Savaş: Öznel niyet ve nesnel çelişki
Fotoğraf: Fatih Aktaş/AA
Geçen hafta tüm dünya nefesini tutup İsrail ve İran arasındaki silahlı çatışmayı izledi. Her iki devletin de nükleer kapasiteye sahip olması çıkabilecek muhtemel bir bölgesel savaşın küresel bir savaşa evrilme olasılığını arttırıyor. Bu olasılığın önünü almak için başta ABD ve AB ülkeleri hızlı bir mekik diplomasisine başvurdu ve her türlü iletişim kanalını devreye soktular. Böylece göstermelik füze ve SİHA saldırılarıyla tehlikeli bir eşiğin kenarından dönüldü. Diplomasinin işlemesi çatışmanın tırmanmasını engelledi, lakin yüreklere su serptiği söylenemez.
Halk arasında pek sevilmeyen Habsburg Arşidükü Franz Ferdinand’ın Saraybosna’daki suikastının nasıl olup da milyonlarca kişinin ölümüyle ve Avrupa’daki emperyal monarşilerin çöküşüyle sonuçlanan bir dünya savaşına yol açtığı hâlâ diplomasi tarihinde en çok işlenen konulardan biridir. Avusturyalı Edebiyatçı Stefan Zweig Dünün Dünyası adlı hatıratında Ferdinand’ın suikast haberinin duyulduğu günü anlatır: Viyana’nın bir sayfiyesinde haber önce şaşkınlıkla karşılanır, ancak kısa sürede herkes yeniden güneşli haziran gününe geri döner. Zweig ustalıkla gelmekte olan dünya savaşının, o gün haberi alan kimsenin aklının ucundan bile geçmediğini anlatır. Aynı kalabalıklar -uzun zamandır bir savaş görmemiş olmanın hafifliğiyle ve Noel’de eve dönme hayaliyle- güle oynaya sürüler halinde trenlere binip cepheye giderler. Birçoğu için geri dönüş olmayacak, dönenler de uğruna savaştıkları imparatorlukların yok oluşuna tanık olacaktır. Dahası savaşın sonuçları yirmi yıl sonra daha büyük, daha kıyıcı bir savaşa yol açacaktır.
Saraybosna’daki bir suikastın nasıl Avusturya ve Sırbistan arasında bir çatışmaya, Balkanlardaki bölgesel bir çatışmanın nasıl dünya savaşına dönüştüğünü ancak savaşa dahil olan tüm aktörlerin niyet ve saiklerinin ötesinde, siyasi ittifakların toplamında sivrileşen çelişkilerle açıklamak mümkün. Nitekim uluslararası sistemde çok-kutupluluk üzerine araştırmalar üçten fazla kutbun oluştuğu sistemlerde ittifakların nasıl kırılganlaştığı ve buna cevap olarak büyük müttefiklerin küçük müttefiklere giderek (Gerek savunma garantileri gerek silah ve eğitim yardımı gerekse ekonomik yardım şeklinde) daha fazla kredi açtığını vurgular. Benzer bir dinamiği ABD’nin Ortadoğu’daki bölgesel müttefiklerinde görmek mümkün: Türkiye, Suudi Arabistan ve İsrail. Bilhassa Arap isyanlarından bu yana her üç devletin karar vericileri de ABD’yle ittifakı test ediyor ve bölgesel politikada nüfuz için rekabet ederken ABD’nin kaynaklarını kullanıyor. ABD ise zaman zaman sembolik sert jestlerle cevap verse de sonuçta bölgesel müttefiklerinin amaçlarına doğrudan karşı çıkmıyor. ABD’nin Suriye’de SDG ve Ankara’yla yürüttüğü paralel diplomasi bu ilişkinin en bariz örneklerinden.
Bölgesel bir savaşa dönüşmeden, yerel müttefikler arasındaki çatışmaların varlığı ABD liderliği için bir sorun değil, aksine bir imkan. Nitekim AB misali belirli bir uyum ve iş birliği için kurulacak bir bölgesel düzen her şeyden önce ABD’nin bölgesel hegemonyasına bir tehdit oluşturur, bölge devletlerinin birbirileriyle rekabette bölge-dışı bir hakeme duydukları ihtiyaç ABD liderliği açısından vazgeçilmezdir. Öznel niyet ve saik ötesi çelişkinin billurlaştığı momenttir bu: Bölgesel müttefiklerin büyük müttefikin eş güdümüyle uyumlu bir iş birliği halinde çalışması bizatihi büyük müttefike olan ihtiyacı ortadan kaldırır. Bölge ülkeleri uyum içinde olsa bölge dışı bir ülkenin savunma kalkanına ya da saldırı araçlarına neden ihtiyaç duysunlar? Yıllardır kapsamlı bir küresel ve bölgesel stratejileri olmadığı için Washington hükümetlerini usanmadan eleştirenlerin gözden kaçırdığı nokta tam da bu. Bilimsel yöntemden yoksun bu tip yaklaşımlar toplumsal çelişkilerin siyasal hayatın temeli olduğunu (İdeolojik olarak tanımlanan) iyi niyet ya da ortak çıkar adına reddediyor.
Çıkar çatışmasının, sosyal çelişki ve siyasal uzlaşmazlığın varlığını kabul etmek, bunu incelemek insanlığın ortak çıkarlarının, insanlar arasında iş birliğinin reddi anlamına mı geliyor? Reelpolitik meftunları için evet. Bence hayır. İklim krizi ve nükleer silahlanma gibi sorunlar karşısında tür olarak topyekün yok oluş eşiğine yaklaşan insanlığın iş birliği ve ortaklaşma için her zamankinden daha çok birliğe ve uyuma ihtiyacı var. Küresel bir ortaklaşmayı gerçekleştirebilecek teknik araçlar da gelişmiş durumda. Ancak ortaklaşma olmadan bu teknik araçlar insanlığın hayatta kalma şansını giderek azaltıyor. Füzelerle beraber stratosferde gezinen barış alegorilerinin bu derde deva olması mümkün değil. ABD’nin sağladığı bombalar ve insani yardımın Gazze’ye eş zamanlı inişini belgeleyen o korkunç fotoğraf çoğu haber editörünün gözünden kaçmadı. Aynı bölgeye aynı anda düşen bomba ve yemek nasıl bir politikanın ürünü olabilir? Amaç ne?
Çelişki siyaseti var eden bir toplumsal olgu. Ne var ki çelişkinin görünür hale gelmesi, bizatihi toplum tarafından bir çelişki olarak algılanması toplumsal ontolojiyi de dönüştüren, yani siyasi aktör üreten bir süreç. Sanırım tam da böyle bir sürecin içindeyiz. Bu çelişkiyi algılayacak, yorumlayacak ve anlatacak başlıca toplumsal grup namzeti olan genç üniversite öğrencileri harekete geçti gibi görünüyor. Öğrenci hareketinin kapasitesini belirleyecek olan şey şu anda Filistin savunusu mahiyetinde olan protestoları bir barış hareketine dönüştürüp dönüştüremeyecekleri, yani daha geniş toplumsal kesimlere ulaşıp ulaşamayacakları. Öğrenci protestolarında Irak Savaşı sonrasındaki kitlesel barış protestolarından Wall Street’i işgal et ve George Floyd protestolarına uzanan büyük bir tecrübe birikimini gözlemlemek mümkün. 1968 eylemlerinin fotoğrafları sosyal medyada dolaşır hale geldi. Eğip bükmeye gerek yok: Kampüslerdeki protestoların saldığı korkunun nedeni Gazze ve İsrail’de ne olduğu ve ne olacağı değil. Korkunun nedeni, çoktan unutulduğu umulan ancak bir türlü kabuslardan çıkmayan hayaletler.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22