20 Mayıs 2024 04:26

Sermaye ve siyasetçilerinin cephe düzeni

Görsel: Microsoft Copilot

Paylaş

Geçtiğimiz hafta, neredeyse tamamı ‘hukuk’ alanında gerçekleşen olayların yarattığı bir fırtınanın içinde geçti. Bu fırtınayı oluşturan tüm unsurlar, 31 Mart günü ortaya çıkan ve nihayetinde bir ‘yerel yönetim’ denklemini aştığı herkesçe kabul edilen seçim sonuçlarının sarstığı egemen siyasal tabloda gayet güçlü anlamlar taşıyordu. Bu unsurların, egemen siyaset tablosuna dizili taşlarını sıralamadan önce, 31 Mart’ın yerel yönetim denklemini aşan boyutunu hatırlatmakta yarar var. Gazetemiz bu boyutu, seçimden hemen sonra attığı “AKP’yi ‘ekmek’ çarptı” manşetiyle dile getirmişti. AKP’nin 22 yıl sonra birinci parti konumunu kaybettiği, ülke nüfusu ve milli gelirinin dörtte üçlük bölümünde yerel yönetimlerin CHP kontrolüne geçtiği ve CHP’nin kendi yönetiminin de beklemediği şekilde birinci parti olduğu bir denklemdi bu. Nedenleri doğrudan ekonomikti ve iktidarın uyguladığı ekonomik programa açık, uzun vadeli bir itirazdı.

Bu noktada, iktidarı elinde bulunduran ve onu, birçok yanıyla derme çatma da olsa kendine özgü bir rejim haline getirmiş bulunan güçlerin önünde iki seçenek vardı: Ya artık Şimşek Programı adıyla müsemma olan reçeteyi uygulamaktan vazgeçmek ya da bu programı, halktan gelen itirazın politik sonuçlarını etkisizleştirecek, azaltacak şekilde uygulamak. İlki, Türkiye kapitalizminin gelip dayandığı nesnel sınırlar ve Erdoğan rejiminin bağlı/bağımlı bulunduğu iç ve dış güçlerin açık tutumu nedeniyle olanaksızdı. Bu güçlerin sağlayacağı kaynaklara bağımlı/muhtaç olan rejimin, Şimşek (2023) öncesi modele dönmesi, ülkenin ‘batması’na ve iktidar güçleri açısından, bu batışa eşlik eden daha ağır bir siyasal çöküşün kaçınılmaz hale gelmesine neden olacaktı. İkinci yol kaçınılmazdı: Halktan gelen itirazın politik sonuçlarını etkisizleştirmek…

Seçimden hemen sonra, ‘yumuşama’ ve ‘normalleşme’ parolalarıyla girişilen manevralar bu ikinci yolun seçilmesiyle ilgilidir. Erdoğan, sert kemer sıkma politikalarının yol açabileceği ayan beyan görünen toplumsal itirazı zayıflatmak ve gerektiğinde zor yoluyla bastırabilmek için muhalefetin yumuşatılması hedefini güden bir siyasal oyuna girişti. CHP yönetiminin bu oyuna hangi saiklerle dahil olduğu, orta ve uzun vadede hangi hesapların içinde olduğu, bazı yanlarıyla ayrı bir değerlendirmenin konusu olabilir. Ama Şimşek Programı’nın uygulanması yönündeki kararlılığın, başta tekelci büyük burjuvazi olmak üzere, sermaye sınıfının belli başlı tüm katmanları açısından geçerli olduğunu hatırlamakta yarar var. Sermayenin bu kapsayıcılıktaki bir birliğinin, düzen siyasetin tüm aktör ve kurumları üzerindeki bağlayıcı etkisini de unutmamalı… Yani yumuşama-normalleşme söylemi bu yanıyla hegemonik bir egemen sınıf talebidir ve buna direnmek her yiğidin harcı değildir!

İşte bu koşullarda ortaya çıkan Erdoğan-Özel temasları ile bazı medya elemanlarının çeşitli davalara ilişkin ‘açılım’ önerilerinin buna eklemlenmesi, siyaset alanında önemli birtakım alt üst oluşlar yaşanabileceğine dair beklentiler oluşturdu. Egemen siyaseti yalnızca partiler ve onların vitrin düzeniyle değerlendirme eğiliminin bir sonucuydu bu. Sayısı belirsiz hipotez sorusu bir kez daha gündeme geldi: Acaba Erdoğan, MHP ile ittifakı ‘sırtından atarak’ yeni bir yol mu arayacaktı? Düşmemek için başka bir direğe mi tutunacaktı?

* * *

Şimdi geçen haftaki dava kararları ve operasyonlardan oluşan taşları dizip, bu hipotezi değerlendirebiliriz.

Kobane davasında Selahattin Demirtaş başta olmak üzere Kürt siyasetçilere ağır cezalar yağdırıldı.

Aynı günün akşamı, 28 Şubat’tan hüküm giydirilmiş eski askerler sağlık sorunları nedeniyle cezaevinden tahliye edildi.

Gezi davasında Osman Kavala’nın yeniden yargılama talebi reddedildi.

Çete lideri Ayhan Bora Kaplan’a ilişkin soruşturmada, Ankara Emniyetinde görevli bazı polisler hedefe kondu ve tahliye edildi.

Bunlara, önceki haftadan tevarüs eden Sinan Ateş cinayeti dosyasında MHP ve Ülkü Ocakları bağını büyük oranda denklem dışına iten iddianameye ilişkin tartışmalar da eklenebilir.

* * *

Görüleceği gibi, kısa sürede gerçekleşen bu olayların tamamı MHP’nin (ve onun temsil ettiği güçlerin) tercih ve temennileri doğrultusundadır. İçlerinde, o hayali yumuşama söylencesine uyuyormuş gibi görünen tek adım eski askerlerin tahliye edilmesidir ve bu da “kocamış ihtiyarların merhametli Erdoğan tarafından affı” ambalajına paketlenmiştir. MHP’nin kategorik olarak itiraz edeceği bir adım değildir. 28 Şubat menkıbeleriyle büyütülmüş İslamcı tosunlar için de ‘Erdoğan affı’ söylemi bir kibir belgesi gibi olayın üstüne asılmıştır.

Asıl olan, Ankara’yı esir almış ve bürokrasinin çeşitli kesimleriyle yoğun şekilde haşır neşir olduğu anlaşılan bir çeteye yönelik soruşturmanın akamete uğratılması, Gezi ve Kobane dosyalarında bırakalım yumuşamayı, eski sertlik iradesinin daha cüretkar hale geldiği bir tablonun ortaya çıkmasıdır. Bu tablo, “MHP’nin isteklerinin gerçekleşmesi” basitliğine indirgenemez. Erdoğan, tüm bu dosyalarda MHP’yle aynı noktadadır. Hatta Gezi davası gibi dosyalardaki intikamcı tarafgirliğinin mazisi MHP ve Bahçeli’den eskidir.

Geçen hafta ortaya çıkan ve bu hafta çeşitli yönleriyle tartışılmaya devam edeceği anlaşılan görünüm, rejimin Şimşek Programını uygulama kararlılığının yanında bildik siyasal-hukuki baskıyı da sürdürme iradesidir. Bu ikisini bir arada yürütmesi için bazı muhalefet unsurlarını ‘yumuşatma’ adımlarına ihtiyacı da devam edecek. Emeğin en geniş kesimlerinin acil talebi olan ücretlere temmuz zammı talebi etrafında gelişecek bir mücadeleye karşı sermaye ve siyasetçilerinin cephe düzeni budur.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa