02 Mayıs 2024 04:15

Taraftarlık meselesi

Adana 5 Ocak Stadyumunda bir maç esnasında takımlarını destekleyen taraftarlar

Fotoğraf: metin.gul/Flickr (CC BY 2.0)

Paylaş

İnsanlar elbette bir takımın taraftarı olabilir ve tuttukları takımın başarılı olmasını isteyebilir. Fakat yetişkin bir insanın, kendi tuttuğu takımı yüceltmek adına rakiplerini aşağılama çabasına girişmesi ve kendini kaybedecek kadar seviyesizleşerek rakipleriyle dalaşması garipsenmekten öte utanılacak bir durum…

Koca koca insanlar, rakip takımları aşağılamayı, suçlamayı, dışlamayı taraftarlığın bir gereği olarak görüp işi sözel şiddete kadar götürebiliyorlar. Rakiplere hakaret ve cinsiyetçi küfürler etmek onlar için övünç ve aynı zamanda tatmin kaynağı…  

Zaten sorun, herkesin kendi tuttuğu takımı futbolun çürümüş, kokuşmuş ortamında pisliklere bulaşmamış tek ekip olarak görmesiyle başlıyor. Zihinlerde, “Bizim dışımızda herkes her türlü pisliği yapıyor” düşüncesi egemen. Hatta bu düşünce zamanla, “Siz hepiniz, biz tek” saplantısıyla bir mağduriyet şovuna dahi evrilebiliyor.

Yönetici-medya iş birliğiyle ortaya sürülen mağduriyet söylemlerinin taraftar kitlelerini yedeklemekteki etkisi inkar edilemez.

Futbolun tam bir ticari faaliyete dönüştüğü ve kazanmanın sadece puan değil aynı zamanda büyük miktarda para getirdiği günümüzde, endüstriyel futbol düzeninin bir parçası olan herhangi bir kulübün kendisini mevcut ortamdan soyutlaması ve temiz kalması mümkün olabilir mi?

Kulüpler artık tamamen yönetici kimliğiyle boy gösteren sermayedarların, patronların eline geçmiş ve onların kendi aralarındaki çıkar, rant, prestij, ego, kibir mücadelesinin aracı haline gelmiş durumunda…

Diğerlerini karalayan, aşağılayan, suçlayan söylemlerle taraftarları kışkırtarak üstünlük elde etmeye çalışmak mevcut futbol düzeninin en tipik stratejisi. Ve ne yazık ki taraftar kimliğini her şeyin önünde gören milyonlarca kişi de spor kültürüyle hiçbir ilgisi olmayan bu ahlaksız stratejinin, anlamsız çekişmenin ve çirkefleşen rekabetin sürükleyicisi oluyor.

Hangi kulüp kendi çapında, yetki, makam, güç sahibi kişilerle kurulan çıkar ilişkilerinin yanı sıra lobi, medya ve taraftar gücünü kullanarak avantaj sağlamaya çalışmıyor ki?

Bu gerçek ortadayken kulüpler hakkında “temizlik” bağlamında söylenecek en anlamlı söz, “Al birini, vur birine” olabilir ancak.

Bir de fanatik taraftarlıklarına gerekçe/haklılık yaratmak üzere, tuttukları takıma, “halkın takımı”, “emekçilerin takımı”, “devrimcilerin takımı” gibi etiketler yapıştıranlar var ki bu kişilerin durumu da oldukça vahim…

Hiçbir kulüp halkın, emekçilerin, devrimcilerin falan değil. Olamaz da…

Halkın ezici çoğunluğu o kulübün yıllık aidatını verip kulübe üye bile olamaz.

En çok taraftara sahip olan ve “büyük” olarak anılan bütün kulüplerin yönetim kurulları, sömürücü sınıfın önde gelen sermayedarlarından, patronlarından oluşuyor. Kulüplerin yönetim politikalarını da elbette onlar belirliyor.

Ve bu politikaların, emeğiyle geçinen insanların isteği, beklentisi, çıkarı göz önüne alınarak değil, “Kulübe nasıl daha çok para kazandırırız?” motivasyonuyla belirlendiğini söylemeye gerek var mı? Ki bu motivasyon sonucu ortaya konan pratikler doğaldır ki emekçilerin çıkarı ve beklentisiyle asla uyuşmaz.

Taraftar kimliğiyle zamanlarının ve enerjilerinin önemli kısmını birbirleriyle dalaşmaya ayıranlar artık bu gerçeği fark etmeli ve futbolun bir nefret unsuruna dönüşmesine yol vermekten kaçınmalılar…

Metin Kurt’un, “Fanatik taraftar olmak, patronların yanında olmak anlamına gelir” sözünü hiç unutmamak lazım…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa