30 Mart 2024 04:56

Batık maliyetler, normalizasyon tavlaması, seçim iptilası

fotoğraf:pexels

Paylaş

BAĞLANTILAR

Hükümet bloğuna organik ya da inorganik biçimde bağlı olmayanlar iki turlu cumhurbaşkanlığı seçimi yüzünden geçen baharı bir mide bulantısıyla hatırlıyor. Kimilerinin o vakitler geçtiği “ne haliniz varsa görün” haletiruhiyesi kadar, yerel seçim yaklaştıkça o usancın dönüştüğü haller de anlaşılmayı bekliyor.

Seçmenler, seçtikleriyle seçimlerin sonucunu etkileyemediğine inandığında başgösterene “siyasi soğukluk” deniyor. Bu hal bırakın oy vermeyi adayları bile öğrenmekten uzaklaştıran bir ilgisizliğe itebiliyor. Kısa süre önce oyların neredeyse yüzde 90'ını alarak Putin'i beşinci kez Rusya Devlet Başkanı seçtiren nedenlerden biri olarak bu ilgisizlik anılıyor. Siyasi soğukluk, onu yaratan otoriter rejimlerin devamlılığını da sağlayan bir faktör. Bu yol Putin'in, beş yetmez altıncı kez de devlet başkanı olabileceği hukuk düzenini kurmasıyla açıldı öncelikle.

“Seçimlerle bir yere varılmıyor”un ya da daha toptan bir yargıyla “Bu ülkeden hayır gelmez”in birden müşahit çantası hazırlamaya evrilebilmesi ise daha karmaşık ruh denklemlerinden. Bir umut... Ama tam neyin umudu? Kimi uyarıyor: Bundan sonra dört yıl seçim yok! Belki bu defa... Bir şeyi değiştirebileceğine ve aslında değiştiremeyeceğine de dair inancı, ileri dozda, aynı anda hissetmekte, bu iptilada kumarı çağrıştıran bir şey var.

*

Aslen iktisadi bir terim olan “batık maliyet (bedel) sendromu” bir yanılgılar dizisini açıklarken kullanılıyor. Bir fikre, bir işe sadece “bu zamana kadar yaptıklarım boşa gitmesin” duygusuyla devam etmek yüksek ihtimalle yanlış adım getiriyor. Ortada kumar gibi büyük kazanç ya da kayıp ihtimali yok ama her neyse ona, o zamana kadar inanmanın fikir, emek, zaman vs maliyeti de yazık edilecek gibi gelmiyor kişiye.

Seçimlerden, seçimlerle değiştirilemeyenlerden, bunun görülmesine rağmen sisteme inancın sürdürülmesinden buralara geldiysek, heba olması istenmeyen bir ilk “yatırım” olmalı, o ne? Demokrasiye inanç mı?

*

Yönetecek olanların kurayla seçilmesine ne dersiniz? Felsefeci Jacques Ranciere'in uzun yıllara yayılan demokrasi tartışmasını şu söyleşi alıntısıyla buraya bağlayalım:

“Kura çekimi fikrinde, (kesinlikle solcu bir adam olmayan) Platon’a kadar uzanan şu çok kuvvetli düşünce var: Hükümetlerin en kötüsü, yönetmek/hükmetmek isteyen insanların yönetimidir/ hükümetidir. Benim temel fikrim şu ki kuraya dayalı bir temsilin neden mevcut koşullardaki temsilden daha kötü olduğunun açıklaması yok. Bir kere, kuraya dayalı temsil yönetmek isteyen insanları eler. İkincisi kayırmacılığı ortadan kaldırır. Üçüncü olarak, bizatihi seçim ilişkisine bağlı karanlık duyguların gelişmesini bertaraf eder.”

Ranciere kura çekelim demiyor ama bu fikri bugün düşünülemez bulmamızın temel nedenine işaret ediyor. Bu neden de, iktidar makamını işgal etmek için gerekli ilk niteliğin iktidarı kullanmak arzusu olduğunun doğallaşması.

*

Otoriter rejimlerin hem sonucu hem yakıtı olan bir diğer şey de her şeyi normalleştirme eğilimi. Yarın büyük seçim şaibeleri yaşanabilir, bazı kentlerde seçimler yenilenebilir, kimi büyük şehirlerin belediyelerine kayyım atanabilir, kimse o kadar da şaşırmaz. (Tabii ağırlıklı olarak Kürt seçmenin oylarıyla kazanılmamış belediyelerden söz ediyoruz, yoksa bu toptan “normal”.)

*

Bazı metallerin bozulan yapısını düzeltme işlemine “normalizasyon tavlaması” deniyormuş. Örneğin çelik, sertleştirilebilecek 840–880 °C gibi bir sıcaklığa getiriliyor, bir süre orada tutuluyor, sonra yavaşça soğumaya bırakılıyor. Bir şok anı gibi. Bu esnada dokudaki anormal taneler yok oluyor, normalleşiyor. Bazı durumlarda çifte normalizasyon gerekebiliyormuş.

*

Önem hiyerarşisi içinde şu gelebiliyor kulağa: Zaten bu yerel seçim... Eğer kadınsanız, LGBTİ+'lardansanız ya da Türk ve Sünni olmayanlardan, değil belediye başkanı, mahallenizdeki muhtarın, belediye meclisindeki tek kişinin etkisi dahi günlük hayata yansıyabilir. Fark o denli büyük ki, yerel seçimi harcamak o kadar da kolay değil belki. Diğer yandan tam da bu ikinci derece yurttaşlar için yerel seçimden, seçimlerden fazlası gerekiyor. Yoksulluk, ayrımcılık, yozlaşma, sandığa kilitlenmiş siyasetin konusu olmaktan çıkıyor.

*

“Amerigo Ormea sabahın beş buçuğunda evden çıktı. Gün yağmurlu geçeceğe benziyordu. Gözlemcilik yapacağı seçim sandığına gitmesi için, kuşkusuz içlerinde insanların üst üste yaşadıkları ve pazar gününün bu erken saatine rağmen yine de hiçbir hayat belirtisinin fark edilmediği yoksul evlerin duvarları arasında, hâlâ eski parke taşlarıyla kaplı, dar ve dolambaçlı yollardan geçmesi gerekiyordu.”

Italo Calvino'nun “Gözlemci”si böyle başlıyor. Karıştırıyorum, 1983 baskılı sahaf nüshasında sekizinciden sonraki üç bölümde sorun var, kimi sayfalarda sonrakinin ya da öncekinin izi görünüyor. Okumaya engel değil, ama daha önce olup bitenler bir hayalet gibi satırların arasında geziniyor ya da hikâyenin akan kısmı bir sonraki sayfanın hayaleti olmaya hazırlanıyor.

Not:

Ranciere'in bu konuyu tartıştığı “Demokrasi Nefreti”, Utku Özmakas çevirisiyle İletişim, Calvino'nun “Gözlemci”si Aydın Emeç çevirisiyle Can Yayınları'ndan.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa