Amerikan akademisinde zor ve rıza
George Washington Üniversitesinde eylem | Fotoğraf: Celal Güneş/AA
Filistin’de yüze yakın akademisyen katledilmişken, üniversiteler bombalanıyor ve hayatta kalan öğrenci ve hocalar sistematik olarak işkenceye tabi tutuluyorken, Amerikan akademisinin hali hakkında yazmak tuhaf geliyor insana. Yine de gerekli bu, zira katliamın arkasındaki ana güç ABD. Kırımı sadece sağladığı silahlarla ve diplomatik destekle değil, bizzat üniversitelerde üretilen araştırmalarla destekliyor.
Amerikan sağı, üniversiteleri baş düşman olarak görmekte. Bu yüzden de hem ülke hem dünya kamuoyunda, yüksek eğitimin solda olduğuna dair bir yanılsama var. Oysa özellikle de önde gelen üniversiteler, liberal kapitalizmin hegemonyasının örgütlendiği mekanlar. Grasmci’nin tabiriyle hegemonya, (değişen dozlarda) “zor + rıza” olduğuna göre, üniversitelerin zora katkısını da hiçbir zaman es geçmemek gerek.
Liberal üniversiteler, zorla olan ilişkilerini genelde saklarlar. Kapitalist rızanın inşası ise, tarihsel ve toplumsal “anlam”ı gözden uzak tutulsa bile, daha açıktan yapılır.
1960’larda üniversiteler, (Ölümcül eksik ve hataları olan) devrimci hareketlerin hedefindeydi. Akademi bu sorunu kimlikçiliği devreye sokarak halletti. 1980’lerden itibaren antikapitalist ve antiemperyalist hareketler üniversitelerin dışında tutuldu ama, bu hareketlerden arta kalan kadro ve söylemler akademik kimliğin temel taşları haline geldi. Siyah, kadın, ve çevre taraftarı bir kurumsallaşma yaşandı. Bir yandan bu üniversitelerin bulunduğu kentlerde dahi siyahların çoğu yoksulluğa ve zindanlara mahkum edilirken, diğer yandan içlerinden bir kısmı liberal kurumların en tepelerine kadar tırmanmayı başardı. Hatta kurumlar doğrudan destekledi bunu. Kapitalizm ve emperyalizmle barışık olduğu sürece, azınlıkların ve kadınların üniversitenin tartışılmaz mensupları haline gelmesi için, özel programlar, fonlar oluşturuldu.
Bu da aslında gayet antikapitalist ve “kimlikçi” olmayan siyasetlerin massedilmiş halidir. Çünkü üniversiteleri bu adımları atmaya zorlayan siyah ve feminist hareketlerin ciddi bir kısmı, elitin genişletilmiş ve renklilendirilmiş halini değil, ilgasını talep ediyorlardı ilk başlarda.
Bugün ise bu liberal yaldızlar dökülüyor. Akademik pratiklerin gerçek anlamı su yüzüne çıkıyor. Birçok kampüste öğrenciler, üniversitelerinin savaşa nasıl katkı yaptığını ifşa ediyor.
Siyah kadınların yönetiminde yer alabildiği elit üniversiteler, antiemperyalist öğrencileri-ırkına, cinsiyetine bakmazsızın- sahanın dışına atıyor. Kimlikçilik buraya kadarmış. En nezih, görünüşte en demokratik kampüslerde, zor yine devrede.
Amerikan solunda şu an konuşulan mesele, Vietnam gibi bir dönüm noktasında olup olmadığmıız. Sivil Haklar ve İkinci Dalga feminizm gibi bir dizi hareketle zaten sarsılmakta olan Amerikan kapitalizmi, Vietnam savaşından dolayı daha toparlanamaz bir krize girmişti. Tabii o zamanlar seferberlik vardı ve savaş karşıtı hareket asıl olarak bu yüzden bir kitle ayaklanmasına dönüşmüştü. Şu anda aynı itkinin olduğunu söylemek zor. Yine de, emek hareketinin ilk defa Filistin konusunda ciddi tavır alması ve kampüslerin bu kadar hareketli olması umut veriyor.
1960’larda yukarıda adı geçen toplumsal hareketlerin bir emek ayağı olmaması çok büyük sorundu. Bugünkü savaş karşıtı harekette o ayak daha dikkatli kurulmaya çalışılıyor. Eğer geniş emekçi kesimlere Filistin ve emperyalizm meselelerinin neden onların hayatlarıyla doğrudan bağlantılı olduğu iyi anlatılmazsa, şu andaki hareketliliğin yararından çok zararı olabilir. 1960’lardaki sorun tam da buydu. Sola çok hızlı bir şekilde kayan gençlerin, bir hegemonya perspektifi yoktu. Toplumsal hareketler genel nüfusu sola çekeceğine, Demokratların kurduğu işçi-profesyonel ittifakını dağıttı. Demokratlar, elitlerin ve azınlıkların partisi olarak yeniden tanımladı kendini. Emekçiler de kendilerini ırk üzerinden yeniden tanımlayarak, siyasi tercihlerini ona göre belirlemeye başladılar.
Şu andaki savaş karşıtı mobilizasyon, sınıfsal açıdan daha dikkatli olsa dahi, hegemonik bir ufkunun olduğu söylenemez. Elbette sağ, kampüslerdeki hareketliliği “dirlik, düzen” naraları atarak kendi lehine kullanmaya çalışacak. Liberaller de artık hiçbir tutar yanı kalmamış olan ittifaklarını yeniden üretmeye çalışacak. Üretemediği zaman ise, öğrenci protestolarını suçlayacak. Amerikan solunun, tüm bunların yaratacağı dağınıklığı toparlayacak gücü var mı?
Elbette Filistin’deki katliamı durdurmak öncelikli görev. Ancak solun, liberalizme vurulan bu darbeden sonra yeni bir halk cephesini nasıl oluşturacağını da tartışması gerekiyor.
- Filistin, iklim değişikliği ve seçim olmayan seçim 26 Ekim 2024 04:45
- Amerikan aşırı sağı ne kadar örgütlü, ne kadar tehlikeli? 12 Ekim 2024 04:16
- "Kamyoncular", işçi sınıfı ve Amerikan seçimleri 28 Eylül 2024 05:10
- Türk-İslam tahakkümünün ve Netanyahu terörünün ortak kökenleri 14 Eylül 2024 04:51
- Dünyanın sonu mu geliyor? 31 Ağustos 2024 04:10
- Kamala Harris neyi değiştirecek? 17 Ağustos 2024 05:06
- Doğu Avrupa’da aşırı sağın durumu 03 Ağustos 2024 05:34
- Amerika, daha da sağa 20 Temmuz 2024 04:51
- Irkçılık, sembollerin dili ve masumiyet 06 Temmuz 2024 04:34
- Hindu sağı: Bir adım geri 22 Haziran 2024 04:20
- Amerikan öğrenci hareketi dönüm noktasında 08 Haziran 2024 04:59
- Aranjuez ve Deniz 25 Mayıs 2024 04:45