IMF, OVP, gezici aşevleri ve emekçinin ayak sesleri
Fotoğraf: AA
“Ve bunun yanında yine sürekli söylüyorum, IMF meselesi; IMF’e olan borcumuz biz göreve geldiğimizde 23.5 milyar dolardı ve biz bunu 2013 mayısında sıfırladık. Türkiye’nin şu anda IMF’e borcu yok. Ama birileri de avucunu ovuşturuyor, ana muhalefet partisi; IMF’e gidecekmişiz, IMF’den bir şeyler isteyecekmişiz. Ya boşuna avucunuzu ovuşturmayın, biz o kapıları kapadık. IMF bizden 5 milyar dolar borç istedi. O zaman ekonomiye bakan zat şu anda, bakan geldi bana; sayın başbakanım verelim mi bu borcu dedi? Verin dedik. Bugün borç alan yarın talimat alır dedim.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu sözleri, çok değil, dört yıl önce 10 Ağustos 2020 günü, Cumhurbaşkanlığı kabine toplantısının ardından yaptığı açıklamada söylemişti.
Daha sonra, Türkiye’nin IMF’ye 5 milyar dolarlık borç taahhüdünde bulunduğu ancak bu miktarın Fon tarafından kullanılmadığının haber olduğunu hatırlatalım.
Erdoğan, muhalefet partilerini “yerli ve millilik” söylemiyle hırpalayarak kitle tabanını geliştirmeye çalıştığı dönemlerde bu ve benzeri açıklamaları sayısız kez kullandı. Ancak Erdoğan’ın uyguladığı ekonomi politikalarının yol açtığı sonuçlar, zaman içinde bu söylemleri mümkün kılacak zemini de ortadan kaldırdı.
Birçok iktisatçı, iktidarın uyguladığı politikaların IMF’ye gitmeyi zorunlu kılacağını belirtmişti. Örneğin Prof. Dr. Korkut Boratav, bunu son altı yıldır, verdiği çeşitli söyleşilerde ve yazılarında döne döne vurguladı. Onlardan sadece bir örnek. Boratav, meslektaşımız İrfan Aktan’a verdiği ve Gazete Duvar’da 25 Mayıs 2018’de yayımlanan söyleşide, “İktidara kim gelirse gelsin IMF’ye gitmek zorunda” demiş ve şu vurguyu yapmıştı: “Ya IMF programına tabi olacak veya Arjantin gibi radikal yola başvurulacak. Fakat ikinci seçenek AKP açısından imkansız. AKP’nin kendisi sermaye sınıfının bir parçası olduğu için ne kendisini ne de sermaye sınıfını zincire vurabilir.”
Şimdi Erdoğan’ın Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, kemer sıkma politikalarına bağlı kalacaklarına dair IMF’yi ikna çabaları ile gündemde. Dört yılda, IMF’ye dair, “Sayın başbakanım verelim mi bu borcu dedi? Verin dedik. Bugün borç alan yarın talimat alır dedim” söyleminden, IMF’ye “arz eden” bir iktidar gerçekliğine geldik.
Bu gerçeğin diğer yüzünde de, ramazan bitmiş olmasına rağmen büyük kent meydanlarında, iftar kuyruğunu andıran gezici aşevleri önündeki kuyruklara geldik. Son bir haftada iki kez geçtiğimiz İstanbul’un Şirinevler meydanında, belediyeye bağlı üzerinde “Gezici Aşevi” yazan araçlarla parasız öğlen yemeği dağıtıldığına ve insanların önünde uzun kuyruklar oluşturduğu görüntülere tanıklık ediyoruz. Eskiden ‘aşevi’ gerçekliği, kamusal binalarda daha gözlerden ırak halde yaşanırken, artık yoksulluğun derinleşmesi karşısında bu noktaya gelindi. Orta vadeli programın (OVP), kent meydanlarındaki karşılığı bu oluyor. Kuyruğa girmeyen birçok kişinin de “Ramazan da bitti, şimdi birisi beni bu kuyrukta görse ayıp olur” diye endişelenerek geri durduğunu tahmin etmek zor değil. Ama diğer yandan, kuyruğun boyutuna bakınca da, azımsanmayacak kişinin artık yoksulluğun geldiği hal karşısında, utanma duygusunu eskisi kadar umursamaz hale geldiği de yadsınamaz.
Tüm bu tablonun diğer bir tarafında da, İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde 7 Mart’tan bu yana grevde olan Lezita fabrikası işçilerinin üzerine jandarma salınması ve onların gözaltına alınarak sindirilmeye çalışılması duruyor. Adıyaman Besni'de iki aydır ücretlerini alamadığı için direniş başlatan Mega Polietilen işçileri duruyor. EMEP heyetinin işçileri ziyareti sırasında konuşan Emek Partisi (EMEP) Gaziantep Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Sevda Karaca’nın ifade ettiği gibi, "Adını koyalım, yaşadığımız şeyin adı devlet destekli bir patron terörü."
Tam bu noktada soralım. Son yerel seçimin ardından, “CHP’nin başarısı” saptaması etrafında yazılan onlarca yazının kaçında, inişli çıkışlı bir karakterde de olsa, işçi ve emekçilerin direnişlerinin bu sonuca etki eden bir faktör olarak anılmasına tanıklık ettik?
Edemeyiz. İşçi ve emekçiler, direnişlerini birleşik bir harekete doğru taşıyarak, sermayenin saldırılarını püskürtecek bir güç haline gelene kadar da, sadece emeğin dünyasının yazarları ve onların basını içinde yer bulacaklar. Sınıflı dünyanın gerçekliği bu ve sadece bize özgü de değil.
1 Mayıs’a bir yandan derinleşen yoksulluk, diğer yandan iktidar temsilcilerinin şatafatlı hayatlarının sosyal medya üzerinden arsız bir şehvetle boca edildiği bir tablo içinde giriyoruz. Ülkenin işçi ve emekçilerinin, ‘Kemer sıkmayacağız’ kararlılığının düzeyi, önümüzdeki dönemde kendilerine nasıl bir yol açabilecekleri açısından da önemli olacak.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00