Küresel Değer Zincirleri, OSB’ler, Ücretler
Fotoğraf: Pixabay
Benjamin Selwyn, “Poverty Chains and Global Capitalism” makalesinde küresel değer zincirlerini, neoliberalizmin dünya çapında siyasi olarak baskın hale geldiği anda ortaya çıkan “yoksulluk zincirleri” olarak adlandırmaktadır.1 Bu ismi vermesindeki nedenlerden birisi, küresel değer zincirlerinin -tedarik ve ticaret ile sınırlı kalmayarak- ücret ve çalışma politikasını da belirleyen yapısının yoksulluğu yeniden üretmesidir. Küresel değer zincirleri, devletler arası ticarete ve ulusal çapta üretime ivme kazandırırken, ulusötesi şirketler için ücretleri emek gücünün değerinin altına düşürerek sömürüyü artırmak için tasarlanmış örgütsel ve mekansal düzenlemeyi temsil eder. Bu gibi düzenlemeler sonucunda 1995-2015 arasında işçilerin küresel gelirdeki payı azalırken, en üst dilimdeki çok uluslu şirketlerin kârları artmıştır.
Küresel değer zincirlerinin dizilimini belirleyen temel faktör, endüstriyel ve askeri jeopolitik güç dengelerinin emperyalist iş bölümü çerçevesinde oluşma biçimidir. Salgın döneminde değer zincirlerinde yaşanan sorunların reel sektörü, ticareti ve piyasaları olumsuz etkilemesi üretken sermayenin önemini bir kez daha göstermiştir. ABD ve Çin arasında başlayan ticaret savaşlarının peşinden salgının eklenmesiyle birlikte emperyalist devletlerin öncelikli stratejisi, devasa ölçekli meta üretimini yeniden ulusal sınırlara çekerek (reshoring) küresel zincirlerde söz sahipliği kazanmak olmuştur.
Küresel değer zincirlerinin yükselişini hızlandıran kapitalist mekansallaşma türlerinden birisi serbest bölgelerken, diğeri de serbest bölgelerin bir alt türü olan “Export Processing Zone” (EPZ) olarak adlandırılan “serbest üretim bölgesi” veya “ihracat işleme bölgesi” olarak dilimize çevrilen üretim/ticaret alanlarının oluşturulmasıdır.2 ILO’nun “Global trends in EPZs/ SEZs” isimli raporuna göre 1975 yılında 25 ülkede 79 adet “ihracat işleme bölgesi” bulunurken, bu sayı 2006 yılında 130 ülkede 3 bin 500’ün üzerine çıkmış, bu bölgelerde çalışan işçi sayısı 66 milyon civarına ulaşmıştır.3
2018 tarihli “Türkiye lojistik master planı hazırlanması” raporunda “ihracat ı̇şleme bölgeleri” öncelikli olarak yurt dışı pazarlara yönelik olarak tekstil, ayakkabı, kereste, plastik ve elektronik gibi genelde emek yoğun üretim/işleme yapan ulusal ve uluslararası şirketlerin bölgede yatırım yapmalarını teşvik etmek üzere bürokrasinin azaltıldığı özel alanlar tanımlanmıştır. Ticaret Bakanlığının serbest bölge istatistikleri incelendiğinde 7 tanesi Marmara Bölgesi’nde olmak üzere toplam 19 adet serbest bölge bulunurken, “ihracat işleme bölgesi” özel olarak tanımlanmamıştır.
Ne var ki, Ticaret Bakanlığı tarafından “tek yol ihracat” diye özetlenen ihracata dayalı rekabetçi ekonomik model uyarınca artık her ildeki organize sanayi bölgesi (OSB) -aynı yükümlülükleri ve imtiyazları taşımasa da- fiilen bir tür “ihracat işleme bölgesi”ne dönüşmüş durumdadır. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in patronlara “Mutlaka dış pazar arayışına girsinler. Biz ihracatçılara, iş dünyasına her türlü desteği vereceğiz” sözleri de bu durumun sağlaması niteliğindedir. Türkiye kapitalizmi, emperyalist iş bölümü çerçevesinde tedarik ve değer zincirlerindeki pozisyonunu güçlendirme eğilimini düşük ve orta teknolojili malların üretimine ve ihracatına endekslemiştir. 2019-2023 yıllarını kapsayan “sanayi ve teknoloji strateji belgesi”nde orta-yüksek ve yüksek teknoloji seviyesindeki ürünlerde halen yüksek oranda cari açık verildiği belirtilmektedir.
Küresel değer zincirlerinde Türkiye’nin pozisyonu açısından OSB’lerin yeniden yapılandırılması bu aşamada önem kazanmaktadır. OSB’ler küresel zincirlerde bir tür fiili “ihracat işleme bölgesi”ne dönüşerek hakim ekonomik modelin kolonlarını oluşturmaktadır. OSB’lerin varlığına üç açıdan kabaca bakılabilir: a) Üretim ve ihracat b) Teşvikler ve muafiyetler c) İstihdam ve ücret.
a) İstanbul Sanayi Odası tarafından açıklanan Türkiye’nin “500 büyük sanayi kuruluşu” ve “ikinci 500 büyük sanayi kuruluşu” listelerinde yer alan 1000 firmadan 600’ü OSB’lerde üretim yapmaktadır. Türkiye’nin 1000 büyük sanayi kuruluşu 2022 yılında toplam 84 milyar dolar ihracat yaparken söz konusu ihracatın yüzde 50’den fazlasını 43 milyar dolarla OSB’lerde faaliyet gösteren şirketler gerçekleştirmiştir. İhracat yapan OSB firmalarının toplam sayısının 10 binin üzerinde olduğu bilinmektedir.
b) Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından OSB tüzel kişiliği ve OSB’lerde yer alan işletmeler, emlak vergisi muafiyeti, harç ı̇stisnası, OSB’lerde arsa tahsisi desteği, OSB’lerde damga vergisi ı̇stisnası, yapı denetim kuruluşlarına ödenecek hizmet bedeli İndirimi gibi çok sayıda destek, teşvik ve indirimden yararlanmaktadır.4 Hükümetin 2023 yılı yatırım programında yer alan OSB’lerdeki 167 yatırım projesi için toplam 9.8 milyar lira harcama gerçekleştirilmiştir. OSB’lerde gerçekleştirilecek 316 milyar lira sabit yatırım tutarına sahip 3 bin 715 proje için ise teşvik belgeleri düzenlenmiştir.5
c) AKP iktidarı döneminde OSB sayısı 192’den 353’e çıkarken, OSB’lerde istihdam edilen mavi ve beyaz yakalı işçi sayısı da 415 binden 2.5 milyona çıkmış durumdadır. TÜİK’in ücretli çalışan istatistiklerine göre kayıtlı 15 milyon işçinin bulunduğu göz önüne alınırsa toplam istihdamın yaklaşık yüzde 16’sı OSB’lerde faaliyet gösteren şirketlerdedir.
OSB’ler için 2023-2025 orta vadeli programında (OVP) ise şöyle denmektedir: “Büyük ölçekli yatırımlar, büyüyen KOBİ’ler ve entegre tesisler için başta organize sanayi bölgeleri ve endüstri bölgeleri olmak üzere planlı sanayi alanları oluşturulmasına devam edilerek, ülke yüz ölçümü içerisinde toplam planlı sanayi alanlarının oranı artırılacaktır.”
Türkiye kapitalizmi, üretimi ve sermaye birikim ritmini dış ticarete ve ihracata dayalı modele göre ayarlarken, OSB’ler bu modelin kalelerine dönüşmüş durumdadır. İhracata dayalı model jeopolitik dengeler, Avrupa pazarındaki resesyon dalgaları ve artan maliyetler nedeniyle yapısal olarak sınırlarına dayansa da, bu denklemi ayakta tutan yegane şey, ücretler ve sömürünün niteliğidir. Ucuz meta-ucuz emek döngüsüne bağlı modelin sürdürülebilirliği Türkiye’nin uluslararası iş bölümünde ucuz emek havzasına dönüştürülmesiyle eş zamanlı ilerlemektedir.
Asgari ücret artışından önce TOBB Türkiye Hazır Giyim ve Konfeksiyon Sanayii Meclis başkanı katıldığı bir TV programında rekabetçi olmayan TL ve baskılanan döviz nedeniyle ihracatta yaşanan sorunlara değinirken Türkiye’de emek maliyetinin 600 dolar, Mısır’da ise 150 dolar olduğunu söyleyerek rekabet gücünün eridiğinden şikayet etmişti. Asgari ücret artışından sonra da pek çok şirket sahibi benzer şikayetlere devam etti. Asgari ücret ocak 2022-aralık 2023 arasındaki son 24 aylık dönemde sadece bir kez açlık sınırının üzerine çıksa da “yüksek” görülmeye devam etmektedir. Bunun nedeni de ücretlerin sınıf mücadelesinin iz düşümlerinden birisi olması, rekabetçi-ihracatçı modelin düşük ücret-yoğun emeğe doğrudan bağımlı yapısıdır. TÜİK verileri de bunu doğrulamaktadır: 2009-2019 döneminde tüm firmaların personel gideri/üretim değeri oranı yüzde 13.1 iken, 2022 yılında bu oran yüzde 8.7’ye inmiştir.6
- Sermayeye ‘Çayırhan’ mezadı: Stratejik kurumları üç kuruşa satıyorlar 24 Kasım 2024 04:58
- Patronlar yoksulluğu nasıl silaha dönüştürür? 17 Kasım 2024 04:30
- Patronlar asgari ücreti nasıl silaha dönüştürür? 10 Kasım 2024 05:07
- Özel sağlık sektörünün sermaye birikimi ve teşvik dinamikleri 23 Ekim 2024 08:25
- Cumhur İttifakının ‘iç cephesi’ sermayenin iç güvenliğidir 13 Ekim 2024 04:36
- ‘Protego ergo obligo’: Güvenlik devletinin ekonomi politiği 29 Eylül 2024 05:02
- Türkiye kapitalizminin ‘kriz’ine doğru 16 Eylül 2024 05:14
- MESEM: Kullan-at işçilik ve artık nüfus 12 Eylül 2024 05:59
- Despotik emek rejimine ‘güvenceli esneklik’ 25 Ağustos 2024 04:47
- Kurtlu yemekler, tahtakurulu yataklar, ölesiye çalışma: Türkiye Köle Pazarı 21 Ağustos 2024 05:11
- Afrika’daki Türk şirketlerin egemenliği ve devlet biçimi 04 Ağustos 2024 05:26
- Mesleki eğitim cehenneminde kaybolan çocuk işçiler 01 Ağustos 2024 05:25