Modern çalışan insanın açmazı üzerine
Fotoğraf: Unsplash
Hiç kimsenin ihtiyaçlarını karşılamak adına başkaları için çalışmak zorunda kalmadığı… diyerek bitirmiştim son yazıyı.
Gerçekten de insanların potansiyellerini özgürce gerçekleştirebilecekleri bir toplum düzeninin önündeki en büyük engel “Zorunlu çalışma”dır. En büyük engel burjuva zenginlik biçiminin, ikinci yazıda tartıştığımız gibi, dışsal bir amaca kurban edilen insanın üretimi ve yeniden üretimine dayalı olmasıdır. Modern “homo ergaster” diyebiliriz belki ona… modern “çalışan insan” … Bu insan birbiriyle ilişkili iki açmazla karşı karşıya günümüzde: Birincisi verili “dağıtım mekanizmasını” içselleştirmek, ikincisi de kendisini buna “Adapte etmek”.
Meseleyi ilk yazıdan bu yana örtük olarak sürdürdüğümüz bahçe alegorisi üzerinden açmaya çalışalım. Dağıtım mekanizması temelde bahçeyi kimin ekip biçeceği, ürünleri kimlerin tüketeceği ile ilişkili. Her ekonomi temelde bir dağıtım mekanizmasına sahiptir. Dağıtım mekanizmasının içeriği daha geniş olsa da bizim için burada önemli olan iki unsur söz konusu: Birincisi nüfusun bahçedeki üretime dağıtılması, diğer bir deyişle kimin ne iş yapacağı ya da yapmayacağı, ikincisi de üretilen ürünlerin nüfusa dağıtılması, diğer bir deyişle kimin ne tüketeceği ya da tüketmeyeceği.
Dağıtım mekanizması farklı iktisadi sistemlerde farklı şekillerde oluşturulur. Örneğin erken dönemin geleneksel ekonomilerinde bu kararlar daha çok hakim ahlaki/dinsel kabuller, dayanaklar bağlamında oluşturulurdu. Benzer bir eğilim “Yeni Geleneksel Ekonomiler” başlığı altında tartışılan Myanmar (Burma), Sri Lanka, Tayvan, Tayland, Kamboçya, İran, İsrail, vb. örneklerde de tespit edilebilir. Eğer çok hızlı çark edilmeseydi bizde yakın dönemde şahit olduğumuz “nas” tartışmasını da bu bağlamda düşünebilirdik. Ama mesele bizde en azından şimdilik biraz daha keyfi ele alınıyor gibi görünüyor.
Geleneksel ekonomilerde dağıtım mekanizmasına Hinduizm örnek verilebilir. Hindu kast sistemi sosyopolitik önemi yanı sıra, nüfusun zenginliğin üretilmesi ve tüketilmesi bağlamında dağıtılması açısından da önemlidir. Kast sisteminin en altında “Sudra”lar yer alır. Fiziksel işçilik, hizmetçilik ve diğer ağır işleri bu insanlar yerine getirir. Ancak bu sınıf yine de “Dalit”lere göre şanslıdır. “Dokunulmazlar” olarak ifade edilen bu insanlar kast sistemine dahil bile edilmedikleri gibi onlara gerçekten de dokunulmaz. Çünkü onlar tuvaletlerin temizlenmesi, ölenlerin gömülme işlemi, hayvanların bakımı gibi toplum tarafından en aşağı, en kötü, en pis olarak görülen işleri yapan insan grubudur. Öyle ki gölgelerinin bile üst sınıflardaki kişilerin üzerine düşmesi “kirlenme” olarak görülür. Bu insanlar bahçedeki rollerine kıyasla bahçenin nimetlerinden hiç yararlanamayanlardır.
Sizce de günümüz toplumlarında da en niteliksiz, en kötü, pis vb. görülen işleri yapan kesimler giderek daha fazla spesifikleşmedi mi? Mesela siyahi işçiler, mesela göçmen işçiler, mesela kadın işçiler… etnik, ırksal, cinsiyete dayalı ayrımcılığa uğrayan işçi kesimleri… günümüzün “modern dokunulmazları” olarak muamele edilenler…
O zaman soru şudur: Bu insanlar -Sudralar ya da Dalitler ya da benzerleri- bu işleri yapmayı nasıl kabul ediyorlar? Bu verili hiyerarşik dağıtım mekanizması içindeki konumlarını nasıl içselleştiriyorlar? Nasıl oluyor da insanlar bu dağıtıma rıza gösteriyor?
Hiyerarşik dağıtım mekanizmalarının içselleştirilmesinde, bu dağıtımı meşrulaştırmaya yönelik unsurlar önemli görünüyor. Örneğin Hinduizm’de “Karma (Amel/Eylem)” ve “Samsara (Doğum-ölüm-yeniden doğuş döngüsünü yani ruh göçünü ifade eder)” inancı böyle bir rol oynuyor. Kişinin bugün neden en alt sınıfta olduğunun dolayısıyla neden zorunlu olarak başkaları için çalışmak zorunda olduğunun yanıtı onun karmasının kötü olmasıyla açıklanıyor. Bugünkü durumu bir önceki hayatında günahkar olmasıyla ilişkilendiriliyor. Ve bugünkü konumuna isyan edecek olursa, bu hayattaki karmasını da bozacak ve bir sonraki hayatında daha da kötü bir konumda olacaktır. Böylece o kişinin verili hiyerarşik dağıtım mekanizmasına uyumu da büyük oranda sağlanmış oluyor. Burada “Zorunlu çalışma” dinsel retorikle bezeli bir şekilde meşrulaştırılmış olarak karşımıza çıkıyor.
Modern burjuva toplumunda benzeri anlatılar ideolojik unsurlar olarak önemli olsa da burjuva dağıtım mekanizması kendi meşruiyetini dinsel bir retoriğe dayandırmaz. Liberal öğreti, demokrasi, yurttaşlık söylemi, burjuva hukuku bize kapitalizmde zorunlu çalışma diye bir şeyin zaten mevcut olmadığını söyler. Dolayısıyla onu gerekçelendirecek bir retoriğe de gereksinim duymaz. Bu anlatıya göre zorunlu çalışma arkaik toplumlarda, kölelik düzeninde ya da orta çağın feodal yapılanmasında söz konusudur. Politik olarak eşit olmayan unsurlar arasında eşit olmayan bir dağıtım gerçekleşir. Soylular, yurttaşlar, toprak sahipleri vb. çalışmadan yaşayabilirken, geri kalanlar hem kendilerinin hayatta kalmaları hem de efendilerinin zengin bir yaşam geçirmesi için çalışmak zorundadır. Ancak burjuva devrimi, liberal demokrasi, evrensel hukuk, yurttaşlık vb. gelişmeler bu eşitsizliği ortadan kaldırmıştır. Söylem odur ki eşitler arası ilişkilere dayalı bir düzende zorunlu çalışma söz konusu olamaz. Herkes yasalar önünde eşittir. Kimse kimseyi herhangi bir yerden aldığı güçle çalışmaya zorlayamaz.
Peki siyasal zor ya da dinsel bir retorik olmadan insanlar çalışmaya nasıl ikna edilir? Bu söylem bizi temel bir ilişki olarak sözleşme özgürlüğüne götürüyor. Liberal anlatıya göre sözleşmenin tarafları kendi iradeleriyle, kendi tercihleriyle çalışma ilişkisine dahil olurlar. Bu nedenle kapitalizmde zorunlu çalışma söz konusu olamaz. Sözleşme eşit ve özgür iki tarafın kendi tercihlerine dayalı olarak anlaşmaya varmasıdır. Bu anlaşmanın örtük temeli ise “özel mülkiyet” düzenine sadakattir. Burjuvazinin özel mülkiyetine işçiler dokunmayacak, işçilerin özel mülkiyetine burjuvazi dokunmayacaktır. Kapitalizmin sınıflara dayalı yapısının ahlaki/hukuki zemini burasıdır. Burjuvazinin özel mülkiyeti anlaşılabilir de işçinin özel mülkiyeti nedir diye düşünülebilir. İşçinin özel mülkiyeti onun emek gücüdür. İş yapma gücüdür, potansiyelidir. Kapitalizmde hiçbir patron hiçbir işçiyi bunu kendisine satması için zorlayamaz. Diğer bir deyişle ona emek gücünü satması ya da aynı anlamda olmak üzere zorunlu olarak çalışması için baskı yapamaz. Ancak geçen yazımızda da ifade ettiğimiz üzere, modern kapitalizm tarih sahnesine, yaşamak için emek gücünü satmaktan başka bir şansı olmayan yoğun bir insan nüfusu hediye etmiştir. Bu durumda söylenebilir ki özel mülkiyete sadakat temelinde geliştirilen bu biçimsel özgürlük ve eşitlik söylemi kapitalizmde işçiler için zorunlu olan bir durumu onların tercihi olarak ortaya koymaktadır. Bu illüzyonun kendisi insanlar tarafından gerçeklik olarak algılanabilmektedir. Kapitalizmin en güçlü sihirlerinden biri kendisini yeniden üretmek için zorunlu olarak olması gerekenleri insanların tercihleri olarak ortaya koyabilmesindeki başarıdır. Böylelikle yalnızca emek piyasasının taleplerini kendi hayallerini süsleyen işler olarak gören insanlar yaratmamakta aynı zamanda satmak zorunda olduğu ürünleri tüketmeyi deli gibi “tercih” eden tüketici kitlesini de ortaya çıkarmaktadır. Bu tüketici kimliği modern homo ergaster’in verili dağıtım mekanizmasına uyum sağlamasının en önemli unsurlarından biri olmuştur.
Zorunlu çalışma bizatihi “zorunluluk alanını” “özgürlük alanı” hilafına genişleten en önemli olgudur. O halde özgürlük alanını, zorunluluk alanı hilafına genişletmenin yollarını aramak çalışma ile ilişkilendirilmesi gereken önemli bir politik amaç olarak belirmektedir.
- MESS mi, PES mi, yoksa… 18 Aralık 2024 05:01
- Öküz’lemeler 11 Aralık 2024 06:22
- Lenin’den Keynes’e “teşekkür” mesajı 04 Aralık 2024 06:40
- İnsanlar her zaman sessizce ölmezler… 27 Kasım 2024 04:45
- “Marksist İktisatçı” olur mu? Ya da Nobel’in Marksist alternatifi… 20 Kasım 2024 05:49
- Arz-ı Hâl 13 Kasım 2024 04:59
- ABD seçimleri ve ekonomi 05 Kasım 2024 04:29
- Yüz bir yılda Türkiye kapitalizmi ve krizler 30 Ekim 2024 05:50
- Nobel vesilesiyle… 23 Ekim 2024 04:40
- Sineğe övgü… 16 Ekim 2024 04:56
- Doğru bilinen yanlışlar 09 Ekim 2024 04:55
- Enflasyon eşitsizliği 02 Ekim 2024 05:42