28 Nisan 2024 04:33

Kitlelerin yolsuzluk tepkisi siyasete nasıl yansıtılabilir?

Tokalaşan ve aralarında kağıt para olan iki el.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

‘Yolsuzluk’ kavramı, sözlükte ‘Bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanma, yasaya, kurala, yönteme aykırı iş yapma’ olarak tanımlanırken, bir başka yerde ‘Kamu gücünün özel menfaatler için kötüye kullanılması’ olarak tanımlanıyor. ‘Yolsuzluk’ Türkiye’de uzun yıllardır çok sık kullanılan ve üzerinde en çok söz söylenen kavramlardan belki de birincisi. Kamuoyu yoklamalarında siyasi görüşü ne olursa olsun, oy verenlerin en çok dile getirdiği kavram ‘yolsuzluk’ olsa da Türkiye’de yolsuzluk ve usulsüzlük halinin kitlelerce kanıksandığı, tepki gösterilmediği gibi bir söylem geliştiriliyor. Sosyal medya mesajlarından aile içi sohbetlere ve hatta siyasetçilerin sitemlerine kadar ‘yolsuzluk’ gerçekliğini kabullenip, bununla yaşamak zorundaymışız gibi bir algı öne çıkarılıyor.

Memleketin hal ve gidişi üzerine endişelenen, genişleyen açlık, yoksulluk ve buna paralel olarak herkesin gözleri önünde gerçekleşen hırsızlığa kederlenenlerin aklındaki şu iki temel soru cevap bekliyor:

Gizlenmesi için çaba gösterilme ihtiyacı bile duyulmayan yaygın yolsuzluğa gösterilen tepki nasıl kitleselleşir ve görünür hale getirilebilir?

Bunca yoksulluk varken, geliriyle en basit ihtiyaçlarını karşılayamayanların öfkesinin serzenişlerde ve sosyal medya ortamlarında erimek yerine siyasal enerjiye dönüşmesi için ne yapılabilir?

***

Yolsuzluk konusunda yapılan araştırmaların başında ülkeler arası karşılaştırma ve sıralamaya dayanan ‘yolsuzluk indeksleri’ geliyor. Bunlardan bir bölümü akademisyenler, risk analiz uzmanları, iş insanları ve siyasi yorumcuların ülkelerindeki yolsuzluk düzeyi üzerine görüşleri üzerinden vücut bulan indeksler. İstatiksel veriye dayanmaktan çok kişisel görüş ve yoruma dayandığı ve emekçiler açısından bilineni tekrar ettiği için, bunların yolsuzluk karşıtı siyaseti örme yolundaki etkisi de sınırlı kalıyor. Daha nesnel ölçütlere göre hazırlanıp, bir referans kaynağı olarak kabul edilen indeksler kuş bakışı bir harita sunuyor olsalar da yolsuzluk gerçekliğini siyasal eyleme köprüleme sürecinde etkisiz.

Yolsuzluk üzerine yapılan çalışmaların ikinci büyük öbeği yolsuzluğun önlenmesi için atılması gereken adımlar üzerine yoğunlaşıyor. Kamu yönetiminde, özellikle mali konularda saydamlık sağlanması, hukukun üstünlüğü ve hukuka bağlılık anlayışının yerleştirilmesi, caydırıcı cezaları içeren etkin bir yaptırım sistemi kurularak hesap verme sorumluluğunun geliştirilmesi, yasal çerçevenin yalınlaştırılmasıyla yolsuzluklara açık işlem ve kararların sayısının azaltılması, yurttaşın devlete olan güveninin artırılması, kamu görevlilerinin mali durumlarının iyileştirilmesi ve ücretlerde adaletin sağlanması, yolsuzlukla mücadele için etkin kurumsal yapıların oluşturulması ve benzeri önlemlerin sıralandığı çalışmalar ne yazık ki bu çalışmalara emek verenlerin manevi tatmininden öteye geçmiyor. Türkiye gibi yolsuzluğun ‘siyasal sistemin motoru’ gibi kurumsallaştığı bir ülkede sorunun nasıl ortadan kaldırılacağını bilmek, etkili çözüm önerileri geliştirmek, önermek tek başına yeterli olmuyor. Bırakınız konunun uzmanını, ortalama bir okur-yazarın bile akıl edebileceği bu önlemlerin özellikle hukuk kurumlarının yürütmenin emrinde olduğu ortamlarda hayatı dönüştürücü niyetlere bir katkısı olmuyor. Yargının bağımsız olmadığı ortamlarda bu türden bir listede yer alan önlemler otoritenin duvarına çarpıyor.

***

James C. Scott, 1967 yılında Asian Studies dergisinde yayımlanan, ‘yolsuzluğun siyasal işlevleri’ni tartıştığı makalesinde, kamu kaynaklarının siyasal otorite kanalıyla çalınmasının standart dışı bir yaklaşım gerektirdiğini belirtiyor. Yolsuzluk örnekleri arasındaki farkın dikkate alınması gerektiğini, gelişmiş merkez ülkelerde kullanılan şablonun dünyanın her yerinde geçerli olamayacağını hatırlatıyor. Scott’un çok öncelerden yaptığı bir diğer önemli katkı yolsuzluğu siyasete bağlayış şeklinde görülüyor. Gelişmemiş ülkelerdeki yolsuzluğu, bu toplumlarda etkisi yüksek geleneksel ilişkilerden dolayı oluşturulamayan baskı gruplarının eksikliğine bağlıyor. James C. Scott’a göre olmayan siyasal baskı grubunun yeri rüşvetle dolduruluyor.

Heather Marquette ve Caryn Peiffer 2016 yılında yayımlanan “Grappling With the ‘Real Politics’ of Systemic Corruption: Theoretical Debates Versus ‘Real-World’ Functions” başlıklı makalenin başlangıcında, yüzlerce reform projesine, fiyakalı eylem planlarına ve sayıları giderek artan uzmanlara rağmen yolsuzlukla mücadelede ilerleme sağlanamadığını belirterek söze başlıyorlar. Altını çizdikleri pek çok değerli nokta arasından en göze çarpanı yolsuzluğun sadece bir problem olarak tanımlanmasındaki yanlışlık. Yolsuzluğun bir problem, anormal bir durum olarak tanımlanmasının geliştirilecek çözüm planlarını baştan sakatlayacağını ifade ediyorlar. Sistemli hırsızlığın yapısal nedenlerine yönelik bütünsel bir yaklaşımın geliştirilmesi gerekliliği üzerinde duruyorlar.

***

Başlıktaki sorumuza dönersek, Türkiye’de yaşanan yaygın yolsuzluk düzeyine karşı örgütlü ve etkili bir sesin yükseltilmesi için öncelikle sorunun doğru tanımlanması gerekiyor. Emekçilerin kursağından sermaye sınıfına ve onun utanmaz temsilcilerine aktarılan değerin durdurulması, kamu kaynaklarının yağmalanmasının engellenmesi, her şeyden önce yaşanan yolsuzluğun normalden bir sapma olmayıp, siyasal sistemin motoru ve ta kendisi olduğunun bilgisine erişilmesinden geçiyor. 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa