23 Mayıs 2024 04:53

Daha tanımadınız mı?

Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan

Fotoğraf: TCCB 

Paylaş

22 yılı aşacak zamandır yönetiyor. Yönetim politikasının temel özellikleri bu süre boyunca en açık halinden en sinsi yöntemlere dek her yönüyle sergilendi. Yaşandı ve görüldü. “Yumuşama-kucaklaşma” laflarını duyanlar hâlâ bu laflara inanıyorlarsa -ki inandılar- burjuvazinin dünyada ve bizim ülkemizde uygulayageldiği siyasi manevralardan öğrenmedikleri gibi 22 yıllık pratikten de öğrenmemişler demektir. Kendileri öğrenemeyen muhalif siyasi parti, grup, örgüt yöneticileriyle mensupları veya tekil bireyler sadece kendilerini aldatmıyor, aldatılarıyla oyalanmıyor. Bu kadarı olsa sıtmaya razı denebilirdi. Ama onlar ilişki içinde bulundukları toplulukları veya toplum kesimlerini de aldanmaya ikna eden bir siyasetle, Bahçeli’nin deyişiyle Türk-İslam yönetiminin oyun kapanına girmesine de sebep oluyorlar.

Burjuva politikasının iktidar ve muhalif kanatlarında yer alanların halk kitlelerini sadece ekonomik-sosyal vaatlerle değil “vatanın bekası, milletin huzuru” lafazanlığıyla politik askeri manevraları yönünde manipüle ederek sömürü mekanizmasının çarkı içinde tutmaya çalışması, sadece Türkiye yönetenlerine ait bir yetenek ya da özellik değildir. En az üç yüz yıllık deneyimin billurlaştırdığı bir yönetim düsturudur bu. Sopa esastır ve havuç daha çok zorunlu kalındığında, sopa ve dipçiğin, kurşun ve ölümün sökmeyeceği bir potansiyel tehdit büyümeye yüz tutmuşsa, uzatılır ki Türkiye’de kaç on yıldır sistematize edilen süngülü-süngüsüz dipçik, kelepçe ve ağızların nefessiz bırakacak bantla kapatılmasıdır.

Bütün dikta yönetimleri, politikalarına karşı mücadeleyi “demokrasi karşıtı terör” olarak nitelemekten geri durmazlar. Bizde de olan budur. Bahçeli ve Erdoğan’ın önünde iki büklüm yargının “Adil karar vermesi”ni bekleyenlerin yanıldıkları da bir kez daha görüldü. Hükmü, “Demokrasimize uzanan elleri kırmaktan çekinmedik yine çekinmeyeceğiz” diyerek veren onlardır ve memurları bu hükme karar metni yazmaktadır. Erdoğan yönetimi baştan beri Kobanê’de IŞİD’e karşı Kürt direnişine Türkiye’de verilen desteğe karşı kendilerinin uyguladığı savaş politikasını maskelemek için protesto gösterilerini “devlete karşı isyan” kategorisinde göstererek Demirtaş ve diğer Kürt politikacıların yargı eliyle linç edilmesine yön vermekteydi. Saray yönetiminin son yerel seçimlerde destek kaybına uğramasından hareketle liberal reformcu uygulamalara yöneleceğini sananlar ve bekleyenlerin büyük kısmının Demirtaş’a 42 yıl ceza verilmesi karşısındaki şaşkınlıkları gülünçtür.

Yönetimi altındaki ülkenin ekonomik sosyal durumu, parçalı bölük olmakla birlikte işçi ve kent yoksullarının saflarında gelişen arayış eğilimi, sosyal medyanın büyüsüne kapılmış milyonlarca gencin umutsuzlukla karışık beklentilerinin potansiyel tehditi, iktidarın saldırıyı öncelikli politika edinmesinin önemli bir etkenidir. Devlet yönetimi, devletin tüm kurumları “Cumhur İttifakı” olarak da adlandırılan ve dümeninde Bahçeli ile Erdoğan’ın oturduğu aygıtın elindedir. Yargı, yasama ve yürütme “tek adam yönetimi” (başkanlık sistemi) bünyesi ve kimliğinde birleşiktir ve tekelleşmiştir. Bu üstelik yeni bir durum da değildir. CHP gibi düzen partilerinin bu sistemin kale burcunda oturanlarla kucaklaşmaları, sistemin çıkarları gereğidir. Ancak bu kucaklaşmadan halk yararına sonuçlar çıkacağını sanmak, aldatıdan öteye gitmeyecektir. Türkiye’de sistemin kendini reforme etmesini değil daha sert politikalar uygulamasını gerektiren koşullar vardır. Evrensel’de ve bu “köşe”de belkide yüzlerce kez bu söylenegelmiştir.

Sınıf karşıtlığıyla mukim ve mahkum bir toplumda, bütün öteki sorun ve çelişkileri de bu temel karşıtlık belirleyici etki altında tutar. Her kim ki sisteme muhalefet adına bu gerçekliği örtbas ediyorsa, sömürülen ve baskı altında tutulan toplumsal kesimlerin aldatılmasına istemeden de olsa ortak oluyor demektir. Ve yine her kim ki bizim ülkemizde olduğu türden Kürt sorunu gibi on milyonlarca insanın ulusal-siyasal, kültürel ve sosyal hayatını cendereye almış bir yönetimin politikalarına karşı mücadeleyi gereksiz sayıyor ya da terörle özdeş gösteriyorsa, zulmün sürdürülmesine ortak oluyor demektir.

Ama işte toplumsal hayatın hakikatleri-gerçekleri de göz önündedir. Demokratik ve sosyalist muhalefeti kana boğmaya ayarlı yönetim aygıtı her yönüyle takviye edilmiştir ve Türk-İslam sentezci bir oligarşik azınlığın elindedir. Sokaklarda bu aygıtın kanallarında kulaç atanlarla iş birliği içinde haraç kesip cinayet işleyen çeteler cirit atıyor. Sistem-arada fazlaca deşifre olmuş kontra tetikçilerini kimi zaman cezalandırma görüntüleri verse de sömürü karşıtı mücadeleyi kana boğmak üzere yardımcı kuvvet karargahlarında besiye almayı sürdürüyor. 12 ülkede resmi, sekizinde gayriresmi askeri kuvvet bulunduran devlet yönetimi içeride sistematik organize polis operasyonlarıyla bölgede fetih alanlarını genişletme politikasıyla güç gösterisini sürdürüyor. Bu baskı ve saldırılar ekonomik sosyal sorunların ağırlığıyla dolaysızca bağlıdır.

İşsiz sayısının düştüğü söylense de 3.5 milyon civarında işsiz olduğu reddedilmiyor. Asgari ücret açlık sınırı altında kalalı çok oldu. Yoksulluk sınırı 60 bin TL’ne çıktı. Pahalılık devam ediyor ve enflasyon oranı TÜİK rakamlarıyla bile hâlâ yüzde 70’lerde. Daha iyi koşullar bir yana, sefalete sürüklenmemek için dahi işçilere, kent-kır yoksullarına, kamu iş yerlerinde çalışan ücretli-maaşlı emekçilere, küçük esnaf ve küçük üreticiye, gençlik ve kadın kitlelerine mücadele içinde birleşmekten başka bir yol bırakılmadığı apaçıktır. Demirtaş’a 42, Ahmet Türk’e 10 yıl ceza verilmesi nedeniyle yüreklerine su serpilip memnuniyetlerini hakim ve savcıları toplayıp kutlamakla gösterenler, elbette mücadele edilsin, sömürülüp ezilenler birleşip örgütlensin istemezler. Halk kitleleri, günümüze dek bölünmüş ve farklı burjuva partilerine verdikleri destek nedeniyle bir araya gelmemiş olmalarının cezasını çektiklerini fark edip tutumlarını değiştirmezlerse eğer, bu devran biçimsel değişikliklerle devam eder. Bu durum ve dönemin devrimci ve sosyalist parti, örgüt ve kişilere, mücadele birliğini güçlü kılmak için daha fazla çaba gösterme sorumluluğu yüklediğini söylemek ise sözün fazlası olacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa