07 Nisan 2024 04:19

Ölüm neden hep işçiye düşer?

Beşiktaş Gayrettepe'de gece kulübünün tadilatı sırasında çıkan yangında yakınlarını kaybeden aileler

Fotoğraf: Nisa Sude Demirel/Evrensel

PAZAR
Paylaş

“Elim sanata düşer usta

Dilim küfre, yüreğim acıya

Ölüm hep bana

Bana mı düşer usta?​”

Refik Durbaş’ın şiiri, Zülfü Livaneli ve Edip Akbayram’ın yorumladığı tınılı haliyle zihnimizde yer etti yine. Beşiktaş Gayrettepe’de bulunan ‘Masquerade’ isimli gece kulübünde 2 Nisan günü çıkan yangında 29 işçi yaşamını yitirdi.

Benzer işçi cinayetleriyle maalesef sık sık karşılaşıyoruz. Sadece patlama ve yangın nedeniyle toplu işçi katliamlarının yaşandığı iş cinayetlerinden ilk akla gelenler vahim tabloyu göstermeye yetiyor:

2005’te, “kaçmamaları için” kilitlenen tekstil fabrikasında çıkan yangında 5 kadın işçiyi kaybetmiştik.2006 yılında İkitelli’de bir ambalaj fabrikasında çıkan yangında, 3 işçi yaşamını yitirdi.Yine 2006 yılında Ümraniye Tavukçuoğlu Caddesi’nde bir çekyat imalathanesinde çıkan yangında 5 işçi yanarak öldü.30 Ocak 2008’de Zeytinburnu Davutpaşa Emek İş Hanı’nda yaşanan patlama ve yangında 20 işçi katledildi.2012 yılında İstanbul Esenyurt Marmara Park AVM inşaatında çalışan işçilerin 11’i kaldıkları çadırda çıkan yangında hayatını kaybetti. 3 Temmuz 2020’de Sakarya Hendek’teki havai fişek fabrikasındaki patlamada 7 işçi yaşamını yitirdi.

Yangınlar dışında, madenlerde, inşaatlarda, elektrik işlerinde, demir çelik ve metal fabrikalarında, her yıl ortalama 2 bin işçi, sermayenin kâr hırsının kurbanı oluyor; dizginlenmemiş kapitalist sistemin iş organizasyonu nedeniyle yaşamını yitiriyor.

Hakim medya, televizyonlar, sermaye düzeninin devamından yana olanlar, bu cinayetlere kaza diyorlar. Hepsinde müfettiş görevlendiriliyor, cinayetin boyutuna bağlı olarak kimi alt ve orta düzey sorumlular, nadiren patron tutuklanıyor. Ama sanıkların sadece dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket nedeniyle, hukuki kavramla söylersek taksirle cezalandırılmaları için iddianameler düzenleniyor. Sonuçta çoğunluğu paraya çevrilen küçük cezalarla yetinen yargı, iş cinayetlerindeki cezasızlık politikasını devam ettiriyor.

Basit bir soruyla, iş cinayetlerinin kaza olmadığını anlamak mümkün aslında. Madem kaza, neden sadece işçiler ölüyor? Patronlar, işveren vekilleri, üst düzey yöneticiler de iş yerlerinde bulunduklarına göre, neden hiç değilse yüzde 1 oranında da olsa patron veya üst düzey yöneticiler “iş kazalarında” ölmüyor.

Çünkü bu cinayetler aslında kaza değil. Riski bile bile önlem almamanın, iş yürüsün, üretim devam etsin yeter ki anlayışının sonucuna nasıl kaza denilebilir? Denetim işini tamamen özel sektöre devreden, işçiyi değil iş yerini ve işi korumayı amaçladığı, yetersiz olduğu her cinayette bir kez daha anlaşılan yasal mevzuatı bile uygulamamanın sonucu nasıl kaza olabilir?

Son toplu iş cinayetine tekrar dönersek; basından öğrendiğimiz bilirkişi ön raporundaki bir cümle, yargının, iş cinayetlerine nasıl baktığının ve göz yumduğunun ipucunu veriyor. Ön raporda yangının bir dakikada büyüdüğü tespit edilmesine karşın “Yangın daha yeni başlamıştır, nasılsa daha küçüktür” düşüncesiyle çalışanların yangını önemsemediği iddia edilebiliyor. Sanıkların sıkça başvuracağı “öleni suçlamaya” bilirkişiler başlamış bile.

İşçi katliamlarından sonra açılan davalar şunu net olarak gösterdi: Başta yaşamını yitiren işçilerin aileleri olmak üzere, işçiler, emekçiler, sendikalar, emek ve meslek örgütleri kamuoyu oluşturmadığı sürece tüm cinayetlerin üzeri kolaylıkla kapatıldı. Davalara destek verilip kamuoyu oluşturulduğunda ise kısmen olumlu denilebilecek sonuçlara ulaşıldı. Hiç değilse patronlar tutuklanabildi, 20 yıl ve üzeri ceza aldılar.

Elbette mesele sadece ceza değil. Esas olan bu cinayetleri önleyecek bir sistemi inşa edebilmek. İş cinayetlerinin nadiren karşılaşılabilen bir olgu haline gelmesi, daha yüksek kâr için işçinin canını koruyacak maliyetten kaçınılmaması şartıyla, sermaye egemenliğine dayalı kapitalist sistemde dahi mümkün. Ama bunun için üretim sürecinde, işin organizasyonunda ve örgütlenmesinde işçi sağlığının temel alınması, işçi sınıfının iş yeri ve ülke düzeyinde örgütlü, sendikalı olması, denetimin kamusal bir yükümlülük olarak yeniden ele alınması ve işçi örgütlerinin işçi sağlığı ve iş güvenliği denetiminde aktif rol alması gerekir.

Yargının cezasızlık politikasının kırılması, işçi katili patronların, denetim görevini yerine getirmeyen tüm sorumluların, kamu görevlilerinin gereken cezaları alması iş cinayetlerini azaltacak caydırıcı bir unsur olabilir. Halen devam eden işçi katliamı davalarını mücadelenin bir parçası olarak görmek, sadece Gayrettepe’de ve Amasra’da zehirli dumandan boğularak, yanarak can veren, İliç’te toprak altında bırakılan işçiler için değil ölümün hep bize düşmemesi içindir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa