18 Nisan 2024 04:34

1 Mayıs’ın tarihi ve 2024 1 Mayıs’ının önemi

İzmir 1 Mayıs'ı

Fotoğraf: Uğur Yıldız/Evrensel

Paylaş

Feodal toplumun bağrında kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi, aynı zamanda işçi sınıfının yeni bir sınıf olarak doğuşunu beraberinde getirmişti. İşçiler, fabrikalarda ilk olarak çalışmaya başladıklarında, içine itildikleri yoksulluk ve sefaleti azaltmanın tek yolunun birbirleriyle rekabet ederek ücretlerini artırmak olduğunu düşündüler. Ancak işçiler arasında rekabet arttıkça ücretler düştü, yaşanan yoksulluk ve sefalet arttı.

Soylulara ait olan kent merkezleri, Sanayi Devrimi ile birlikte kırsal kesimden gelip işçileşen insanlarla tanıştı. Kale surları dışında, gecekondu benzeri yerleşim yerlerindeki barakalarda oluşmasıyla işçi sınıfı son derece sağlıksız koşullarda barınmak zorunda kaldı.

Makineli üretimin ve fabrikaların giderek üretimin merkezine yerleşmeye başlaması, toplumsal yaşamı da bu merkezlerin çevresinde oluşturmaya ve biçimlendirmeye başladı. Yeni oluşmaya başlayan kent kimliği, yeni ihtiyaçlar, yeni değerler, yeni ilişki biçimlerini üretti. Bu süreç aynı zamanda işçilerin kendine özgü yaşam biçiminin, sınıf kültürünün ve nihayet sınıfın sınıfa karşı mücadelesinin üretilmesinin de temelini oluşturdu.

Modern işçi sınıfı, Marx ve Engels tarafından Komünist Manifesto’da ‘İş buldukları sürece yaşayan ve emekleri sermayeyi arttırdığı sürece iş bulan emekçiler sınıfı’ olarak tanımlandı. Kapitalist gelişmeyle birlikte üretim aracı sahipliğinden kopan emekçiler, yaşamlarını sürdürebilmek için kendi emek güçlerini satarak hayatta kalmaya çalıştılar.

Sanayi Devrimi sonrasında kentlerde ortaya çıkan hızlı nüfus artışı patronların iş gücü maliyetini düşürmelerini sağlamıştı. İşçi sayısı arttıkça ücretler düşmeye devam etti ve sonrasında kadınlar ve çocuklar da çalışma yaşamına katılmak zorunda kaldı. Kadınlar ve çocuklar ev üretimine de katılmış olmalarına rağmen, fabrika düzeninde çalışma koşulları eskisinden çok farklı ve acımasız sonuçlar ortaya çıkarıyordu.

Sanayi Devrimi sonrasında çalışma saatlerinin 16 saate kadar çıktığı dönemler oldu. 1700’lü yılların sonunda çocukların çalışmaya başlama yaşı tekstil fabrikalarında 5, madenlerde 8 olarak belirlenmişti. Çalışmak zorunda olan kadın işçilerin çoğu çocuklarını da fabrikaya getirmek zorunda kaldı ve bu çocuklar çoğu zaman herhangi bir ücret ödenmeksizin çalıştırıldı. Fabrika içinde oyun oynamak isteyen çocuklar kimi zaman dövüldü kimi zaman da ayaklarından zincirle makinelere bağlandı. 1800’lü yılların başında çalışma sürelerinin çok uzun olması, çocuk yaşta çalışma, sağlıksız çalışma koşulları ve salgın hastalıklar nedeniyle işçilerin ortalama ömrü 40 yaşın altındaydı.

1 MAYIS’I HAZIRLAYAN KOŞULLAR

8 saatlik iş gününü elde etme aracı olarak kullanma düşüncesi ilk kez Avustralya’da ortaya çıktı. Avustralyalı işçiler, 1856’da 8 saatlik iş günü talebiyle toplantılar ve gösteriler yaparak, grev yaptılar. Günlük çalışma süresinin 8 saat olmasına yönelik olarak ilk kez Avustralya işçi sınıfı, 1856’da 8 saatlik iş günü talebini de içeren taleplerle genel greve gitti. I. Enternasyonal, 1866 Cenevre Kongresinde bütün ülkelerde 8 saatlik iş günü mücadelesi yürütülmesi çağrısı yaptı. Bu çağrı Avrupa ve ABD’de karşılık buldu.

19. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da olduğu gibi, ABD’de de işçi örgütleri olan sendikaların yasal olarak tanınması, uzun çalışma sürelerinin kısaltılması, 14 yaşından küçüklerin çalıştırılmasının yasaklanması türünden talepler şiddetle bastırılıyordu. Grevler polis, hatta asker gücüyle dağıtılıyor, işçiler birçok olayda polis tarafından kitlesel olarak katlediliyor, o zaman ‘yasa dışı örgüt’ olarak kabul edilen sendikalara üye olan işçiler kara listeye alınıyordu. Almanya’da hakları için greve çıkan binlerce işçinin kulakları kesilirken, ABD’de devletin yasalarına karşı çıkarak greve giden işçiler en ağır şekilde cezalandırılıyordu.

İşçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları, 1873-1878 arasında yaşanan ‘Büyük Ekonomik Bunalım’ sırasında ciddi anlamda kötüleşti. Bu dönemde milyonlarca kişi işsiz kaldı. Yaşanan krizi aşmak için bazı eyaletlerde işçi ücretlerinin düşürülmesi kararı alındı. Bu karara karşı ABD’li işçiler tarafından yaygın ve kitlesel protestolar, eylem ve grevler örgütlendi. Artan işsizlik ve işçi ücretlerinin sürekli düşmesi, işçilerin patronlar karşısında birleşmesini, kendi mücadele örgütlerini kurmasını kolaylaştırdı ve ABD işçi sınıfı hareketinin gelişmesini sağladı.

HAYMARKET KOMPLOSU

Amerikan işçi sınıfı, 1884’den 1886’nın mayıs ayına kadar yapılan bütün toplantı, kitlesel eylem ve yürüyüşlerde ‘8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse!’ sloganı etrafında hareket etti ve 1 Mayıs 1886’da ülke çapında 400 bine yakın işçi greve gitti. Grev o kadar etkili oldu ki, bazı eyaletlerde 8 saat iş günü hakkı kazanıldı. Dönemin sermaye güçleri, ilk büyük yenilgisini alırken, intikam almak için hazırlıklarını yapmaya başlamışlardı.

8 saat iş günü mücadelesi ABD’nin en büyük sanayi kentlerinden biri olan Chicago’da işçilerin mücadeleci geleneği, onları ABD işçi hareketinin öncüsü haline getirmişti. Chicago’da işçi hareketinin mücadeleci kimliğine karşın, Chicago polisi de işçi eylemlerine karşı acımasız ve saldırgan tavrı ile biliniyordu. Polislerin dışında, Chicago’nun büyük patronları tarafından özel silahlı milisler yetiştiriliyor, grevleri etkisiz hale getirmek için grev kırıcıları kullanılıyordu.

1 Mayıs 1886’da 8 saat iş günü talebiyle 400 bine yakın işçi greve çıktı. Grev ve gösteriler, 1 Mayıs sonrasında da devam etti. 3 Mayıs’ta McCormick’e ait fabrikadan atılan ve grevde olan işçiler de miting yaparak, grev kırıcılarını protesto etmeye başladı ve fabrikaya doğru yürüyüşe geçti. Grevci işçilere ateş eden polis 4 işçinin ölmesine neden oldu. Bu saldırıyı protesto etmek için 4 Mayıs’ta Haymarket Alanı’nda miting düzenlendi. Miting dağılırken, kürsünün önüne, nereden geldiği belli olmayan bir bomba atıldı. Hemen polisin önünde patlayan bomba nedeniyle 7 polis öldü. Yüzlerce işçi asılsız ithamlarla tutuklandı. Tutuklanan işçi önderlerinden Albert R. Parsons, August Spies, Adolph Fischer, George Engel 11 Kasım 1887’de idam edildi.

Haymarket komplosu, Avrupa ve Amerika’da kitlesel iş kolu sendikacılığının hızla yaygınlaştığı 1880’li yıllar boyunca yükselen, 1886’da ise doruğuna ulaşan işçi hareketinin durdurulmasına ve işçi örgütlerinin zayıflatılmasına yönelik bir hamleydi. Nitekim dönemin sermaye güçleri 1 Mayıs’ta grev yaparak 8 saat hakkını kazanan işçilerin bu hakkını ellerinden almaya başladılar.

1893 yılında Illinois eyaleti valisi, Haymarket dosyası üzerinde yapılan incelemeler sonucunda sanıkların suçunun sabit olmadığını açıkladı. Bu kararla birlikte, açık bir devlet komplosu üzerinden yaşamını yitiren işçi önderlerinin hukuk dışı şekilde öldürüldüğü kabul edildi.

1 MAYIS’IN İLANI VE SONRASI

1 Mayıs tarihi ilk kez, Amerikan Emek Federasyonu (AFL) 1888’de, 8 saatlik iş günü kabul edilinceye kadar her yılın 1 Mayıs’ında grev yapılması kararıyla gündeme geldi. Başta İngiltere, Almanya, Fransa ve Belçika’daki sendikalar olmak üzere, işçi hareketinin güçlü olduğu ülkelerde örgütlü sendikalar bu karara uyacaklarını açıkladılar.

1889’da Paris’te toplanan 2. Enternasyonal, 1 Mayıs’ın İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü olarak her yıl kutlanmasını kararlaştırdı. Sayıları her geçen gün artan işçi sınıfı, 1890’dan itibaren dünyanın dört bir yanında ekonomik, sosyal, demokratik ve siyasi taleplerle 1 Mayıs’ı kutlamak için alanlara çıkarak, patronlara ve onların siyasal temsilcilerine karşı meydan okumayı sürdürdü.

8 saat iş günü hakkı ise ancak 1917 Sosyalist Ekim Devrimi’nden sonra, 1919’da ILO’nun kuruluşunda yasal olarak tanındı. 8 saat iş günü hakkının kazanılmasında Ekim Devrimi’nin doğrudan etkisi vardı. ILO, 8 saatlik iş günü hakkını kağıt üzerinde tanımış olsa da uygulanabilmesi için dünyanın dört bir yanında zorlu sınıf mücadeleleri verilmeye devam edildi.

İşçi sınıfının 1 Mayıs’ın değerlerine sadık kalarak örgütlediği eylemler ilk yıllardan itibaren bütün ülkelerde sermaye sınıfını tedirgin etti. Yasaklamalar, saldırılar ve her türlü provokasyonlara rağmen, en ağır koşullarda bile 1 Mayıslar kutlandı. İşçi sınıfının somut talepleri etrafında sürdürdüğü kararlı mücadelesi sonucunda 1 Mayıs yasal hale geldi ve çok sayıda ülkede işçiler için ücretli izin günü oldu.

İşçi sınıfı mücadelesinin ve 1 Mayıs’ın yarattığı değerleri güçlü kılan, işçi sınıfının kapitalizme, sermayenin sınır tanımaz egemenliğine ve sömürüye karşı birlik olması, sınıf dayanışmasının güçlenmesi ve mücadelenin ilerletilmesinin önemli simgelerinden birisi olmasıydı. Bu nedenle sadece 1 Mayıs’a katılacak işçi ve emekçiler değil, aynı zamanda 1 Mayıs’ın temsil ettiği değerler de sürekli sermaye ve hükümetlerinin öncelikli hedefleri arasında yer aldı.

TÜRKİYE’DE 1 MAYISLAR

Türkiye’de ilk 1 Mayıs 1905 yılında İzmir’de 200’e yakın işçinin katılımıyla kutlandı. İkinci meşrutiyetin ilanından bir yıl sonra 1909 yılında 1 Mayıs Üsküp ve Selanik’te kitlesel olarak kutlandı. Selanik’te Rum, Türk, Yahudi, Bulgar işçiler birlikte yürüyüş düzenlediler. Dört farklı dilde yayımlanan ortak 1 Mayıs bildirisinde, herkese seçme ve seçilme hakkı başta olmak üzere, emeği koruyacak yasaların çıkarılması talep edildi.

İstanbul’da ise ilk 1 Mayıs kutlaması 1912 yılında yapılırken 1913 yılından itibaren 1 Mayıs kutlamaları yasaklandı. 1920 yılındaki 1 Mayıs kutlamaları tarihi açıdan sembolik önem taşıyordu. İşgal altındaki İstanbul’da işgal idaresi ve Osmanlı hükümetinin yoğun baskısına rağmen Haliç’ten Beyoğlu’ya kadar yürüyen işçiler ‘Bağımsız Türkiye’ pankartı taşıdılar. 1921 yılında tersane işçileri, işgal altındaki İstanbul’da 1 Mayıs’ı kutladı. Hüseyin Hilmi Bey (İştirakçi Hilmi) öncülüğünde Osmanlı Sosyalist Fırkası 1 Mayıs’a kızıl bayraklarla katıldı. 1922 yılında 1 Mayıs İmalat-ı Harbiye işçileri tarafından kutlandı.

1923 yılında askeri fabrika işçileri, fırıncılar, İstanbul tramvay, telefon, gaz tünel işçileri 1 Mayıs’ı kutladılar. ‘Yabancı şirkete el konsun’, ‘8 saat iş günü’, ‘Hafta tatil günü’, ‘Özgür sendika ve grev hakkı’ pankartları taşındı. 1925 yılında Takrir-i Sükûn Kanunu’yla her türlü gösteri ve yürüyüş yasaklandı. Amele Teali Cemiyetinin (İşçi Yardımlaşma Derneği) 1 Mayıs’ın İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kutlanması için kampanya başlatması üzerinde dönemin hükümeti 1935 yılında 1 Mayıs’ı ‘Bahar ve Çiçek Bayramı’ olarak ilan etti.

Türkiye’de 1 Mayıslar 1975 yılına kadar gizli olarak kutlandı. 1 Mayıs İstanbul’da izinli olarak ilk kez 1975 yılında Türk-İş tarafından bir gazinoda kutlandı. 1976 yılında DİSK’in öncülüğünde Taksim Meydanı’nda 400 bin işçinin katılımıyla o zamana kadarki dönemde yaşanan en görkemli kutlama yapıldı. Buna karşılık hemen bir yıl sonraki 1977 1 Mayıs’ı tarihe ‘Kanlı 1 Mayıs’ olarak geçti. Kalabalığın üzerine çevredeki binalardan ateş açılması sonucu en az 34 kişi öldü, 200’den fazla kişi yaralandı. 1980 darbesi sonrasında 1 Mayıs kutlamaları süresiz yasaklandı.

1980’li yılların sonundan itibaren 1 Mayıslar İstanbul başta olmak üzere, pek çok bölgede yoğun baskılar altında fiili olarak kutlandı. 1989’da ve 1996’daki 1 Mayıs kutlamalarında polis ateşiyle hayatını kaybedenler oldu. 22 Nisan 2009’da TBMM’de 1 Mayıs ‘Emek ve Dayanışma Günü’ olarak kabul edildi ve 32 yıl sonra Taksim’de ilk izinli 1 Mayıs 2010 yılında kutlandı. 2011 ve 2012’de İstanbul 1 Mayıs’ının Taksim’de kutlanmasına izin verilirken 2013’ten sonra Taksim Meydanı 1 Mayıs kutlamalarına kapatıldı. Sonraki yıllarda kimi zaman 1 Mayıs kutlamalarında alan tartışmaları, kimi zaman da sendikal bürokrasinin işçisiz 1 Mayıs girişimleri gündem oldu. Ancak özellikle sık sık ekonomik ve siyasi krizlerin yaşandığı son on yılda 1 Mayıs’ın ülke çapında ve yaygın olarak kutlanması için büyük çaba harcandı.

1 Mayıslar dünyada ve Türkiye’de tarihine, anlamına ve özüne uygun olarak kutlandığında, işçi ve emekçiler arasındaki birlik, dayanışma ve mücadele isteği somut olarak alanlara yansıtıldığında, sermayeye ve onun sözcülüğünü yapan iktidara en anlamlı ve en güçlü yanıtlar verilebildi.

1 MAYIS 2024’ÜN ÖNEMİ

Türkiye’nin mevcut ekonomik ve toplumsal yapısı, nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçileri ve yoksulları korumak bir yana, sürekli olarak yeni yoksullar üreten yapısıyla dikkat çekiyor. Türkiye’de yoksullaşma riskiyle karşı karşıya olan geniş halk kesimleri, büyük ölçüde ücret gelirine bağımlı olduklarından, iktidar eliyle içine itildikleri ekonomik çöküşün olumsuz sonuçlarını her geçen yıl daha fazla hissediyorlar.

Hükümet, son yıllarda asgari ücrete resmi enflasyonun üzerinde zam yapmakla övünse de bu durum dört kişilik bir ailenin açlık ve yoksulluk sınırının asgari ücrette yaşanan artıştan daha fazla arttığı gerçeğini değiştirmiyor. Özellikle tek adam rejimine geçilmesinden bu yana ülke ekonomisinin içine girdiği kriz ve yoksulluk girdabı nedeniyle ülke nüfusunun yüzde 80’den fazlası açlık ve yoksulluk sorunuyla karşı karşıya.

Enflasyonun kontrolden çıktığı ve hayat pahalılığının giderek arttığı günümüz koşullarında sürekli tekrarlanan ‘İşçimizi enflasyona ezdirmeyeceğiz’ sözünün hiçbir anlamı kalmadı. Son yıllarda ücret ve maaş zamları gerçek enflasyonun altında yapıldı. Asgari ücretin ortalama ücret haline gelmesi ve emeklilerin sefalet ücretine mahkum edilmesi ülke tarihinin en büyük yoksulluk dalgasının oluşmasına neden oldu. Artan vergi yükü, düşük ücret politikaları, ağır çalışma koşulları ve artan iş cinayetlerinin yanı sıra yüksek enflasyon ve hayat pahalılığının önümüzdeki aylarda emekçilerin satın alma gücünü çok daha gerilere götürmesi kaçınılmaz görünüyor.

Yıllardır kapitalist bölüşüm ilişkileri içinde emekçilerin payına düşeni sürekli azaltan, yoksuldan alıp zengine aktaran, ülke kaynaklarını sermayeye kaynak olarak aktaran, adım adım esnek ve angarya çalışmayı yaygınlaştıran, taşeron ve güvencesiz çalışmayı dayatan sistemin sömürü çarkı acımasızca işlemeye devam ediyor. İnsanca yaşam ve çalışma koşulları talep eden, yaşadıkları ağır sömürü koşullarının sona ermesi için mücadele eden emekçiler açısından 1 Mayıs 2024 ayrı bir önem taşıyor.

Bu yıl 1 Mayıs’ın nasıl bir içerikte ve hangi taleplerle kutlanacağı konusunda en büyük sorumluluk, sınıf kaygısı duyan mücadeleci işçilere ve sendikalara, sınıftan yana tutum alan emek ve meslek örgütlerine düşüyor. Başta kıdem tazminatı olmak üzere en temel hakları elinden alınmak istenen, temel ekonomik talepleri görmezden gelinen, sendikalı olduğu için işten atılan, insanca çalışmak ve yaşamak isteyen tüm işçi ve emekçiler için bu yıl 1 Mayıs kutlamalarının nicelik ve nitelik olarak güçlü geçmesinin ayrı bir önemi var.

2024 1 Mayıs’ında üzerinde hareket edilmesi gereken zemin, ağır ekonomik sorunların geniş emekçi kitlelerde yarattığı öfke birikiminin akacağı kanalların açılmasını sağlayacak kitlesellikte ve yaygınlıkta 1 Mayıs kutlamalarının yapılmasıdır. Farklı milliyetlerden işçi ve emekçileri, kent ve kır yoksullarını 1 Mayıs’a taşımak, kendi gerçek bayrakları altında birleşerek mücadele etmelerinin önünü açmak, 1 Mayıs’ın tarihsel olduğu kadar güncel özüne yönelik önemli bir adım olacaktır.

Türkiye’nin, tek adam rejiminin ekonomi politikaları sonucunda oluşan yoksulluk ve yüksek enflasyon girdabından çıkabilmesi için mücadeleyi sadece ekonomik talepler üzerinden yürütmenin yeterli olmadığı ortadadır. Gerçek anlamda milyonların boğazını sıkmaktan başka bir anlam taşımayan yeni kemer sıkma politikalarına karşı 1 Mayıs alanlarında verilebilecek en güçlü yanıt verilmelidir. Bu temel amaç dışındaki her türlü sınıf dışı tutum ve davranış kesin olarak reddedilmelidir.

1 Mayıs’ın ülkenin her yerinde yaygın ve kitlesel olarak kutlanması, 1 Mayıs sonrasında yaşanması beklenen yeni saldırılara karşı yürütülecek mücadelenin büyümesi ve güçlenmesi açısından da ayrı bir önem taşımaktadır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa