığı işkence ve kötü muamele dolayısıyla mahkum olurken, Bayatyan kararı vicdani reddi açıkça anmasa da,  “bireyin vicdanı ya da içtenlikle ve gerçekten sahip olduğu dini veya diğer inançları arasında ciddi ve başa çıkılmaz bir çelişki” ile zorunlu askerliği reddini 9. madde kapsamına almıştı.

Aynı yılın sonunda Yehova Şahidi Yunus Erçep'in Türkiye'ye karşı başvurusu mahkumiyetle sonuçlandı. 2012'de Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yolu açıldığında, AYM'nin AİHM'e kalmadan önünde biriken retçi davalarına bu kararları esas alarak karar vereceği bekleniyordu. Olmadı, bunu yapmadı.

Türkiye 2015'ten beri artarak uluslararası hukuktan kopmayı seçmiş görünüyor, yükümlülüklerini yerine getirmiyor, dışarıdan bunun baskısını da yaşıyor. AYM dahi cumhurbaşkanı nezdinde “hukuk sistemini kaosa sürükleyen kararlar alan” bir merci konumunda. Vicdani retçiler ve antimilitarist hareketler açısından Kanatlı kararı gibi gelişmeler olumlu olsa da Türkiye'nin “ulusal ve uluslararası hukuk” temalı daha temel dertleri mevcut. Bizatihi hukuk tükeniyor.

*

KKTC'nin konumu bu manzarada “ulusal ve uluslararası hukuk” temalı başka karmaşık alanlar yaratıyor. Öncelikle KKTC bağımsız bir ülke olarak tanınmadığından “yerel alt yönetimi” yurttaşı olarak Kanatlı'nın hak ihlalinden Türkiye sorumlu. Vicdani ret KKTC Meclisi'ne ilk kez 2014'te yasa tasarısı olarak sunuldu; konu ileri taşınamadı. 2019'da antimilitaristler kadar asker emeklilerini temsil eden derneklerin de dahil olduğu beş haftalık bir tartışma süreci yaşandı. En son bu yılın başında tasarı tekrar meclise geldi, gene geçemedi. Düzenlemeye onay veren toplumsal taban oluşsa dahi zor görünüyor, anayasal bağımlılıklar özellikle savunma konusunda KKTC'nin kendi başına karar almasının önünde engel. Zaten Mustafa Hürben'in ve Halil Karapaşaoğlu'nun, AİHM kararını izleyen günlere denk gelen davalarında duruşmalar ileri tarihlere ertelendi, toplar taca atıldı.

*

KKTC'de vicdani redde karşı argümanlardan biri adadaki “ateşkes”, yani bu ateşkesin her an kalkabileceğine dair teyakkuz hali. Vicdani ret ne kelime, el arttırıp kadınlara da zorunlu askerlik öneren var. Bu esnada Kıbrıs'ta federatif bir çözümden yana olanlar, antimilitaristler vicdani reddi tam da aynı gerekçeyle tartışmak istiyor; adada teyakkuzu değil huzuru ve barışı konuşmak buralardan geçiyor.

Kıbrıs'ın güneyinde kuzey çapında bir vicdani ret hareketi yok. Yeni Kıbrıs Partisi Genel Sekreterliğini de yürüten vicdani retçi Kanatlı, sadece TC ordusuna muhalefet nedeniyle kuzeyli vicdani retçileri selamlayan oradaki milliyetçilerin varlığından söz ediyor. Ama onların asıl dayanışma, güneydeki antimilitaristlerle.

*

AİHM'in Kanatlı kararında tüm uluslararası vicdani ret hareketi açısından önemli bir yan var, ilk kez “seferberlik” hali zorunlu askerliğin bir parçası olarak ele alınıyor. Kanatlı, Avrupa'da savaş tartışmalarının yükseldiği bir dönemde bu kararı değerli buluyor. Somut bir kazanım da bu kararın Ukrayna'da, Rusya'da, Belarus'ta seferberliğe çağrıldığı halde katılmayan ve ülkelerini terk eden vicdani retçilerin sığınma başvurularında ellerini güçlendirecek olması.

*

Bugün uzak görünse de 2011'in sonlarında, 2012'nin başlarında Türkiye bir vicdani ret düzenlemesi yapılacağından emin, bunun muhteviyatını tartışıyordu. Adalet Bakanı Sadullah Ergin üzerine çalıştıklarını bizzat söylemişti, anaakım tartışma günlük gazetelerde “Vicdani retçiye kız verilir mi?” seviyesinde normalleşmişti. (Evet, diyenler hiç de az değildi.) Sonra bu hava, ne değişen Askerlik Kanunu'na yansıdı ne AYM kararlarına.

O dönem bir tartışma programında, vicdani redden yana esen olumlu havadan yakınan emekli bir asker şöyle demişti: “Vicdani ret diye bir hak olursa, o zaman kimse gitmez ki askere!” Bu soru, bu konuyu tartışmaya başlamamız gereken yer zaten.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa