Dünya Bankasının ideolojik yapısı ve kredilerin siyasal işlevi
Fotoğraf: Mehmet Ali Özcan/AA
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Dünya Bankası ile önümüzdeki 5 yıllık döneme ilişkin mali iş birliği programı oluşturulduğunu duyurdu. Banka, ilk 3 yıl içinde Türkiye’ye 18 milyar dolarlık finansman sağlayacak. Böylece orta vadeli programın (OVP) açıklanmasının ardından Türkiye'ye aktarılan kaynak tutarı, devam eden 17 milyar dolarlık programa 18 milyar dolar daha ilave edilerek, 35 milyar dolara yükseltildi. Şimşek’in açıklamalarından sonra gözler doğal olarak Dünya Bankasına ve AKP’nin uluslararası finans kurumlarıyla sürdürdüğü kayıkçı kavgasına çevrildi.
Paylaşılan bilgilere göre, krediler 12. kalkınma planına uyumlu şekilde, sürdürülebilir verimlilik artışı, afetlere karşı dirençlilik, enerji, yeşil dönüşüm, iklim değişikliğiyle mücadele, ihracatın desteklenmesi, reel sektör, altyapı, lojistik, sanayi, tarım, eğitim, sağlık gibi kapsayıcı hizmet projelerinde kullanılacak. Dünya Bankası kuruluşları olan Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) tarafından 6 milyar dolar, Uluslararası Finans Kurumu (IFC) tarafından 9 milyar dolar, Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı (MIGA) tarafından 3 milyar dolar tahsis edilecek. Bakan Şimşek, MIGA’nın kısa vadeli garantilerle sunacağı 3 milyar dolarlık kredilerin üçte ikisinin yani neredeyse tamamının özel sektörü güçlendirmek için kullanılacağını ifade etti.
DÜNYA BANKASI NE KADAR FARKLI?
Konuyla ilgili bir yazı kaleme alan Mahfi Eğilmez, Dünya Bankası (DB) ile Uluslararası Para Fonu (IMF) arasındaki farkları sıralarken bankanın yapısına şu şekilde işaret etti:
“DB, kamu kesiminin yatırım projelerine veya kamu kesiminin sektörel yeniden yapılanma programlarına kredi verir.”
“Program kredilerine örnek olarak da sağlık sektörü iyileştirme programı kredisi, mali sektör yeniden yapılandırma programı kredisi gibi örnekler verilebilir.”
“DB, yalnızca kamu kesimi kurumlarına kredi verir. Dünya Bankası şemsiyesi altında yer alan IFC (Uluslararası Finans Kuruluşu) ise özel kesim kuruluşlarına kredi verir.”[1]
Bankayı IMF’ye nazaran görece olumlu bir pozisyona yerleştiren yazıda, ana akım iktisadın hareket prensibi olan ekonomi ve siyaset ayrımından kaynaklanan hakim eğilim nedeniyle, bankanın asli özelliği “proje” bazlı tanımlanıyor. Oysa gerçekte IMF ile DB arasındaki fark, kredilerin nereye verildiğinden veya geri ödeme tiplerine dair teknik prosedürlerden ibaret değildir.
Bankanın tarihsel sicili incelendiğinde (IMF, Uluslararası Ödemeler Bankası, OECD, G7, G20, DTÖ gibi ticarette, finansta ve siyasette bağımlılık ilişkilerini belirleyen ve kurallar koyan örgütlerle birlikte) bir yönetim ve denetim aracı olduğu görülecektir. Dünya Bankasının da aralarında olduğu bu kuruluşlar, küresel finans mimarisini oluşturmak amacıyla ülkelerin merkez bankalarında ve devlet-finans bağının koordinasyonunda kritik rol oynarlar.[2]
İDEOLOJİK VE SİYASİ KURUMSAL YAPI
Dünya Bankası, kapitalist söylemin günümüzde de sık başvurulan “sürdürülebilir kalkınma”, “yoksullukla mücadele”, “sosyal risk” vs. gibi örtmeceleri arkasına gizlenen bir siyasal ve ideolojik hegemonya aracı olarak biçimlendirildi. Filiz Zabcı’nın “Dünya Bankası: Yanılsamalar ve Gerçekler” kitabı incelendiğinde, bankanın dünya kapitalist sistemi içerisinde merkez, çevre ve yarı-çevre ülkeler arasındaki iş bölümü ve eşitsizliği yeniden üreten hegemonik bir kurum olduğu; sermaye hareketleri için uygun ortamın yaratılmasında neoliberal politika setleri oluşturduğu; uluslararası ölçekte devlet biçiminin dönüşümünde etkin bir pozisyona sahip olduğu görülebilir.[3]
Banka, kapitalist bunalım ve birikim rejimlerinin düzenlenme dönemleriyle birlikte çeşitli değişimlerden geçse de, Batı emperyalizminin doğrudan müdahale araçlarından biri olma özelliğini korudu. 1946 yılında faaliyete geçen Dünya Bankasının kredileri Avrupa’nın endüstrileşmiş devletlerine verilirken, 1948’de ABD’nin Marshall Planı ile birlikte kredilerin dağılımı da değişti. “Sovyet Bloku karşısında kalkınma” amaçlarına bağlı olarak öncelikle Yugoslavya’ya, ardından Türkiye, Mısır ve bazı Latin Amerika ülkelerine yönelen krediler, 1949 yılında Çin Devrimi sonrasında “Komünist genişlemeyi önlemek” amacıyla kullanıldı.
1980’lere gelindiğinde yapısal uyum programları eşliğinde neoliberal politikaların uygulandığı ülkelerde yaşanan toplumsal çöküş ve gerilimlerin ardından bankanın yöntemlerinde de değişikliğe gidildi. 1995’te James Wolfensohn yönetiminde Banka “bilgi kuruluşu” haline getirildi ve 11 bölgesel araştırma ağından müteşekkil bir “Küresel Kalkınma Ağı” oluşturuldu. Böylelikle kredilerin kullandırılması dışında, kapitalist süreçlere özgü olan “araçsalcı akılcılık” devreye sokuldu: Krediler ve projeler aracılığıyla uluslararası sermayenin doğrudan nüfuzunu kolaylaştırmak için ülkelerin sosyoekonomik ve demografik yapısı, doğal kaynakları gibi konularda yoğun bilgi toplandı. Kredilerin kullanımı için her ülkeye özgü teknokratik elitler yaratıldı ve liberal düşünme biçiminin hakim kılınması sağlandı. Raporlara ve eğitimlere ayrılan büyük bir bütçe ile Banka raporlarının kapsam ve etkililiği fiiliyatta da artırıldı.
DÜNYA BANKASI TÜRKİYE’DE
Dünya Bankası, Türkiye için 1990’lı yıllarda iki, 2000 ve 2003 yıllarında iki olmak üzere dört “ülke yardım stratejisi” raporu, 2001 ve 2005 yıllarında da “yardım stratejileri izleme raporları” hazırladı. Banka, bu yıllarda IMF’den aşağı kalmayan bir tutumla, Türkiye’de birkaç alan üzerinde “yapısal reform” yapılması gerektiğini ısrarla belirtti:
- Kamu açıklarının azaltılması, KİT’lerin harcamalarındaki sınırların artırılması, özelleştirmelerin hızlandırılması.
- Emeklilik sistemindeki açığın kontrol altına alınması. IMF’nin 19. StandBy Anlaşması’nın (2005) şartnamesine Dünya Bankasının istediği emeklilik reform koşulu eklendi.
- Tarım girdi sübvansiyonlarının ve tarımda fiyat desteklerinin kaldırılması.
- Devlet bankalarının borç ödeme yeteneklerinin sağlanması.
Bankanın, 1990’lardan başlayarak AKP iktidarının ilk yıllarında yoğunlaştırdığı yapısal uyum reformlarıyla birlikte, “kalkınma” ve “sürdürülebilirlik” adı altında iki aşama gerçekleşti. Birincisi, uluslararası sermayenin hareket alanı genişletilirken neoliberal ajandaya uyum için kamu sektörleri yeniden düzenlendi. Sağlıkta dönüşüm projesi başta olmak üzere çeşitli neoliberal “reformlar” için büyük bütçeler hazırlandı; kamunun düzenleyici ve ihale dağıtıcı rolü artırılırken, özelleştirme dalgalarıyla birlikte şirketlerin eğitim, sağlık, bankacılık, tarım gibi sektörlerdeki etkinlik alanı genişletildi. Kredilerle piyasa hakimiyeti artırıldı.
‘YEŞİL’ KAPİTALİZME KREDİLER
İkincisi, kamu ve özel sektöre dağıtılan çok sayıda kredi ve proje aracılığıyla küresel kapitalizme ve yeni birikim modellerine entegrasyon aşaması hızlandırıldı. Örneğin sanayi ve imalatta “yeşil kapitalizme” geçişi hızlandırmak için hem bankanın hem de IFC’nin son bir yılda doğrudan dağıttığı krediler incelenebilir. Bazıları şu şekilde:
- Türkiye’deki şirketlerin “Yeşil dönüşümünü desteklemek” ve “Sermaye piyasalarındaki iklim finansmanını artırmak” için 155 milyon dolar,
- Belirli sektörlerdeki sera gazı emisyonlarını azaltmak amacıyla Türkiye endüstriyel emisyon azaltma projesine 416 milyon dolar,
- KOSGEB, TÜBİTAK ve Dünya Bankası iş birliğinde “yeşil sanayi projesi” kapsamında KOBİ’lere sağlanacak 450 milyon dolar,
- Türk şirketlerin “RRekabet güçlerini ve ihracat pazarlarını koruyabilmeleri için üretim süreçlerinden kaynaklanan karbon emisyonlarını azaltmalarını desteklemek” için 600 milyon avro,
- Sürdürülebilir ve rekabetçi tarımsal büyüme için Türkiye iklim akıllı ve rekabetçi tarımsal büyüme projesine 341 milyon dolarlık çeşitli kredi onaylandı.
***
Dünya Bankasının verdiği krediler proje bazlı olmasına karşılık, kredilerle gelen 1 doların bile siyasi temsili bulunur. Dünya Bankası kredileri, sermaye mantığı çerçevesinde sektörel yapıları, kamu kurumlarının yapısını, emek gücünün planlamasını yeniden ayarlamakla kalmaz, ülkelerin emperyalist iş bölümündeki pozisyonlarını da belirler. Dünya Bankası, IMF’den ne daha masum ne de daha gaddardır. Bütün küresel finans kuruluşları, projeler aracılığıyla kamu kurumlarına, özel sektöre ve sosyal dokuya nüfuz eder ve çevre ya da yarı-çevre ülkeler açısından cehenneme açılan kapılardır.
[1] “Dünya Bankasından Gelecek Parayla İlgili Sorular ve Yanıtlar”
[2] David Harvey, Sermaye Muamması, çev. Sungur Savran, Sel Yayıncılık, sf. 61
[3] Filiz Zabcı, Dünya Bankası: Yanılsamalar ve Gerçekler, Yordam Kitap, sf. 22-25, 42-47, 48-52
- Sermayeye ‘Çayırhan’ mezadı: Stratejik kurumları üç kuruşa satıyorlar 24 Kasım 2024 04:58
- Patronlar yoksulluğu nasıl silaha dönüştürür? 17 Kasım 2024 04:30
- Patronlar asgari ücreti nasıl silaha dönüştürür? 10 Kasım 2024 05:07
- Özel sağlık sektörünün sermaye birikimi ve teşvik dinamikleri 23 Ekim 2024 08:25
- Cumhur İttifakının ‘iç cephesi’ sermayenin iç güvenliğidir 13 Ekim 2024 04:36
- ‘Protego ergo obligo’: Güvenlik devletinin ekonomi politiği 29 Eylül 2024 05:02
- Türkiye kapitalizminin ‘kriz’ine doğru 16 Eylül 2024 05:14
- MESEM: Kullan-at işçilik ve artık nüfus 12 Eylül 2024 05:59
- Despotik emek rejimine ‘güvenceli esneklik’ 25 Ağustos 2024 04:47
- Kurtlu yemekler, tahtakurulu yataklar, ölesiye çalışma: Türkiye Köle Pazarı 21 Ağustos 2024 05:11
- Afrika’daki Türk şirketlerin egemenliği ve devlet biçimi 04 Ağustos 2024 05:26
- Mesleki eğitim cehenneminde kaybolan çocuk işçiler 01 Ağustos 2024 05:25