27 Nisan 2024 04:47

104 yıl ara ile 23 Nisanlar

Elinde ekmek taşıyan çocuk

Fotoğraf: DHA

Paylaş

104 yıl önce, 23 Nisan 1920 tarihinde ulusal egemenlik ilan edildiğinde, insanlarımız kula kulluk anlayışından özgür insan anlayışına geçmiş oldu. Evet, halkımız kulluk ezikliğinden kurtulmuş, fakat iki açıdan henüz özgürleşememişti. Dinsel özgürleşme için 17 yıl gibi bir sürenin beklenmesi gerekiyordu. 5 Şubat 1937 tarihinde laiklik ilkesinin anayasaya girmesiyle, insanımız dinsel baskıdan kurtuluyordu. Fakat bir mesele daha vardı ki, o da ekonomik özgürlük ya da ekonomik demokrasi ilkesinin anayasa hükmü olmamasıdır. Bunun anlamı şudur ki, yeni cumhuriyet kapitalist devlet temeli üzerine inşa edilmiş oluyordu. Bu durum, 1920 ve 1937 harekatlarını değersizleştiremezdi, çünkü toplumsal dönüşümler için gerekli halk tabanı ve ekonomik aşama ideal duruma değil, ancak fiili oluşuma elveriyordu. Henüz sanayileşme hamlelerine geçememiş olan ekonomide, halk proleter niteliği kazanmamış, toplumda kapitalist tür sömürü oluşamamış, halkın büyük bölümü tarımla geçimini sağlayan, fakat henüz örgütlü çiftçi dahi olamamış idi. Osmanlı’nın son dönemlerinde bazı ufak kıpırdanmalar görülmüş olsa dahi, sosyoekonomik yapı hiçbir biçimiyle olgunlaşma aşaması görüntüsü sergilemiyordu.

Bu miras üzerine ekonomik devrim değil, ancak sosyoekonomik kalkınma hamleleri kurgulanabilirdi. İşte köy enstitüleri, devletçilik uygulaması, kamu iktisadi teşekküllerinin (KİT) kurulması, sanayi planları gibi zamanla yarışırcasına her türlü insanüstü gayretle toplumun kalkındırılması çabasına girişilmesi takdire şayan olduğu gibi, bu çabaları büyük gayretlerle uygulayan zamanın devlet adamları da doğal olarak şükranla yad edilir. Ancak ulusal hakimiyet ve siyasi demokrasi anlayışı ile halkın gerçek ekonomik demokrasi sistemine kavuşması olgularını birbiri ile karıştırmamak gerekir.  Ulusal hâkimiyet, ulusun tümünü toplumsal karara dahil etmeden, parlamento yoluyla üstten yönetimle kurgulandığında, yapının burjuva hakimiyetine dönmesi kaçınılmaz kaderdir. Siyasi partiler ve partiler üzerinde kurgulanan parlamenter sistem, kapitalizmin zaman içinde gelişmesi ve gelir dağılımının bozulmasıyla halktan uzaklaşır ve sermayenin siyasi ajanı olmaya yönelir. Ne var ki, Sovyetlerin fevkalade güçlü olduğu 1920’lerde yıkılan bir imparatorluktan oluşturulan cumhuriyetin burjuvaziye dayalı bir kapitalist devlet olarak oluş(turul)ması, Osmanlı’dan devralınan sosyoekonomik doku bağlamında tarihsel yürüyüşe uygun olduğu kadar,  aynı zamanda da 1923 İktisat Kongresi kararları ışığında, kapitalist aleminin de vazgeçemeyeceği politik anlayışla uyumlu idi.

104 yıl sonrasında günümüzün 23 Nisan manzarasına baktığımızda, ‘parantezci’lerle ‘yetmez, ama evet’ aydın bozmalarını birbiriyle çarpsak dahi insan onuruna yaraşır bir sonuç elde edemeyeceğimiz ortadadır. Ancak, bu iki aymaz takıma, AKP’ye verdikleri rota ile hem cumhuriyetin kuruluş esasının kaviliğini, hem de cumhuriyetle Türkiye’nin yönünün doğruluğunu, rastlantısal da olsa, göstermiş olmaları nedeniyle minnet borcumuzu inkar edemeyiz. Kendini aydın sanan aymazlar AKP’nin kurnazca kurguladığı anlık telkin sözleri ile Türkiye’yi Batılı demokratik raya oturtacağına safça inandılar. Bu bir saflık idi, zira ne kapitalizmim küresel seyrini, ne de bu seyirde Türkiye’ye yüklenen örtülü rolü algılayabildiler. Aynı şekilde parantezciler de ne aşk ile bağlandıkları partilerinin emperyalist misyonla yüklendiği rolü, ne de Ortadoğu’nun şekillendirilmesinde politik araç olarak kullanılan dinciliğin partiyi ve ülkeyi nerelere taşıyabileceğini algılayabildi!  İki yanlış bir doğru etmeyeceği gibi, tam tersi, yanlışları büyüttü ve ülkeyi de partiyi de bu aşamalara taşıdı.  

Bugünün basiretli gerçek aydınları, geçmişte yapılmış bu iki ciddi hatayı artık anlar oldular. Geçmiş analizlere ve bu analizler bağlamında varılan sonuçlara baktığımızda, iki konuda ciddi teknik hatanın yapıldığını görürüz. Bunlardan birincisi, politik alanda Türkiye’ye, sanki küresel kapitalizm içinde değilmiş gibi bağımsız bakıp, analizlerin salt ülke içi siyasi ağırlıklı ya da kısmen iç ekonomik kararlar ve/veya politik davranışlarla yapılması ve böylece karara varılması ciddi bir düşünce ve algılama hatasıdır. Küresel kapitalizmin ekonomi ve politik alandaki manevraları ve iç ekonomi üzerindeki yönlendirici ve sarsıcı etkileri analize dahil edilmeden salt ülke kararları ile bir yere varılamaz. Zira tarih, politikacıların kararları ile değil, ancak nesnel koşullar üzerinde yükselen öznel durumlarla analiz edilebilir. İkincisi ise, analiz yöntemi ile ilgili olarak, gerek siyaset, gerek ekonomi ve toplumsal yaşam alanlarında ana organik oluşumun atlanıp, söz konusu oluşumu perdeleyerek farklı görüntülerle farklı alanlara taşıyan aktarım mekanizmaları ile iktifa edilmesidir. Örneğin, Türkiye’nin sadece 1930’larda kısa süren devletçilik dönemi dışındaki -o da belirli koşullarla- tüm dönemlerinde ne tür emperyalist ilişkiye girdiği Türkiye ve dünya ekonomisi bağlamında analiz edilerek anlaşılabilir. Bunun da ötesinde, Türkiye’nin bugünlere sürüklenmesinin müsebbibi olarak, 2000 IMF-Derviş programının anatomik yapısı da, “Güçlü Ekonomiye Geçiş” programının amacı da analiz edilemediği ve politik yönü araştırılmadığı gibi, ülkede oluşturduğu elma şekeri görüntüsü de AKP’nin ilk parlak dönemi olarak isabetsizce ortaya saçılmıştır. Benzer hatalara bir başka örnek olarak da, enflasyonu salt bütçe açığına ya da para basımına veya ücret yükselişlerine bağlama anlayışı gösterilebilir.        

Böylesi hataların bir daha tekrarlanmaması dileği ile, bu hatalı davranışları bir tarafa bırakalım ve 104 yıl aradan sonra bugünün 23 Nisanlarında, cumhuriyet gençlerinin kula kul olmadan, laik ve özgür toplum havasında geleceğe yürümesini dileyelim!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa